Kardeşlik Hakkı İçin! (2)
Kardeşine Tevâzu ve Şefkat Kanatlarını Ger!
Rahmeti sonsuz Allah (celle celâluhu), “Sana tabi olan müminlere kol kanat ger!”1 buyurur ve Peygamber Efendimiz’e (aleyhissalâtu vesselâm) mü’minlerle olan ilişkilerinde tevazu ve şefkati esas alması gerektiğini talim eder. O da bu hususta o kadar hassasiyet gösterir ki “…Kalbi müminler üzerine titrer, onlara karşı pek şefkatli ve merhametli” davranır.2 Aslında bu, Allah Resûlü’nün şahsında bütün mü’minlere yapılmış bir tavsiyedir. Nitekim Efendimiz de “Allah Teâla Bana: ‘O kadar mütevâzi olun ki kimse kimseye böbürlenmesin, kimse kimseye zulmetmesin!’ diye bildirdi.” buyurur.3
Kur’ân da Rahman’ın has kullarının vasıflarını sayarken tevazuyu öne alarak “O Rahmân’ın kulları ki yeryüzünde kibir ve gösterişten uzak, son derece ağırbaşlı, saygılı ve mütevâzi yürürler. Hatta Rablerinin emirlerini tanımayan cahiller kendilerine sataştığında, onurlu ve efendi bir tavırla karşılık vererek ‘Selam olsun sizlere!’ Biz sizlerle bir olamayız’ der ve geçerler.”4 buyurur. Cahil ve kaba insanların uygunsuz söz ve davranışları hatta saldırgan tavırları, onların tevazu anlayış ve uslûbunu bozmadığı gibi yürümeye azmettikleri hak yoldan da alıkoymaz.
Yine Kur’ân’ın beyanıyla tevazuyu tabiatlarının bir derinliği haline getirmeyi başarmış kimseler, “Mü’minlere karşı daima şefkatli ve mahviyet içindedirler.”5 Allah Resûlü’nün beyanıyla bu seviyeyi ulaşan ve bu halini koruyan kimseler maddî-manevî yükseltilir, kibre girip çalım çakanlar ise alçaltılır.”6
Kardeşinin Hatalarını Araştırma, Ört!
Allah ve Resûlü’nün kardeş ilan ettiği mü’minlerde, görmek istediği bir fazilet de başkalarının özel hallerini, hatalarını, günahlarını ve ayıplarını araştırmamak bilakis örtmek, onları ifşa edip yaymamaktır. Kur’ân, “…Tecessüs etmeyin!..”7 yani “Birbirinizin günahlarını/ayıplarını araştırmayın!” buyurur ve kardeşliğe zarar verecek bu davranışı, yasaklar. Allah Resûlü de kardeşliği koruma adına birçok hususu gündeme getirdiği nurlu beyanlarının birinde “Zandan sakının! Zira zan sözün en yalan olanıdır. Birbirinizin mahrem hayatını araştırmaya kalkışmayın, birbirinizin özel konuşmalarını dinlemeyin. Birbirinize hased etmeyin, kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Birbirinizle menfi rekâbete girmeyin! Birbirinizin alış-verişini kızıştırmayın! Ey Allah’ın kulları kardeş olun!”8 buyurur ve tecessüsle beraber birçok kötü huy ve davranışı da yasaklar.
