Cehennem

197

Elbette her yer, cennet gibi sımsıcak durmuyordu; oradan ayrılıp da bir başka vadiye geldiğinde, ürperten seslere şahit olacak ve bu seslerin kaynağını da soracaktı:

– Cehennemin sesi, diyordu Cibril-i Emîn. Dikkat kesildi. Diyordu ki:

– Ey Rabbim! Artık bana vaadettiğin şeyleri ver! Baksana, bukağılar ve halatlarım, alev ve ateşlerim, irin ve kanlarım çoğaldıkça çoğaldı; dibimdeki derinlik erişilmez noktaya ulaştı ve ateşimin harareti de dayanılacak gibi değil! Bana vaadettiğin şeyleri çabuk gönder!

Cennete seslenen aynı sesin yankısı duyuldu:

– Evet, Bana şirk koşan her müşrik kadın ve erkek, Beni inkâr eden her kâfir, hesap ve kitaba inanmayan her zalim sana gelecektir; acele etme!

Ve, aynı sükûnet:

– Tamam, razıyım ey Rab!1

Feryad ü figanın yükseldiği yöne bakınca, olanca dehşetiyle cehennem temessül etmiş ve yürek kaldırmayacak görüntüler gelmişti önüne Allah Resûlü’nün. Elbette bu, gördüklerini ümmetine aktararak sakındırabilmek için sadece bir manzara temaşasından ibaretti. İnsanlar ve taşların tutuşturduğu ateş tufanları vardı ortada… Derinden bir homurdanma duyuluyor ve içine girenleri azımsarcasına ve doyma bilmeyen bir iştiha ile:

– Daha yok mu, diye bağırıyordu. Bu dehşetli manzara içinde azaba dûçar kalıp da tükenenler, öyle bir kenara atılıp da süreçten kurtulamıyorlardı. Her ne zaman bedenler kül olup vücutlar buharlaşsa, işlem yeniden başlıyor ve belli ki, azabı tam tatmaları için kemiklere et giydirilerek her defasında bu işkence yeniden tekrarlanıyordu. Çığlıklar yükseliyordu cehennemin derinliklerinden:

– Keşke yeniden dünyaya dönme imkânımız olsa!

– Keşke aklımızı kullanıp anlatılanlara kulak vermiş olsaydık da bu duruma düşmeseydik!

– Ne olur Allah’ım! Hiç olmazsa bir gün azabımı hafiflet!

– Keşke toprak olup gitseydim, gibi feryatlar birbirini takip ediyordu. Grup grup insan kitleleri belli yerlerde kümelenmiş, benzeri şekilde azaba dûçar oluyorlardı; başlarında müvekkel zebani-nâm melekler vardı ve yüzlerinde tebessüm adına zerre kadar bir emare gözükmüyordu. Öyle insanlar vardı ki, bir mızrak boyu yaklaştırılan güneş-misal ateş kütlesi karşısında eriyip tükenmiş, gırtlağına kadar kanter içinde kalakalmıştı.

Kan ve irinden nehirler akıp gidiyordu bir taraflara ve içinde, dışarı çıkmak isteyip de bir türlü buna muvaffak olamayan bahtsızlar yüzüyordu çırpınarak. Feryat çığlıklarıyla birlikte kenara yaklaşan her bir zavallıya, orada bekleşip duranlar taş atmaya başlıyor ve yalvarırken açtıkları ağızları, atılan bu taşlarla doluyor, yeniden kan ve irin içine dönmek zorunda kalıyorlardı.

Başlarına demir ve taşlarla vurularak işkence gören kimselere rastlamış ve bunların kimler olduğunu sormuştu. Cibril:

– Bunlar, farz namazları kılma konusunda bir türlü sebat edemeyen ve onu geçiştirenler, buyuruyordu.

Diğer tarafta ise, dünyada iken mallarının zekâtını vermeyen insanların, irin ve zakkum yutkunarak hayvanlar gibi sürüklendiklerine şahit olmuş; Allah’ın emrini yerine getirmemenin cezasının tecellisini müşahede etmişti. Daha başka göreceği şeyler de vardı; yetim malı yiyenler bir kenarda, ateşten kütleler yutkunarak, bunları ıtrahat gibi dışarı çıkararak azap görüyorlar; diğer yanda da, emanete riayet etmekte kusur gösterenlerin, sürekli ağırlaşan yüklerin altında inim inim inledikleri nazara çarpıyordu. İnsanlar arasında fitne ateşini körüklemeyi adet edinenlerin ağızları yamulmuş, dilleri de perişan; masum insanları gammazlayıp da zalimlere teslim edenlerin halleri de yürek yakıyordu.

Beri tarafta ise, göbekleri kendilerinin birkaç katı insanlar vardı; ne ayağa kalkıp durabiliyor ne de bulundukları yerden hareket edip mesafe alabiliyorlardı. Bunların kim olduğunu sorduğunda kendisine, paradan para kazanmayı alışkanlık haline getiren faiz ehli olduğu söylenecekti.

Bazı insanlar gözüne takılıyordu; bir yanlarındaki güzel ve taze etler dururken, diğer taraflarındaki çirkin ve kokuşmuş olan leşlere dadanmış; tertemiz zemini bırakarak bataklıkta bocalayıp duruyorlardı. Merakla baktığı görülünce bunların da, helâl dairesindeki keyifle kifayet etmeyip, haram peşinde koşan zinakârlar olduğu söylenecekti.

Ve buradaki kalabalığın çoğunluğunu, sefahet ve eğlence ağına düşen, düştüğü yere başkalarını da çekerek fasit dairenin oluşmasına sebebiyet veren ve iffet sahibi hemcinslerinin de bedduasına hedef olan kadınların oluşturduğunu görmüştü; insanları avlamak için öne çıkarıp tuzak olarak kullandıkları uzuvlarından asılmış, çığlıklar içinde inim inim inliyorlardı.


Dipnot:

  1. Taberî, el-Câmiu’l-Beyan, 15/1
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.