Kardeşliğe Kıymamak İçin! (2)

1.070

Kardeşine Sövme! 

İctimaî hayatta kardeşliğe; birlik ve beraberliğe zarar veren ve toplumda kavga ve düşmanlıkların oluşmasına sağlayan bir husus da kötü sözler ve sövmedir. Cenâb-ı Hak, bu tür sözleri sevmediğini şöyle ifade eder: Allah, zulme (haksız itham ve iftiralara) uğrayanların (hakim karşısında konuşup hakkını savunması dışında) kötü sözün (ve çirkin işlerin) açığa vurulup söylenmesini sevmez…”1 Böylece O, toplum içinde fitne ve fesadı artıracak kötü söz ve cümlelerin kullanılmasını yasaklar. Zira bu tür ikili söz düelloları, zamanla insanları çok ciddi kavga ve ayrışmalara hatta çatışmalara kadar götürebilir. 

Ardından gelen ayetle de Kur’ân, -zulüm ve haksızlığın devamına sebebiyet vermediği sürece- sabredip affetmeyi tercih etmenin, daha hayırlı olduğunu ifade eder: “Siz bir hayrı açıklar ya da gizli tutarsanız veya bir kötülüğü bağışlarsanız, bilin ki Allah da affedicidir, güçlüdür.”2 İnsan, affettikçe ezileceğini daha da zelil duruma düşeceğini zannedebilir. Bu düşünceye karşı Allah Resûlü “…Kul affettikçe izzeti ve şerefi artar…”3 buyurur ve affın insana değer kazandıran önemli bir dinamik olduğuna dikkat çeker.

Allah Resûlü, Müslümana sövmeyi bir fasıklık4 ve büyük günah olarak niteler.5 Bunun için sövene karşı kendisini müdafaa etmek isteyen kimseye de üslubunu bozmama uyarısında bulunur: “Mazlum haddi aşmadıkça, sövmenin bütün mesuliyeti başlatan kimsenin üzerinedir.”6 Bu açıdan Allah Resûlü, mü’minin bu tür kötü söz ve davranışlardan uzak durmasını emrederken onu şöyle tarif eder: “Mümin, insanların şeref haysiyetlerine dil uzatıcı ve onlara lanet okuyucu değildir. O, kötü/çirkin söz söyleyip onlara küfreden/kötülük yapan ve onlara hayasızca muamele de bulunan kimse de değildir.”7

Dolayısıyla bu tür durumlarda müminin şahsiyetini koruması için öfkesine ve duygularına kapılmaması önemlidir. Yoksa insanın, kötü söze karşılık verirken üslubunu ve ölçülerini koruması çok zordur. Aktif sabırla hakikatin ortaya çıkmasını beklemek ise en salim yoldur. Kötü sözle, kavgayı değil sabır ve iyi sözle iyiliği ve kardeşliği yüceltmek vazife bellenmelidir.    

Allah Resûlü, Hz. Ebû Bekir’le sohbet ediyordu. Bulundukları yere bir adam geldi ve Hz. Ebû Bekir’e uygunsuz bir söz söyledi ancak o, kendisine hiçbir karşılık vermedi. Bunun üzerine adam tekrar kötü söz söyledi ve Hz. Ebû Bekir’e sataşmasını sürdürdü. O yine sabredip sessiz kaldı. Fakat adam, Hz. Ebû Bekir’in bu güzel davranışından ders alıp hakaretinden vazgeçeceğine tam tersi üçüncü kez hakaret etti. Daha fazla dayanamayan Hz. Ebû Bekir, kendini müdafaa için ona cevap verdi. Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalalâtu vesselâm) hemen ayağa kalkıp oradan uzaklaşmaya başladı. 