Rehber-i Ekmel (aleyhissalatü vesselam) Müslümanların ayıplarını araştırmaya kalkışacak kimseleri ikaz ettiği hitaplarının birinde de şöyle buyurur: “Ey dilleriyle Müslüman olan fakat henüz daha imanın kalplerine tam olarak yerleşmediği kimseler! Müslümanlara eziyet etmeyin, onları ayıplamayın! Onların ayıplarını da araştırmayın! Zira her kim Müslüman bir kardeşinin ortaya çıkmasını istemediği bir günahını/hatasını ortaya çıkarır ve bu suretle kendisini mahcup ederse Allah da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği özel hallerini meydana çıkarır. Bu suretle yaptığına karşılık kendi evi içinde bile olsa onu rezil eder.”9
Dolayısıyla mü’mine düşen görev, kardeşlerinin ayıplarını araştırmak ve onu rezil etmek değil bilakis ayıplarını örterek onu aziz kılmaktır. Bunun içindir ki Allah Resûlü, kardeşliğin gereklerini ifade ettiği bir hadislerinde bu hususu da dile getirerek sözlerini şöyle tamamlar:
“…Kim bir Müslümanın ayıbını örterse Allah da onun kıyamet günü bir ayıbını örter.”10
Yine bir başka beyanlarında, ayıpları örtmemenin psikolojik tesirine de temas eder ve böyle bir davranışın muhatabı yanlışın kucağına iteceğini belirtir: “İnsanların ayıplarını, gizli hallerini araştırmaya kalkarsan, onları ifsad eder ya da fesada yaklaştırmış olursun.”11 Kardeşinin izzet ve onurunu muhafaza eden kimse ise hem kardeşliği korur hem onun gönlünü kazanır hem de ahirette büyük mükafat elde eder: “Kim din kardeşinin onurunu/şerefini korursa Allah da kıyamet gününde onun yüzünü cehennem ateşinden korur.”12
Yine Allah Resûlü, hataları örtmenin muhatabın yanlışlarından kurtulmasına vesile olacağını bir teşbihle çok veciz ifade eder: “Kim bir mümin kardeşinin ayıbını görür ve onu örterse, diri diri toprağa gömülmek üzere olan bir çocuğu kurtarmış kimse gibi olur.”13 Dolayısıyla kardeşlerinin günah ve yanlışlarını örtmeyip ifşa edenler onları diri diri gömmeye çalışan kimseler gibidir. Böyle bir davranış da hem insanlık hem İslâm ahlakı hem de kardeşlik hukukuyla telif edilemez. Kaldı ki ayıpların araştırılıp ortaya dökülmesi muhatapları haktan/hakikatlerden soğutacağı gibi insanların arasına kin, nefret ve düşmanlık duygularının ekilmesine ve bunun sonucunda başka kötülüklerin de ortaya çıkmasına sebebiyet verecektir. Hatta bu durum zamanla insanların haya duygularının azalmasına, toplum içi sosyal denetim ve kontrol mekanizmasının zayıflamasına ve ahlaksızlıkların normalleşmesine de neden olacaktır.
Bütün bu tehlikelerin yanında Allah Resûlü’nün şu ikazına da herkes dikkat etmelidir: “Din kardeşini bir günahından dolayı ayıplayan kimse, o günahı kendisi de işlemedikçe ölmez!”14 Burada şunu da belirtmek gerekir ki hukuken suç kapsamına giren hususlar, burada araştırılması yasaklanan kişisel kusurların dışındadır ve onları araştırmak da yetkililerin görevidir.
Kardeşini Affet!
