Nebevî Eğitimin İlkeleri (16): “YAKIN OL!”

885

Nebevî eğitim ve öğretimin temel ilkelerinden birisi de muhataba yakın olmak, yakın davranmak ve yakınlık göstermektir. Bir çok anne-baba ve muallim “yakın olursam annelik-babalık/muallimlik otoritem sarsılır ve çocuklarım/öğrencilerim gevşer, şımarır, söz dinlemez, eğitim-öğretim yapamam” vb. gibi mazeretlerle terbiyesiyle mesul olduğu kişilerle aralarına çok fazla mesafe koyarlar. Ciddiyet ve vakar ile muhataplarına yakınlık ve samimiyet dengesini ayarlayamazlar. Bugün pedagogların yaptığı araştırma ve tespitlere göre bu hususta dengeyi bulmak ve bunu korumak verimli bir eğitim için şarttır. Zira sözlü ya da sözsüz yakınlık davranışları muhatapların iradelerini güçlendirir, onları eğitime motive eder, eğitim öğretimde karşılıklı ilişkileri zenginleştirir, sevgi ve saygıyı besler ve güven ortamını oluşturur. Bunların tabii bir sonucu olarak verimlilik artar ve disiplin problemleri daha da azalır.1 Aksi takdirde talim ve terbiyenin gerektirdiği yakınlığın kurulamadığı ortamlarda eğitim ve öğretim de hakkıyla yapılamaz.

Muhataba yakınlık, ilahî ahlaktır!

İlahi ahlak açısından bakıldığında Allah’ın kullarına yakın olduğu hakikati konumuza ışık tutacak önemli bir husustur. Kur’ân, Allah’ı tanıtırken, O’nu (ألقريب) “Karîb” yani “kullarına yakın” ismiyle de tanıtır: “Kullarım Beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da davetime icabet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selamete ersinler.”2 Bir başka ayette ise bu yakınlığın derecesi çok çarpıcı bir teşbihle açıklanır: “İnsanı Biz yarattık. Onun için nefsinin kendisine neler fısıldadığını, neler telkin ettiğini Biz pek iyi biliriz. Çünkü Biz ona şah damarından daha yakınız.”3 

Dolayısıyla her insan aracıya ihtiyaç duymadan isteğini doğrudan doğruya Rabbinden talep edebilir. Allah, herkesin isteğini duyar ve bazen istediği gibi bazen de ondan daha hayırlı bir şekilde dualarına icabet buyurur. İnsanın bu yakınlığı bilmesi, ona büyük bir huzur, itminan ve güven verir. Bu şuur onu Rabbine bağlar ve yaklaştırır; imanını ve teslimiyetini güçlendirir, takvasını artırır; söz ve davranışlarına çeki düzen verir. O’na yöneldiğinde “Acaba beni duyar mı? Acaba isteklerime cevap verir mi?” diye zerre kadar endişe duymaz; gönülden, tam bir yakîn ile O’na yalvarır. Öyle ki bu manevî yakınlığın yerine konulabilecek başka bir alternatif de yoktur.

Bir de insan nerede olursa olsun kendisine şah damarından daha yakın olan Rabbine yalvarıp yakarabilir, her türlü ihtiyacını O’na arz edebilir; sesini duyurmasına ve isteğini Rabbine ulaştırmasına kimse mani olamaz. Kur’ân’ın beyanıyla “… Her nerede olursanız olun O, sonsuz ilim ve kudretiyle tek Rab ve İlah olarak her an ve her yerde sizinle beraberdir…”4 Bu iman, kulun iradesini güçlendirir, söz ve davranışlarını daima kontrol etme, bu vesileyle şahsiyetini güzelleştirme imkanı sunar. Allah Resûlü bir sefer esnasında, bu yakınlığı ihlal etmeme adına tespih ve tekbir getirirken seslerini fazla yükselten ashabını şöyle uyarır: “Ey insanlar! Kendinizi yormayın! Sizler işitmeyen veya uzakta olan birine seslenmiyorsunuz. O, nerede olursanız olun sizinle birliktedir. Şüphesiz şanı yüce olan Allah  hem “Semi'” işiten hem de “Karîb” yani yakın olandır.”5

Dolayısıyla Allah’ın kullarına yakınlığını duyurması, kullarının da bu yakınlığı koruma adına  dikkat ve gayretleri, insanı, yanlış duygu ve düşüncelerden arındıran, kötülüklere karşı koruyan, iman, amel ve ahlak açısından da motive edip kemâle yönlendiren önemli vesilelerden birisidir. O’nun, Rab olarak kullarına yakın olması ve yakınlığını  duyurması, anne-baba ve eğitimcilere “mutlaka muhataplarına yakın olma, yakın durma ve onların bir yakını olma ve bu yakınlığı onlara hissettirmesi” gerektiği ilkesini ders verir. Zira âlemlerin Rabbi Allah, insanoğluna yakınlığını çok etkili bir ifade ile bildirerek sevgisiyle/yakınlığı ile kalplerine yerleşir ve onları gönülden itaate yaklaştırır.