Bu duruma üzülen Hz. Ebû Bekir hemen arkasından koşarak “Ey Allah’ın Resûlü! Yoksa bana kızdınız mı?” diye sordu. Peygamber Efendimiz “O, sana sataştığında semadan bir melek inmiş ve seni müdafaa etmeye başlamıştı. Ancak sen cevap vermeye başlayınca gelen melek uzaklaştı ve hemen şeytan orada beliriverdi. Ben ise şeytanın bulunduğu bir ortamda asla durmam.”8  

Bu hususta ashab-ı kiram da çok dikkatli hareket eder; başkalarını küçük düşürecek şekilde konuşulmasına asla müsaade etmezlerdi. Bir gün Urve İbn-i Zübeyr, adı ifk hadisesine karışan Hz. Hassan İbn-i Sabit’i aşağılamak isteyince Hz. Âişe validemiz ona müsaade etmemiş ve “Onu aşağılama! Zira o, Allah Resûlü’nü müdafaa ederdi.” demiştir.9

Kardeşini Aldatma!

Allah Resûlü, hicretten kısa bir süre sonra kurduğu Medine çarşısını zaman zaman kontrol için gezer ve ticarî hayatın, adalet, doğruluk ve güven üzerine şekillenmesi için mücadele ederdi. Çarşı-pazar kontrollerinden birisinde buğday satan bir adamın tezgahına uğradı. Elini buğday dolu çuvalın içine daldırdı ve alt kısmın biraz ıslak olduğunu hissetti. Bir avuç aldı ve satıcıya “Niçin, bunun altı biraz yaş?” diye sordu. Satıcı “Akşam yağmur yağdı. Onun için biraz ıslandı.” diye mazaret beyan edince Efendimiz, “O zaman ıslak olanla olmayanı birbirinden ayrı pazarlamalı değil miydin?” dedi ve ardından kıyamete kadar gelecek bütün inananlara şu temel ölçüyü verdi: “Aldatan, bizden değildir!”10 

Bu ilkeye riayet etmeyip müşterilerini bir şekilde kandırıp kazanç elde eden kimseler ise “…Müslümanın canı, malı ve onuru/şahsiyeti Müslümana haramdır.”11 hükmüne göre hem haram işler hem de kul hakkına girerler. Kul hakkına girmemek ve uhuvvete zarar vermemek için sadece ticarî hayatta değil sosyal hayatta da mü’minlerin birbirini aldatması yasaklanır: “Her kim kardeşine, bile bile doğru olmayan bir görüş bildirirse ona ihanet etmiş olur.”12

Farklı vesilelerle aldatma üzerinde duran Allah Resûlü, bu meyanda kelime oyunlarıyla (ta’rîz) dahi olsa mü’minlerin aldatılmasını/yanıltılmasını onlara ihanet olarak değerlendirir: “Bir konuda seni tasdik ettiği halde kardeşine yalan söylemen, ne büyük ihanettir.”13 Kaldı ki hadislerde, “yalan söylemek, sözünde durmamak ve emanete ihanet etmek”14 münafıklığın üç alameti olarak sayılır ve bununla her çeşit yalan, iki yüzlülük ve ihanet yasaklanır. 

Kardeşinin Satışı Üzerine Satış Yapma!

Allah Resûlü, ticari ilişki ve ihtilaflardan kaynaklanacak gerilim ve kavgaların kardeşliğe zarar vermemesi için bir takım yasal düzenlemeler de yapar. Mesela, pazarlık sırasında satıcıyla alıcı arasına girip sunî fiyat artışı yapmak suretiyle alıcının malî açıdan zarara uğratılmasını yasaklar: “… Sakın, satın almayacağınız bir malın fiyatını, onu alacak kimseyi mağdur etmek için artırmaya kalkışmayın. Bir de sizden hiç bir kimse, kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın…”15 Böylece O, hem başkalarının ticaretinin zarar görmesinin hem de kardeşlik atmosferinin bundan menfi manada etkilenmesinin önüne geçer. 

Allah Resûlü, yine ticarî ihtilafların kardeşliğe zarar vermemesi için şöyle buyurur: “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Bir Müslümanın din kardeşine, malındaki kusuru açıklamaksızın satması helal değildir.”16 Veda hutbesinde de kardeşliği nazara veren Allah Resûlü, maddî/ticarî ilişkilerin uhuvvete ve toplumun vahdetine zarar vermemesi için “…Bir Müslümana, gönül rızası olmadan kardeşinin malı helal olmaz.” buyurmuş17 ve alış-verişlerde karşılıklı rızaya da dikkat çekmiştir. 

