Bir İhanetin Anatomisi (2): “Bi’ru Maûne Olayı”
Uhud sonrası Safer ayında yaşanan Reci’ vakasıyla aynı hafta içerisinde gelişen olaylardan bir tanesi de, “Bi’ru Maûne” olarak bilinen vakadır.1 Lihyanoğullarının Peygamberimiz’e gelip irşat için muallim istedikleri günlerde, Âmiroğullarının kahramanlarından ve onların reisi Âmir İbn-i Mâlik de Medine’ye gelmiş ve Resûlüllah’ı ziyaret etmişti. Âmir gelirken eli boş da gelmemiş iki at ve iki deve de Efendimiz’e hediye olarak getirmişti. Allah Resûlü ise bunu, onun kalbini kazanmaya vesile kılma adına “Ben bir müşrikin hediyesini kabul etmem!” buyurdu ve onu İslam’a davet etti.
Âmir İbn-i Malik, Müslüman olmaya yanaşmasa da bu teklifi bütünüyle reddetmedi: “Ya Muhammed! Ben Senin getirdiklerinin ve yaptıklarının güzel ve değerli şeyler olduğunu görüyorum. Keşke ashabından bir grubu Necid ahalisine tebliğ ve irşat için göndersen de onları davet etseler. Ben, onların Senin bu davetine icabet edeceklerini ve Sana ittiba edeceklerini ümit ediyorum. Onlar Sana tabi olursa davan da ciddi güçlenir.” Peygamberimiz, onun bu yaklaşımı karşısında kendisine: “Ben ehl-i Necd’in onlara ihanet etmesinden korkarım” buyurdu. Bunun üzerine Âmir, “Sen onlar hakkında endişe etme. Ben Necid ehline karşı onları korurum. Sen bir grup seç ve gönder tebliğe başlasınlar.” diye öneride bulundu.2
Bu söz, cahiliye toplumunda eman anlamı taşıyordu. Onun korumasına aldığını söylediği kimselere karşı, artık bir başkası herhangi bir zarar vermeye kalkışamazdı. Böyle bir düşmanlığa yeltenen kimse karşısında onu ve kabilesini bulurdu. Dolayısıyla bu va’d, o gün için en büyük güvenceydi.
Tebliğ ve İrşad Heyeti Yola Çıkıyor
Âmir’in bu teklifi ve kefaleti üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Suffe ashabından “kurra” olarak isimlendirilen yetmiş kadar genç sahabiyi seçti.3 ve bu grubun başına Hz. Münzir İbn-i Amr’ı emir olarak tayin etti. Kendisine, Âmir İbn-i Tufeyl’e ulaştırılmak üzere bir davet mektubu da verdi. Heyet yola çıktı ve birkaç günlük yolculuktan sonra “Bi’r-i Maûne” denilen yere ulaştı ve burada konaklamaya karar verdi. Bu esnada Münzir İbn-i Amr, Hz. Haram İbn-i Milhan’ı davet mektubunu vermek üzere Âmir İbn-i Tufeyl’e gönderdi. Fakat Âmir, mektubu daha hiç açıp okumadan elçiyi öldürttü. Bununla yetinmeyip bir de Âmiroğullarından, heyete saldırmak için yardım istedi. Ancak onlar buna yanaşmadı ve “Biz, Ebu Berâ’nın (Âmir İbn-i Malik) Muhammed’e verdiği emanı bozmayacağız” dediler. Ancak reislerinin verdiği eman gereği Müslümanlara sahip de çıkmadılar.4
Bunun üzerine onlar, “Biz de Âmir’in verdiği emanı tanımıyoruz, onu bozacağız” dediler ve çevrede yerleşik bulunan Benî Süleym kabilelerinden Usayye, Ri’l ve Zekvan boylarından destek istediler. Onlar da bu davete icabet edip kendilerine katıldılar. Hep birlikte Müslümanların konakladığı yere geldiler ve etraflarını kuşattılar. Heyet kuşatıldıklarını görünce hemen kılıçlarını çekti ve beklemeye koyuldu. Fakat o kadar kalabalık bir ordu karşısında bir şey yapmaları mümkün değildi, sonunda hepsi şehit edildi. En son Münzir İbn-i Amr kalmıştı. Teslim olursa kendisine eman vermeyi teklif ettiler.