İnsan bazen kardeşlik hukukunu koruyamayıp kardeşine yanlış yapabilir ve hakkına girebilir. Bu tür durumlarda muhataba düşen vazife, kardeşine hemen öfkesini kusmak, ona düşmanlık beslemek ya da onunla kavga etmek değil ya meşru yollarla hakkını aramak ya da af olmalıdır. Bu hususta Kur’ân’ın verdiği temel ölçü şudur: “… Allah’ın emirlerine uygun yaşayan muttaki kimseler, öfkelerini yutarlar ve insanlara karşı affedici davranırlar. Allah bu şekilde güzel davranan ve iyilik yapan kimseleri sever.” 15 Zira Allah için öfkesine hâkim olup sabreden ve intikam duygularıyla hareket etmeyip bilakis bağışlayan kimseye, onun bu salih amelinin karşılığı en güzel şekilde verilir ki o da ilahî sevgidir. O’nun tarafından sevilen bu güzel davranışın sahibi, muhatapları tarafından da sevilecektir. Bunun yanında Allah Resûlü’nün beyanıyla “Kul başkalarının hatalarını affettikçe Allah da onun şerefini artıracaktır.”16
Kur’ân’da Allah Resûlü’ne verilen temel esas da af ve mülayemettir: “Sen, af ve müsamaha yolunu tut ve daima iyiliği emret!..” Hakikati bildiği halde yüz çeviren ya da ona karşı gelen “Cahillere de aldırış etme!”17 Fakat Allah Resûlü de bir beşer idi. O da daima bu üslubu muhafaza edemeyebilir; öfkesine kapılıp kardeşlerine kırıcı davranabilirdi. Bunun için ardından gelen ayet O’na ve O’nun şahsında bütün müminlere istiazeyi emreder: “Eğer şeytanî bir dürtü gelir de (seni kışkırtıp tehlikeli bir öfke ve tepkiye sürükleyecek olursa) hemen Allah’a sığın! Unutma ki O, her şeyi işiten ve bilendir.”18
Evet, nefis sabretmek ve affetmek istemeyebilir. Ancak insanın, sabır ve afla kazanacağı, almayı düşündüğü intikamdan daha büyüktür. Bu açıdan Kur’ân hem mü’minin şahsiyetini hem de kardeşliği koruyan bu örnek davranışı metheder ve nazara verir: “Her kim cahillerin sataşmalarına karşı sabreder ve onları bağışlarsa ona ne mutlu! Çünkü bu, büyük bir azim ve kararlılıkla yapılmaya değer işlerdendir.”19 Kur’ân, cahil müşriklere ve münafıklara karşı bile af ve mülayemeti ders verirken, müminin, mümin kardeşine karşı af ve mülayemet hususunda daha hassas olması gerekir.
İnsanın kendisine yapılan bir kötülük karşısında hakkını araması meşrudur ve hukuki yollarla hakkını arayan kimse, ayıplanamaz. Fakat Kur’ân’ın burada müminlere gösterdiği yol hem onların dünyalarını hem de ahiretlerini aydınlatan bir yoldur. Zira kendine yapılan bir fenalığı, öfke ve intikam duygularıyla karşılamak herkesin göstereceği sıradan bir tepkidir. Bu tür olaylar karşısında intikam duygularına kapılmayıp Allah için sabretmek ve bir de meseleye af ile yaklaşmak ise daha üstün bir davranış tarzı ve salih bir ameldir. Zira hakiki müminler, nefis mücadelesinde galip geldikleri için kötülüğe kötülükle karşılık vermeyi tercih etmez; o anı, Allah katında ebedi bir kazanca çevirirler. Nitekim Allah Resûlü, hayatı boyunca nefsi adına asla intikam duygularıyla hareket etmemiştir.20
Bununla birlikte arada çiğnenen maddî-manevî haklar varsa, zulmeden kimse vakit kaybetmeden mazlum ve mağdur kardeşinden helallik dilemelidir: “Kim, bir kardeşine haksızlık yapmışsa, ahirette iyiliklerinden alınıp ona verilmeden önce dünyada iken helalleşsin. Çünkü kıyamette ne dinar ne de dirhem hiçbir şey geçerli değildir. İyiliklerinden o hakkı karşılayacak bir şey bulunamazsa, hakkına girdiği kardeşinin kötülüklerinden alınıp onun omuzlarına yüklenecektir.”21
Kardeşlik Hakkı İçin Kardeşine Dua Et!