Muhataba yakınlık, nebevî bir ahlaktır!

Kur’ân, Allah Resûlü’ne “Sana tabi olan müminlere sevgi, şefkat ve merhametle kol kanat ger!”6 diye emir buyurur ve muhataplarını eğitebilmesi, kötülüklerden arındırabilmesi adına onlara olabildiğince yakınlık göstermesinin gerekliliğini beyan eder. O da bu emri hakkıyla yerine getirir ve onlara yakınlığını zirveye taşır. Kur’ân bu eşsiz yakınlığı ifade ederken şöyle buyurur: “Nebi, mü’minlere kendi öz canlarından daha yakındır…”7 Allah Resûlü bizatihi kendisi de “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, hiçbir mü’min yoktur ki, Ben ona, dünyada ve ahirette insanların en yakını olmayayım…” buyurur ve bütün müminlere karşı beslediği yakınlık duygularını net olarak seslendirir. Hatta o bu nurlu beyanlarında sadece bu gerçeği ifade etmekle kalmaz, bunun omuzlarına yükleyeceği maddî sorumlulukların da altına girer: “Kim bir mal bırakırsa onu mirasçıları alsın. Eğer geride bir borç veya korunmaya muhtaç çoluk-çocuk bırakırsa bana gelsin, ben onun yakınıyım.”8 

O, bir taraftan mü’minlerin ilk muallimi olarak, muhataplarına karşı kendi konumunu ifade ederken diğer taraftan ilk talebelerinden kıyamete kadar gelecek bütün  mü’minlere de “Resûlüllah’a yakın durma” dersi de verir: “Hayatım elinde olan Allah’a yemin olsun ki, Ben bir kimseye ailesinden, anne-babasından, çocuğundan, servetinden ve bütün insanlardan daha sevgili/yakın olmadığım sürece o kişi gerçek manada iman etmiş olamaz.”9 O, bu beyanlarıyla aynı zamanda muallim ya da rehberden tam istifade adına onlara yakın olmak/yakın durmak gerektiğine de işaret eder. 

Allah Resûlü’nün bu yakınlık anlayış ve hassasiyeti sadece inanan insanları değil inanmayan kimseleri de içine alır. Bundan dolayıdır ki O’nun bütün cehd ve gayretleri karşısında insanların hala uzak durması O’nu iki büklüm eder.10 Kur’ân’ın beyanıyla, muhataplarına Hak için yaklaşıp hakikati anlatmak istediğinde onların yüz çevirip uzaklaşması Allah Resûlünü çok üzer. Kur’an, bu üzüntüsünün derinliğini ifade ederken O’nun duygularına şöyle tercüman olur: “Ey Resûlüm! Neredeyse onlar iman etmiyor diye üzüntüden kendini yiyip tüketeceksin!”11

Ashabı da Resûlüllah’a Yakındı

Allah Resûlü, ashabına yakın olduğu gibi, ondan bu dersi alan ashab-ı kiram da O’na yakındı. Zaten yakın durmasalar O’nun ilim, iman, hikmet ve ahlakından istifade edemezlerdi. Onlar o kadar Allah Resûlü’nü seviyor ve O’na yakın duruyorlardı ki maddi-manevi bütün tercihlerini O’ndan yana yapıyorlardı. O’nu canlarından çok seviyor ve duydukları yakınlığı her vesileyle “Annem babam sana feda olsun ya Resûlallah!” diyerek12 en beliğ şekilde ifade ediyorlardı.

Allah Resûlü de bu sevgi ve yakınlığı, onları yetiştirme adına tam değerlendiriyor ve İslamî hayatı  bütün teferruatıyla ele alıp öğretiyordu. Hatta Allah Resûlü’nü ve ashabını bu noktada tenkit eden müşrikler, bir gün Hz. Selman’a gelir ve onu sıkıştırmaya çalışırlar. Bunun için “Bakıyoruz da Nebiniz, tuvalet adabı dahil her şeyinizle ilgileniyor ve her şeyi size öğretiyor!” diye alay etmeye kalkışırlar. Bunun üzerine Hz. Selman, “Evet! O, bize tuvalet adabını da öğretiyor. Bu çerçevede bize, sağ elimizle temizlenmeyi, hacet giderirken kıbleye doğru dönmeyi ve hayvan kemikleri ve tersleriyle taharet yapmayı da yasaklıyor…”13 diye cevap verir.