O, bu teklife karşı, “Beni, Haram İbn-i Milhan’ın öldürüldüğü yere götürmeden asla size elimi vermem ve emanınızı da kabul etmem. Beni oraya götürdüğünüzde de emanınızı size iade eder korumanızdan çıkarım.” diye karşılık verdi. Bunun üzerine eman verdiler ve onu Hz. Haram İbn-i Milhan’ı şehit ettikleri yere getirdiler ve üzerinden emanlarını kaldırdılar. O da onlarla vuruşmaya başladı ve arkadaşı Hz. Haram’ın yanında o da şehit edildi. Daha sonra tek başına düşmanlara meydan okuyan Hz. Münzir’in bu yiğitliğini dinleyen Allah Resûlü, onun için “Ölümü hiçe alan mert adam!” buyurdu. Efendimiz’in bu sözü, onun lakabı haline gelmiş ve hep bununla anılagelmiştir.5
Bi’ru Maûne’de Şehit Düşen Sahabilerden Bazıları:
Hz. Münzir İbn Amr (r.a)
Hz. Münzir İbn-i Amr es-Sâidî el-Hazrecî, İkinci Akabe beyatında bulunan Medineli ilk Müslümanlardandır. Onun irşadıyla annesi ve iki kız kardeşi de (Hz. Mendûs ve Hz. Selma) Müslüman olmuş ve Allah Resûlü’ne beyat etmiştir. Aynı zamanda Akabe beyatında Sa’d İbn-i Ubâde ile birlikte Sâideoğullarının nakîbi olarak seçilmiştir. Kavmine rehberlik yapma ve onları İslam’a yönlendirme adına ciddi gayretler sarf etmiştir. Allah Resûlü, hicretten sonra Medine’ye girişinde Saideoğulları yurdundan geçerken O’nu karşılamış ve kendilerinde misafir kalması teklifinde bulunmuştur. Ancak Efendimiz, herkese dediği gibi ona da “Devemin önünü kesmeyin onu serbest bırakın. Çünkü o, bu konuda memurdur.”6 buyurmuştur. Hem Bedir hem Uhud ashabından olan Hz. Münzir, okuma yazma bilmesiyle aynı zamanda Allah Resûlü’nün vahiy katipleri arasında da yerini almıştır.
Hz. Haram İbn-i Milhan (r.a)
Haram İbn-i Milhan, Neccaroğullarına mensuptur. Babasının adı Mâlik annesinin adı Müleyke’dir. Bugün kabri Güney Kıbrıs’ta medfun bulunan Hz. Ümmü Haram ve Hz. Enes İbn-i Mâlik’in annesi Hz. Ümmü Süleym’in kardeşleridir. Erkek kardeşi Hz. Süleym İbn-i Milhan da kendisiyle birlikte Bi’ru Maûne’de şehit düşenlerden birisidir. Hem Bedir hem de Uhud ashabından olan Hz. Haram İbn-i Milhan, elçi olarak gittiği Âmir İbn-i Tufeyl tarafından arkadan mızraklanınca tekbir getirmiş ve “Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki kurtuldum!”7 diye haykırmış ve ruhunun ufkuna doğru yürürken muhataplarına son bir kez olsun Allah’ın büyüklüğünü ve O’nun yolunda öldürülmüş olmanın, kurtuluşun ta kendisi olduğu hakikatini duyurmaya çalışmıştı.
Hz. Âmir İbn-i Füheyre (r.a)
Hz. Âmir İbn Füheyre et-Teymî, Allah Resûlü henüz Dâru’l-Erkam’a girmeden önce Müslüman olan ilklerdendi. O da tıpkı Hz. Bilal gibi, iman ettiği için işkenceye maruz bırakılmıştı. Hz. Ebu Bekr, kendisini sahibi Tufeyl İbn-i Abdullah İbn-i Sehbere’den satın alıp azat etmişti. Hz. Ebu Bekir, azat ettikten sonra da ona sahip çıkmış ve koyunlarının çobanlığını ve bakım-görüm işlerini ona emanet etmişti. Allah Resûlü, hicret sırasında Hz. Ebu Bekir’le birlikte Sevr’de kaldığı günlerde Hz. Âmir, sürüyü buraya kadar getirir ve onlara taze süt ve yiyecek de götürürdü. Üçüncü günün sabahında Medine’ye hicret yolculuğu başlarken de onlara katılmış ve yol boyu onların hizmetinde bulunmuştu.
