Kriz Yönetiminde Nebevî Esaslar (4)
İlk üç makalede Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) karşılaştığı krizleri yönetirken rastgele hareket etmediğini ve süreci, krizin taraflarını çözümün parçası haline getirme, gerginliği tırmandırmama, sabır ve sükuneti muhafaza, alternatif yollar düşünme ve dışa açılım, hareket alanını genişletme ve vicdanları harekete geçirme, insanları ve işleri ortada bırakmama, kaynaştırma, çatı kimlik oluşturma, kardeşlik bağları kurma, ferdi ve fevri karar almama, istişare ve danışmanlık hizmetine başvurma, panik oluşturmama, diplomasiyi ve barışı önceleme, seferberlik ilan etme, planlama, hızlı hareket ve hitabet, iç kamuoyunu besleme, safları sıklaştırma ve kararlılık, uyarı ve görevden alma gibi birtakım temel esaslar çerçevesinde idare ettiğini ve çözdüğünü örnekleriyle birlikte ele alıp incelemiştik.1 Bu makalede ise yine kriz zamanlarında esas aldığı bunların dışındaki bazı ilkeleri işleyeceğiz:
Yarayı Derinleştirmeme ve Güven Telkin Etme
Allah Resûlü, ortaya çıkan problemlerin ya da alınan yaraların büyümemesini ve yayılıp bütün bir bünyeye sirayet etmemesini; bir an önce çözülmesini ve iyileşmesini çok önemsiyordu. Bundan dolayı karşılaştığı krizleri yönetirken yarayı daha da derinleştirmemeyi; buhranı içinden çıkılmaz boyutlara taşımamayı, hissi, fikri ve fiili kopuşlara sebebiyet vermemeyi temel bir ilke olarak benimsiyordu. Yaşanan sıkıntı ne ile alakalı olursa olsun duruşuna, konuşmalarına, tavır ve davranışlarına ve tepkisine azamî seviyede dikkat ediyordu. Bir gün kendisine, Bedir’in intikamını almak ve Müslümanları yok etmek için üç bin kişilik Mekke ordusunun harekete geçtiği haberi ulaşmıştı. Savunma adına atılacak adımları ashâbıyla istişare etmiş ve bu çetin cepheden Müslümanların galip ayrılması için onlarca önlem almıştı. Bunlardan bir tanesi de Mekke süvari birliğinin, Müslümanlara arkadan saldırmasını engellemek amacıyla Ayneyn tepesine yerleştirilen okçulardı.
Alınan önlemler ve cephede ortaya konulan üstün mücadele, meyvesini vermiş ve mağlup düşen müşrikler, Uhud’dan çekilmişlerdi. Manzarayı gören okçuların büyük çoğunluğu, savaşın bittiğine hükmetmiş ve Allah Resûlü’nden emir gelmeden nöbet yerini terk etmişti. Bunu fırsat bilen iki yüz kişilik Mekke süvari birliği, Müslümanlara arkadan saldırmış ve durumu fark eden müşrikler de derlenip cepheye geri dönmüştü. Bir anda iki ateş arasında kalan Müslümanlar, bir de “Muhammed öldürüldü!” nidasını duymuş ve büyük sarsıntı yaşamışlardı. Bu sarsıntıyı iyi değerlendiren Mekkeliler, yetmiş sahabiyi şehit etmiş, arkada kalanların büyük çoğunluğunu da yara bere içerisinde bırakmıştı.2 Neredeyse kayıpsız kazanılan zafer, okçuların görev yerini terk etmesi ve “Muhammed öldürüldü!” şayiasının tesiriyle ağır bir mağlubiyete dönüşmüştü.