O’nu o kadar yakını bellemişlerdi ki hiç kimseye açamayacakları en mahrem problemlerini O’na rahatlıkla danışabiliyor ve çözüm bekliyorlardı. Bir gün Allah Resûlü Mescid-i Nebevî’de iken yanına bir genç yaklaşır ve hiç kimseye açamayacağı bir arzusunu dile getirir. Zira böyle hususi bir duygusunu söyleyebileceği O’ndan daha yakını yoktur: “Ya Resûlellah! Ben şehvetime hakim olmakta zorlanıyorum. Zina için bana izin verir misin?” Bu isteği duyan oradakilerden bazıları, gencin böyle bir isteğini Resûlüllah’a söylemesine öfkelenir ve onu susturmaya kalkışırlar. Bu manzaraya şahit olan Allah Resûlü ise hem sukûnetini muhafaza eder hem de “Onu bana bırakınız!” buyurarak onları yatıştırır. Ardından gençten önüne oturmasını ister. Birtakım sorular sorar ve genci, isteğinin doğru olmadığına ikna eder. Ardından da yakınlığını duyaracak şekilde elini gencin göğsünün üzerine koyar ve ona şöyle dua eder: “Allah’ım! Bu gencin kalbini kötü düşüncelerden arındır, günahını bağışla, kendisini de iffetli kıl!”14

Bu içten dua ve yakınlık, şefkat ve kavlî-fiilî dualarla kendini toparlama imkanına kavuşan delikanlı daha sonra Medine’nin en iffetli gençleri arasında yerini alır ve bizzat Allah Resulü tarafından evlendirilir. Onun için eğitici konumda bulunan kimseler, muhataplarına ne kadar yakın olurlarsa onlara o kadar daha fazla yardımcı olabilir, yol gösterebilirler. Aksi takdirde anne-babalarını, muallimlerini ve rehberlerini kendilerine uzak gören kimseler, iç dünyalarında yaşadıkları/yaşayacakları problemlerini onlara danışmaktan çekinir/korkarlar. Öyle olunca da tam ihtiyaçlarının olduğu bir dönemde sıkıntılarını onlara açamadıkları için yanlışa düşerler. Düştükten sonra birisi de yakınlık gösterip el uzatmazsa kolay kolay kalkamaz ve hatalarından kurtulamazlar.

Dolayısıyla Allah Resûlü’nün ve ashabının takip ettiği bu yol her eğitimcinin takip etmesi gereken evrensel bir metottur. Zira insanlara yakın olmayan, yakınlık duymayan bir kimse mesajını tam olarak ulaştıramaz, onları da kendine ve mesajına yaklaştıramaz; muhataplarına yeni bir ruh ve şekil veremez, eğitemez, şahsiyet kazandıramaz. Ancak yakın olabilmenin sözlü-sözsüz vesileleri vardır bunlar yerine getirilmeden yakınlık iddiası ortada kalır, gerçekleşmez ki bu konu makalenin ikinci bölümünde detaylı bir şekilde ele alınacaktır. 

Nebevî Eğitimin İlkeleri (17): “YAKINLIĞINI DUYUR!”

Dipnot:

  1. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Aynur Geçer, Deniz Deryakulu, Öğretmen Yakınlığının Öğrencilerin Başarıları, Tutumları ve Güdülenme Düzeyleri Üzerindeki Etkisi, dergipark.org.tr
  2. Bakara Sûresi, 2/186 ve bkz. Hûd Sûresi, 11/ 61; Sebe’ Sûresi, 34/50
  3. Kâf Sûresi, 50/16
  4. Hadîd Sûresi, 57/4
  5. Buharî, Cihâd 131 (2992); Müslim, Zikr 13/44 (2704)
  6. Şu’arâ Sûresi, 26/215
  7. Ahzab Sûresi, 33/6
  8. Müslim, Ferâiz 5/14-16 (1619)
  9. Buhârî, İman 8 (14, 15); Müslim, İman 16/69, 70 (44)
  10. Bkz. İnşirah Sûresi, 94/3
  11. Şu’arâ Sûresi, 26/3; Kehf Sûresi, 18/6
  12. Bkz. Buhârî, Meğâzî 38 (4205)
  13. Müslim, Taharet 17/57-60 (262)
  14. Ahmet İbn Hanbel, Müsned, V/257 (22847); Taberânî, VIII/190 (7679); Zeynuddin el-Irâkî, Tahrîcu’l-İhyâ, II/411; Heysemî, Zevâid, I/129
2 Yorumlar
  1. Ali Demirel diyor

    Sağolunuz hocam çok teşekkür ediyorum
    Allah C.C razı olsun.
    Allah C.C. yar ve yardımcınız olsun.

  2. Zülfü Gökçe diyor

    Bu sitede çok önemli yazılar çıkıyor. Sağlam kaynaklarımıza dayalı gönül rahatlığıyla okuyacağımız yazılar. Rabbim inayetini yâr etsin. Teşekkür ediyorum. Başarılar diliyorum.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.