Azatlı köle olmasına rağmen Mekke’de okuma yazma bilen nadir kimselerden birisiydi. Hatta hicret yolunda kendilerini takibe koyulan Süraka’ya verilen emannameyi Allah Resûlü ona yazdırmıştı. Hem Bedir hem de Uhud savaşlarında yer alan Hz. Âmir, yetmiş kişilik bu irşat heyetinde de görevlendirilmişti. Tuzağa düşürüldüklerinde Cebbâr İbn-i Sülma’nın attığı mızrakla şehit düşmüştü. Şehit edildiğinde tam kırk yaşındaydı. Atılan mızrak sırtından girip göğsünden çıkmıştı. O anda Hz. Âmir, “Kazandım vallahi, kazandım vallahi.” diye haykırarak şehadeti büyük bir sevinç ve hoşnutlukla karşılamıştı.
Hz. Âmir’in bu sözlerine bir türlü anlam veremeyen Cebbâr İbn-i Sülma, onun, Allah’a bağlılığından ve sağlam duruşundan çok etkilenmiş ve günlerce üzerinde düşündükten sonra iman etmiştir. Halbuki Cebbâr, İslam’a karşı Âmir İbn-i Tufeyl’den daha sert duran bir kimseydi. Hz. Âmir, bu duruşuyla ve ötelere giderken söylediği bir cümleyle katilinin gönlüne girmiş ve kalbinin İslam’a açılmasına vesile olmuştu.8
Hz. Amr İbn-i Ümeyye, esir düştükten sonra katillerin başı Âmir İbn-i Tufeyl, kendisine şehitler arasında birisini göstererek “Bu kimdir?” diye sormuştu. Özellikle onca ölü arasında onu göstermesinin sebebini merak eden Hz. Amr, “Bu Âmir İbn-i Füheyre’dir!” demişti. Bunun üzerine İbn-i Tufeyl, gördüğü bir olayı büyük bir şaşkınlıkla anlattı: “Bu şahsın, öldürüldükten sonra semaya doğru yükseltildiğini gördüm. Öyle ki o yükseldikçe ben onu seyretmeye devam ettim. Sonra tekrar buraya indirildi.”9
Hz. Hâris İbn-i Sımme (r.a)
Ebu Sa’d künyesiyle de bilinen Hz. Hâris İbn-i Sımme, Hazrec’in Neccaroğulları kolundandı. Hz. Hâris, Bedir savaşına katılmak için yola çıkan ordunun içindeydi. Ravha’da devesinden düşüp yaralanınca Allah Resûlü onu tedavisi için geri göndermişti. Ancak Allah Resûlü Bedir zaferinden sonra onu savaşa katılmış gibi kabul etmiş ve kendisine ganimetten de pay ayırmıştı. Uhud savaşında önemli hizmetler gören Hz. Hâris, ordunun dağıldığı hengamede Allah Resûlü’nün yanından ayrılmayan ve O’nu müdafaa eden on iki kişiden de birisiydi. Yine Allah Resûlü kendisini öldürmek için hücum etmeye hazırlanan Übey İbn-i Halef’i, onun mızrağı ile yaralamış ve durdurmuştu. Yine Allah Resûlü, Uhud savaşından sonra Hz. Hamza’yı bulmakla onu görevlendirmişti. Hz. Hamza’nın müsleye maruz bırakıldığını görünce üzüntüden yerinden kalkamamıştı. Bir müddet sonra gelen Hz. Ali, onu naşın başında bulmuş, kaldırmış ve alıp Allah Resûlü’nün yanına getirmişti.
Baskında Kurtulan İki Sahabi
Bu hain pusudan heyet içerisinde bulunan iki kişi sağ olarak kurtulmuştu. Bunlardan birisi Ka’b İbn-i Zeyd idi. O şehitler arasında yaralı kalmış ve herkes dağıldıktan sonra kalkmış ve Medine’nin yolunu tutmuştu. Hz. Zeyd daha sonra iyileşmiş; Hendek savaşına katılmış ve orada şehit düşmüştü. Bi’ru Maûne’de kurtulan diğer sahabî ise Amr İbn-i Ümeyye idi. Baskın esnasında Hz. Amr, gözcü olarak farklı bir yerde, Hz. Hâris İbn-i Sımme de farklı bir yerdeydi. Daha sonra arkadaşlarının bulunduğu yerde yırtıcı kuşların uçmasından şüphelenmiş ve hemen koşarak onların yanına gelmişlerdi. Geldiklerinde düşündükleri gibi bir manzarayla karşılaşmışlardı. Katiller de yakındaydı. Hz. Hâris, Hz. Amr’a, “Ne düşünüyorsun? Ne yapalım?” diye sormuştu.