Kardeşlikte ihmal edilmemesi gerekli bir husus da “gıyabında dua” meselesidir. Allah Resûlü inananları birbirine bağlayacak esasları ders verdikten sonra onları hem manen destekleme hem de dualarda da buluşturma adına şu uygulamayı teşvik eder: “Bir Müslüman, yanında olmayan kardeşi için de dua ederse, bir melek ona ‘Onun için istediğinin bir misli de sana verilsin.’ der.”22 Diğer taraftan Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam) bu tür duaların en hızlı kabul gören dualar olduğunu da belirterek mü’minleri müjdeler.23
Allah Resûlü, Kur’ân’ın bir emri olarak hem kendisi için hem de mümin erkek ve kadınların günahlarının affı için de dua ederdi.24 O, ashabına dua edip onlar için Allah’tan af dilemenin yanında kendisi de onlardan dua talep ederdi. Bir gün umre yapmak için kendisinden izin isteyen Hz. Ömer‘e, “Kardeşim! Bizleri de dualarına ortak et, unutma!”25 buyurmuş ve gıyabında kendisini ve mümin kardeşlerini de dualarına katmasını istemiştir. Bu sünneti, ashab-ı kiram da uygular birbirlerini hac ve umreye uğurlarken o mübarek beldelerde kendileri için dua etmelerini isterlerdi.26
Dolayısıyla müminler, sosyal dayanışmaya muhtaç oldukları gibi manevi dayanışma ve ortaklığa da muhtaçtırlar. Nitekim Kur’ân bu hakikate işaret ederken, dua ayetlerinde ekseriyet itibariyle çoğul sîğası kullanır: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla! İnananlara karşı kalbimizde en ufak bir kırgınlık ve nefret duygusuna yer verme! Duamızı kabul eyle ey Rabbimiz! Şüphesiz Sen çok şefkatli, çok merhametlisin!”27, “Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver! Ve bizi cehennem ateşinden koru!”28
El-hasıl Kur’ân bu dua ayetleriyle de “Biz” şuuru oluşturarak vahdet ve uhuvvete dikkat çeker ve Bediuzzaman’ın ifadesiyle “iştirâk-i a’mal-i uhrevî yani ahiret amellerinde ortaklık” düstûrunu da ders verir.
Bütün Bunlara Rağmen Problem Çıkarsa!
Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da “Müminler ancak kardeştirler…”29buyurur ve mü’minler arasındaki ilişkiyi ve sosyal bağı kardeşlik üzerine inşa eder. Kan bağından kaynaklanan “nesep kardeşliği” ve insaniyetten kaynaklanan “insan kardeşliği”nin yanı başında “din kardeşliği” ilkesini de vazederek yeni bir kardeşlik anlayışı ortaya koyar. Allah Resûlü de ortaya koyduğu ilke ve uygulamarıyla bu anlayışı hâkim kılar ve kıyamete kadar yaşatılmasını müminlere emanet eder. Ancak bütün bunlara rağmen beşeriyetin gereği mü’minler arasında çıkan farklı problemlerde ise Kur’ân, sulhu emreder. “Kardeşlerinizin arasını bulun/düzeltin…” ayetiyle, “arabuluculuk yapma” emrini verir ve anlaşmazlıklara seyirci kalınmaması gerektiğini ifade eder. Ardından da “Allah’tan sakının ki O’nun tarafından şefkat ve merhamete layık olabilesiniz”30 buyurarak koyduğu kardeşlik ilkesinin çiğnenmesinden sakınılması gerektiğini belirtir. Bununla müminlerin birlik ve beraberliğine/kardeşliğine zarar verenlerin ilahi merhamete layık olamayacağına dikkat çeker. Dolayısıyla İslam’da “kardeşlik” ilkesini yaşatma ve koruma, isteğe bırakılmaz; bir sorumluluk olarak inananların omuzlarına yüklenir.