Haksız yere kardeşlerinin hakkını yemeleri/almaları durumunda ise bunun ötelerde karşılarına ateş olarak çıkacağı ihtarını yapmıştır: “Davalarınızda bana başvuruyorsunuz. Ben de bir insanım. Belki biriniz delilini diğerinden daha güzel ifade eder ve ben de ondan duyduğuma göre onun lehine hüküm veririm. Bu şekilde kime yanlışlıkla kardeşinin hakkından bir şey vermişsem asla onu almasın. Zira böyle bir durumda ona ben ancak bir ateş parçası vermiş olurum.”18

Kardeşinin Başına Gelen Belaya Sevinme!

Mü’minler arasında bazen maddî bazen fikrî bazen de güzel geçinememekten kaynaklanan ihtilaflardan dolayı kardeşlik duyguları zarar görebilir. Bu tür durumlarda en kısa yoldan sulh temin edilmeli ve zedelenen kardeşlik duygularının tamirine başlanılmalıdır. Yoksa düşmanlık duygularıyla hareket edip gerilimi devam ettiren kimseler farkında olmadan pek çok günah ve vebale girerler. Kur’ân bu tür durumlarda “…Sulh, daima hayırlıdır…”19 buyurarak uzlaşmayı nazara verirken, Allah Resûlü de “Birbirinize karşı kin ve nefret beslemeyiniz! Hasetleşmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olun!..”20 buyurur ve kardeşliğin bu tür afetlerden korunmasını emreder. 

Allah Resûlü’nün beyanıyla kalplerdeki kin ve buğz, mü’mini kardeşine bedduaya hatta “Başına bir bela gelse de sevinsem!” beklentisine sokar ki bu da onun için büyük bir gailedir: “Kardeşinin başına gelen bir şeye sevinip gülme! Sonra Allah ona merhamet edip seni aynı şeyle imtihan eder.”21 Dolayısıyla bu tür imtihanlara maruz kalmamak için kalplerdeki kin, nefret ve buğzu tedaviyle işe başlamak gerekir. Allah Resûlü’nün tedaviye başlangıç adına şu tavsiyesi çok kolay, pratik ve önemlidir: “El sıkışın, içinizdeki kin gitsin. Birbirinize hediye verin sevginiz artsın ve düşmanlıklar yok olsun.”22  

Kaldı ki mü’min, kardeşlik hukuku gereği diğer kardeşleriyle kendisini tek vücut olarak düşünür ve ona göre hareket eder. Kardeşlerinin ıstırabını o da ruhunda hisseder ve dertlerine deva olma adına bilfiil koşturur. Kardeşleriyle arasındaki problemi büyütmez bilakis kardeşliği büyütecek şekilde hareket eder. Gerekirse özür diler ve aralarında meydana gelen hadiseyi bir an önce sağlıklı iletişime dönüştürür. Böyle bir durumda karşı tarafa düşen özrü kabul etmektir. Aksi takdirde Allah Resûlü’nün beyanıyla “Kardeşi samimi özür dilediği halde özrünü kabul etmeyen kişiye onun hatası gibi hata yazılır.”23

Mü’min, kardeşinin başına gelen musibete sevinen kimse değil bilakis kardeşlerinin gönlüne sevinç akıtan kimsedir. Zira Allah Resûlü’nün beyanıyla amellerin en faziletlilerinden birisi de budur: “İnsanların Allah’a en sevimlisi onlara en çok faydası dokunandır. Amellerin Allah’a en sevimlisi bir Müslümanın kalbine sevinç salmaktır. Mesela ya onun bir sıkıntısını gidererek ya borcunu ödeyerek ya da açlığını gidererek ona yardımcı olmaktır. Onun için bir mü’min kardeşimin ihtiyacı için koşturmam bana şu Mescitte bir ay itikafa girmemden daha sevimlidir. Kim öfkesini gerçekleştirme imkânı varken gazabına hâkim olursa Allah da kıyamet günü kalbini rıza ile doldurur. Kim de bir kardeşinin ihtiyacını gidermek için onun yardımına koşarsa, ayakların kaydığı gün Allah onun ayaklarını sabit kılar.”24

Kardeşine Silah Çekme!