Amr, “Ben Resûlüllah’a varmayı ve ona olanları haber vermeyi düşünüyorum” diye cevap vermişti. Hz. Hâris ise, “Ben Hz. Münzir’in şehit edildiği bir yerde ondan geriye kalmak istemiyorum” demiş ve birlikte katillerin üzerine doğru yürümüşlerdi. Hz. Hâris’in o kadar kalabalıkla başa çıkması mümkün değildi. Derken ikisi de esir düşmüştü. Düşmanları, Hz. Hâris’e, “Sana ne yapmamızı arzu edersin?” diye sormuş O da, “Beni, Hz. Münzir ve Hz. Haram İbn-i Milhan’ın şehit olduğu yere kadar götürün sonra da benden zimmetinizi kaldırın.” demişti. Bunun üzerine onlar da Hz. Hâris’in isteğini yerine getirmiş ve onu orada serbest bırakmışlardı.
Hz. Hâris, serbest kalınca yine eline kılıcını aldığı gibi onlarla çarpışmaya tutuşmuştu. Kimse yanına yaklaşamıyordu. Bu sefer üzerine mızraklarla saldırmış ve onu da şehit etmişlerdi. Hz. Amr İbn-i Ümeyye’ye gelince o, kendileriyle çarpışmadığı gibi Mudar kabilesinden olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Âmir İbn-i Tufeyl, onu yanına çağırmış ve kendisine, “Anneme bir can borcum vardı. Seni, onun adına bağışlıyorum, artık hürsün!” demiş ve saçlarının ön kısmından bir tutam keserek onu serbest bırakmıştı.10
Hz. Amr İbn-i Ümeyye, Medine Yolunda
Serbest bırakılan Amr, vakit kaybetmeden Medine’ye doru yolu çıktı. Dört günlük yaya yürüyüşten sonra “Kanât” vadisinin çıkışına kadar gelmişti. Burada Âmiroğullarından iki kişiyle karşılaştı. Onlar Allah Resûlüne gelmiş ve Efendimiz de onları giydirmiş bir de kendilerine eman vermişti. Ancak Amr’ın bundan haberi yoktu. Onları kendilerine baskın yapıp arkadaşlarını öldüren gruptan zannetti. Onlarla tanışıp bir miktar oturdu. Yorgun olan bu kimseler kaylûle yapmak ve dinlenmek istedi. Derken onlar uykuya dalınca Hz. Amr da eline aldığı kılıcıyla her ikisini de şehit edilen arkadaşlarının hesabı adına öldürdü. Bundan sonra Medine’ye gelen Amr İbn-i Ümeyye Bi’r-i Maûne’de olup bitenleri Peygamberimiz’e anlattı.