Allah Resûlü de bu ilahi rahmetten istifade adına ayette belirtilen sulha tahşidat yapar. Bir gün ashabına “Dikkat edin! Size oruç, namaz ve sadaka derecesinden daha faziletli bir şey haber vereyim mi?” diye sorar. Ashab-ı kirâm “Evet!” diye karşılık verince Efendimiz “İki kişinin arasını bulmak, dargınları barıştırmaktır. Dargın kimselerin arasını daha da bozmak ise imanı kökünden kazır.” buyurur.31 Böylece kardeşliğin, cemiyet hayatının temel direği olduğuna dikkat çeker.
Sonuç
Allah Resûlü ortaya koyduğu kardeşlik ilkeleriyle, Arap Yarımadasında ihtilaf, kavga ve savaşlarla birbirlerini yiyen ve tüketen kabileleri birleştirir ve her alanda örnek bir toplum haline getirir. Vahşette birbiriyle yarışan kimseleri artık sevgi, şefkat ve merhamette yarışan muhabbet fedailerine dönüştürür. “İman kardeşliği” üst kimliğinde buluşturduğu farklı ırk, kabile ve boylara mensup ashabının kalplerini telif eder ve onları bir binanın muhkem duvarları gibi sapasağlam bir yapıya kavuşturur. Onlar da asabiyet bayrağını dalgalandırmanın peşini bırakır ve Kur’ân’la gelen evrensel mesajı, bütün insanlığa ulaştırmanın cehd ve gayreti içine girerler. Kahramanlık duygularının yerini Allah yolunda hizmet duygu düşüncesi alır, birbirleriyle menfi rekabetin yerini dayanışma ve hayırda yarış tutar. Nabızları, nefisleri ya da kabileleri adına değil Allah ve Resûlü’nün kendilerine emanet ettiği mukaddes davaları adına atar. Kabilecilik duygularından kurtulur, İslam ailesine katılarak kardeş, en takdir edici yoldaş ve en samimi dost olurlar. Bu vahdet ve bu nebevî uhuvvet anlayışıdır ki -Allah’ın izni ve inayetiyle- onları Allah Resûlü’nün vefatının üzerinden daha on yıl geçmeden bütün bir dünyaya taşır ve açar…
Yazar: Dr. Selim Koç
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Şuarâ Sûresi, 26/215
- Bkz. Tevbe Sûresi, 9/128
- Müslim, Cennet 17/64 (2865); Ebû Dâvud, Edeb 48
- Furkân Sûresi, 25/63
- Bkz. Mâide Sûresi, 5/54; Fetih Sûresi, 48/29
- Müslim, Birr 19/69 (2588); Tirmizî, Birr 82. Ayrıca bkz. Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, V/140; Heysemî, Zevâid, X/325
- Bkz. Hucurât Sûresi, 49/12
- Müslim, Birr 9/28-30 (2563); Buhârî, Edeb 57
- Tirmizî, Birr 85
- Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 15/58 (2580); Ebû Dâvud, Edeb 46
- Ebû Dâvud, Edeb 44
- Tirmizî, Birr 20
- Ebû Dâvud, Edeb 45; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, (17331)
- Tirmizî, Kıyame 53
- Âl-i İmrân Sûresi, 3/134
- Müslim, Birr 19/69 (2588); Tirmizî, Birr 82
- A’raf Sûresi, 7/199
- A’raf Sûresi, 7/200
- Şûrâ Sûresi, 42/43
- Bkz. Buhârî, Menâkıb 23
- Buhârî, Mezâlim 10; Rikâk 48
- Müslim, Zikir 86
- Bkz. Ebû Dâvud, Salât 365; Tirmizî, Birr 50
- Bkz. Muhammed Sûresi, 47/19
- Ebû Dâvud, Salat 359; Tirmizî, Deavât 127
- Bkz. Müslim, Zikir 23/88 (2733); İbn-i Mâce, Menâsik 5
- Haşr Sûresi, 59/10
- Bakara Sûresi, 2/201
- Hucurât Sûresi, 49/10
- Hucurât Sûresi, 49/10
- Ebû Dâvud, Edeb 58