Allah Resûlü, Müslümana sövmeyi ona hakaret etmeyi, fâsıklık olarak nitelediği gibi “… Onunla savaşmak da küfürdür.”25 buyurur ve böyle bir davranışın insana küfre denk kötülükler/cinayetler işletebileceğine dikkat çeker. Ümmetine son emir ve tavsiyelerini yaptığı veda hutbesinde de “… Benden sonra birbirinizin boyunlarını vuran kafirlere dönmeyin!”26 ikazını yapar ve haksız yere öldürme fiilini irtikap edenleri küfre düşme tehlikesine karşı uyarır. Zira böyle büyük bir günah insanı küfre kadar götürebilir.  Hatta toplumda çok büyük fitnelere ve savaşlara ve önü alınamayacak bölünmelere sebebiyet verebilir. 

Allah Resûlü’nün bu hususta getirdiği yasaklardan biri de Müslümana karşı silah çekme yasağıdır. O nurlu beyanlarının birinde “Bize karşı silah doğrultan, bizden değildir.” buyurur27 ve mü’minleri çok veciz ve etkili bir şekilde uyarır. Yine bir başka hadislerinde silahını kullanan kimseyi bekleyen kötü akıbete de şöyle dikkat çeker: “İki Müslümandan biri, din kardeşine silah çekerse, ikisi de cehennemin kenarındadırlar. Biri diğerini öldürürse ikisi birden girerler.”28 Bu konudaki bir başka hadislerinde de “İki Müslüman kılıçlarıyla karşılaştığında katil de maktûl de (öldürülen) cehennemdedir.” buyurur. Bunun üzerine kendisine “Ey Allah’ın Resûlü! Katili anladık fakat maktûl niçin cehenneme gider?” diye sorulur. Allah Resûlü de “Zira o da arkadaşını öldürmeye hırslıydı.” buyurur.29   

Allah Resûlü değil Müslümana silah doğrultmayı ona, elde taşınan silah ve benzeri malzemelerle zarar verilmesini ya da korkutulmasını dahi yasaklar: “Yanında ok varken mescitlerimize veya çarşı-pazarımıza uğrayan kimse, Müslümanlardan herhangi birine onlardan bir zarar gelmemesi için okunun ucunun demirlerini eliyle tutsun.”30 Yine bundan dolayı silahla şakalaşmayı da yasaklar ve: “Sizden bir kimse kardeşine silah doğrultmasın. Zira şeytan parmağına dokunur da o da cehennemi boylar.”31 buyurur.

Kardeşine Hiçbir İyiliği Küçük Görme! 

Mü’minlerin kardeşlik ahlakı ve hukuku adına dikkat edecekleri önemli bir nokta da birbirlerine yapacakları hiçbir iyiliği küçümsememeleridir. Bu hususta Allah Resûlü, Hz. Ebû Zerr’e “Din kardeşini güler yüzle karşılaman bile olsa hiçbir iyiliği küçük görme!”32 buyurur ve kardeşlik bağlarını taze ve güçlü tutma adına ashabına/ümmetine yol gösterir. Genel manada Allah Resûlü, iyiliği, sadaka ibadetiyle de irtibatlı ele alır ve şöyle buyurur: “Her iyilik sadakadır. Kardeşini güler yüzle karşılaman, kovandan ihtiyacı olan bir şeyi onun kovasına boşaltman da bu tür iyiliklerdendir.”33 Bir başka hadislerinde yine Ebû Zerr’e hiçbir iyiliği küçük görmemesi gerektiği dersini verirken “… Şayet bir et satın alıp et çorbası yapacak olursan suyunu biraz fazla koy ve ondan komşuna da takdim et.” buyurur.34