Bunun yanında Hz. Amr, yolda gelirken Medine yakınlarında karşılaşıp öldürdüğü Âmiroğullarına mensup iki kişiden de bahsetti. Allah Resûlü kendisine: “Sen ne kötü iş yaptın! Zira öldürdüğün her iki insana da Ben koruma ve eman vermiştim. Mutlaka onların diyetini ödeyeceğim.” buyurdu. Bu arada Âmir İbn-i Tufeyl, kendisi Bi’r-i Maûne ashabına baskın yapıp hepsini öldüren o değilmiş gibi Peygamberimiz’e mektup yazıp ashabından birisinin, kendilerine eman verildiği halde iki adamını öldürdüğünü bildirmişti. Peygamber Efendimiz sözüne sadık ve vefalı, adil bir insandı. Eman verdiği bu insanların diyetini iki Müslüman hür insan bedeli olarak takdir edip mektubu getiren elçiyle birlikte gönderdi.11
Allah Resûlü’nün Hüznü ve Kunut Duası
Hem Bi’ru Maûne hem de Recî’ ihanetlerinin acı haberi, Medine’ye akşama doğru ulaşmıştı. Allah Resûlü, her iki olaya da çok üzülmüş ve “Bu, Ebu Bera’nın işi. Aslında Ben, heyet göndermeyi çok da isabetli bulmuyordum.” buyurmuştu. Peygamber Efendimiz, o gecenin sabah namazından itibaren bütün farz namazların son rekatında secdeye varmadan önce şöyle dua etmeye başlamıştı: “Allah’ım! Mudar kabilesi üzerine azabını indir. Allahım! Lihyanoğulları, Zi’b, Ri’l, Zekvan, Usayye, kabilelerini Sana havale ediyorum. Allahım! Adal ve Kârre kabilelerini de yine Sana havale ediyorum. Zira onlar Sana ve Resûlüne isyan ettiler. Allah’ım! Velîd İbn-i Velîd, Seleme İbn-i Hişam ve Ayyaş İbn-i Rebîa ve Müslümanlardan hicret etmeye imkan bulamayan alıkonulmuş kimseleri de kurtar.” İlk defa başlayan bu kunut uygulaması, bir ay kadar devam etmişti.12
Allah Resûlünün bu süreçte yaşadığı hüzne şahit olan Hz. Enes ve Ebu Said el-Hudrî, (radıyallahu anhüma), ashabın başına gelen bu elem verici olaydan O’nun ne kadar etkilendiğini şöyle belirtirler: “Resûlüllah’ın Bi’r-i Maûne’de şehit edilen ashabına üzüldüğü kadar hiçbir şeye üzüldüğünü görmedik.”13 Zira Uhud’daki yarası daha ter u taze olan Allah Resûlü’nün acısına bir seksen kişi daha eklenince ıstırabı bir o kadar daha katlanmıştı. Ayrıca bu sahabîler, O’nun, Suffe’de dört yıldır kendilerine emek verip yetiştirdiği, Kur’an, Sünnet, Fıkıh ve Akaid alanında derin bilgisi olan hafız kimselerdi. Tabiri diğerle O’nun eğitim kadrosuydu.
Bu arada Allah Resûlü, kendisine Cibril’in getirdiği vahiyle bir nebze de olsa teselli bulmuş ve bu müjdeyi ashabıyla paylaşmıştı: “Kardeşleriniz şehit düşünce ‘Ey Rabbimiz! Bizden haber bekleyen kardeşlerimize, bizim senden razı Senin de bizden razı olduğun haberini ulaştırır mısın?” diye Rab’lerinden talepte bulundular. Onların bu isteğine cevap veren Allah, şimdi bana şu ayeti inzal buyurdu: “Bizden, kavmimize, Rabbimiz’e kavuştuğumuzu ve O’nun bizden razı, bizim de Ondan razı olduğumuzu tebliğ edin.” Hatta uzun zaman bu ayeti okuduklarını ifade eden Hz. Enes, daha sonra bunun neshedildiğini söyler.14
Yazar: Dr. Selim Koç
Dipnot:
- Bi’ru Maûne, Benî Süleym ile Âmir yurdunun arasında bulunan bir kuyudur. Benî Süleym yurduna daha yakındır. (Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Büldan, http://arabiclexicon.hawramani.com; İbn Hişam, es-Sîre, III/110) Hatta bu her iki yerleşim yeri buraya yakınlığından dolayı bu isimle de anılır. (Vakıdî, el-Meğazî, I/295)
- Vakıdî, el-Meğazî, I/294; İbn Hişam, es-Sîre, III/110
- Vakıdî, el-Meğazî, I/294
- İbn Hişam, es-Sîre, III/110-111
- Vâkıdî, el-Meğâzî, I/295; İbn Hacer, İsâbe, 1470 (8604)
- Semhudî, Vefau’l-Vafa, I/442
- Buharî, Meğâzî 28 (4091, 4092); Müslim, İmâre 147 (677)
- Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe, s. 202 (1071)
- Bkz. Buharî, Meğâzî 28 (4093)
- Vâkıdî, el-Meğâzî, I/295-296; Ve bkz. İbn Kesîr, el-Bidayetü ve’n-Nihaye, IV/86
- Vakıdî, el-Meğâzî, I/298; İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, IV/86
- Buharî, Meğâzî 28 (4088; 4089;4090)
- Müslim, Mesâcid 55/294, 295 (675); Vakıdî, el-Meğâzî, I/297
- Buharî, Meğâzî 28 (4093)); Cihad 9 (2801); (Müslim, Mesâcid 55/297 (677); Vakıdî, el-Meğâzî, I/297