Allah Resûlü, mü’minlerin birbirine olan sevgisini artırıp aralarındaki kardeşlik bağlarını güçlendirecek her türlü iyiliğe müminleri teşvik etmiştir: “Selamı aranızda yayın. Yemek yedirin ve Allah’ın size emrettiği gibi kardeşler olun!”35 Allah Resûlü, toplum fertlerinin tanışması ve kaynaşması adına selamın yaygınlaştırılması üzerinde özellikle durmuştur. Bu hususta insanları tanıdık ya da tanımadık herkkese selam vermeye davet etmiştir. Kendisine, “Hangi İslam daha hayırlıdır?” diye sorulunca “Yemek yedirmen ve tanıdığın ya da tanımadığın herkese selam vermendir.” buyurmuştur.36 Emniyet ve güven ortamının oluşması için selamı çok önemseyen Allah Resûlü, meseleyi imanla da irtibatlı şöyle ele alır: “Beni yaşatan Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayın!”37   

Sonuç

Allah Resûlü, mü’minler arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirmek ve bu bağa zarar verilmemesi için sözlü ve fiili olarak alınması gerekli her türlü önlemi almış ve çok hayati uyarı ve ikazlarda bulunmuştur. Sosyal ilişkilerde kardeşliği zedeleyecek ve toplumun birlik ve beraberliğine zarar verecek her olumsuz söz ve fiili yasaklamıştır.  O’nun koyduğu bu ölçüler yaşandığı ve yaşatıldığı ölçüde içtimai hayatta huzur, emniyet, güven ve barış hâkim olacaktır. Bugün insanlığı ve toplumları tehdit eden terör, şiddet, ırkçılık ve düşmanlık duyguları gibi olumsuz problemler karşısında bu evrensel kardeşlik ilkelerinin yaşatılması önemli katkılar sağlayacaktır. Yoksa kardeşliği hayatlarına hâkim kılamayan kimseler, beşerî hırs ve garîzeleriyle dünyayı yaşanmaz bir hale çevirecek ve hayatı hem kendilerine hem de gelecek nesillere zehir edecektir.

Yazar: Dr. Selim Koç

Dipnot:

  1. Nisa Sûresi, 4/148
  2. Nisa Sûresi, 4/149
  3. Müslim, Birr 19/69 (2588)
  4. Buharî, İman 36; Müslim, İman 64
  5. Ebu Davud, Edeb 40
  6. Müslim, Birr 18/68 (2587); Ebû Dâvud, Edeb 47; Tirmizî, Birr 51
  7. Tirmizî, Birr 48
  8. Ebû Dâvud, Edeb 49
  9. Buhârî, Menâkıb 16; Meğâzî 34
  10. Müslim, Îman 43/164 (102); Ebû Dâvud, Buyu’ 52
  11. Müslim, Birr 10/32 (2564)
  12. Ebû Dâvud, İlim 8
  13. Ebû Dâvud, Edeb 79
  14. Bkz. Buhârî, Îman 24; Müslim, Îman 25/107 (59)
  15. Buhârî, Buyu’ 58; Müslim, Buyu’ 6 (1413/52); Nikah 6/49-56 (1412-1414)
  16. İbn-i Mâce, Ticaret 45
  17. Bkz. Tirmizî, Tefsir 10
  18. Buhârî, Ahkâm 20; Müslim, Kitabu’l- Ekdıyye 3/4 (1713)
  19. Nisa Sûresi, 4/128
  20. Buhârî, Edeb 57; Müslim, Birr 7/23 (2559)
  21. Tirmizî, Sıfatu’l-kıyâme 54
  22. Mâlik, Muvatta, Hüsnü’l-Hulk 4/16
  23. İbn-i Mâce, Edeb 23
  24. Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, (6026); Müzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, II/265
  25. Müslim, İman 28/116 (64)
  26. Buhârî, (121); Müslim, İman 29/118 (65)
  27. Buhârî, Fiten 7 ; Müslim, İman 43/164 (101)
  28. Müslim, Fiten 4/16 (2888)
  29. Buharî, İman 22; Müslim, Fiten 4/14 (2888)
  30. Buharî, Salât 66, Fiten 7; Müslim, Birr 34/120-124 (2614)
  31. Buharî, Fiten 7
  32. Müslim, Birr 43/144 (2626); Tirmizî, Eti’me 30
  33. Tirmizî, Birr 45
  34. Tirmizî, Et’ime 30
  35. İbn-i Mâce, Et’ime 1
  36. Buhârî, İsti’zân 9; Müslim, İman 14/63 (39)
  37. Müslim, İman 22/93 (54)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.