Olan olmuştu ve Allah Resûlü, çok büyük acılar yaşayan ve hüzünler çeken askerlerini daha da üzmemek, birbirine düşürmemek, derhal tedavi sürecini başlatmak, şehitler üzerinden fitne çıkartmaya çalışan münafıkların ve bazı Yahudilerin propagandasını etkisiz hale getirmek için kimseyi suçlamamış; atfı cürümlere de müsaade etmemişti. Allah, onları affetmiş; O da hiçbir şey olmamış gibi askerlerine, şefkat, merhamet, hilm ve rıfk ile muamele etmişti: “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.”3
Mekkelilerin geri dönüp Medine’ye tekrar saldırmak istediğini haber alınca “Dün Uhud’da bizimle beraber olanlar Hamrâu’l-Esed’de toplansın!” şeklinde bir duyuru yapmış; herkese güvendiğini ve kimseye gücenmediğini açıkça ortaya koymuştu.4 Böylece Uhud’da yaşananlar Uhud’da bırakılmış; yaralar hemen sarılmış, güven tazelenmiş ve hep ileriye bakan nazarlar, ufukta gözüken güzel günlerin peşine düşmüştü. Nitekim Allah Resûlü, Uhud’daki ashabıyla Hendek başına toplanan Arap kabilelerini, evlerine elleri boş göndermiş ve sadece beş yıl sonra da Mekke dahil yarımadanın dört bir köşesinde yaşayan insanların gönüllerini fethetmeyi başarmıştı. Bu arada Uhud’da yaşananlar askerlere de iyi bir ders olmuş ve ondan sonra Nebevî emirlere, önlemlere ve uyarılara daha sıkı tutunmuşlardı.
Halkın İçerisinde Olma
Allah Resûlü, bir rehber ve lider olarak sürekli halkının arasındaydı. Günde beş defa onlarla Mescid-i Nebevî’de buluşuyor, hastalarını ziyaret ediyor, her türlü problemlerine çözüm üretiyor hatta ötelere bile bizzat kendisi uğurluyordu. Özellikle kriz zamanlarında halkının yanında olmayı, onlarla birlikte çalışmayı, mücadele etmeyi ve onların katlandığı zahmetlere katlanmayı, çok önemsiyordu.
İsyan ve ihanetlerinden dolayı kaleleri kuşatılan ve ardından Medine’den sürülen Benî Nadir’in ileri gelenleri, Hayber’e yerleşmişlerdi. Hayberlilerin imkanlarını da kullanıp Müslümanları yok etme adına müşrik Araplar arasında adeta bir seferberlik başlatmış; katılmak istemeyenleri de dünyevî imkanlarla satın almışlardı. Neticede sayısı on bini aşan Ahzab ordusunu toparlamış ve Medine’ye saldırmak için Ebû Süfyan komutasında harekete geçmişlerdi. Bu, bütün Müslümanların varlığını tehlikeye atan çok büyük bir güvenlik kriziydi. Gelişmeyi haber alan Allah Resûlü, atılacak adımları ashâbıyla istişare etmiş ve Ahzab ordusunun Medine’ye saldırabileceği yerlere aşılması zor hendek kazılmasına karar vermişti. Vakit çok azdı ve altı gün içerisinde hendeğin kazılması gerekiyordu. Kargaşaya sebebiyet vermeme adına Allah Resûlü, ekipler kurmuş ve her ekibe belli mesafede ve yerde hendek kazma görevi vermişti. Kendisi de eline kazmayı küreği almış altı gün boyunca gece gündüz onlarla birlikte çalışmıştı.5
Bir de o günlerde Medine’de kıtlık ve kuraklık hüküm sürüyordu. Askerler açtı ve bazıları karnına taş bağlayıp çalışıyordu ve onlar arasında Allah Resûlü’de vardı.6 Zaten halkı açken O, tok uyumuyor; elinde avucunda varsa bir şey onlarla paylaşıyordu. Her türlü krizde çözüm adına halkının arasındaydı ve katlandıkları zorluklara onlarla birlikte O da katlanıyordu. Bu durum, münafıkların çıkarmak istedikleri fitneye rağmen halkın O’na olan iman ve itimadını artırdığı gibi krizin atlatılması adına gösterilmesi gereken mücadele noktasında da topluma moral ve motivasyon aşılıyordu.
İnisiyatif Alma ve İleri Atılma
Mekke’de elde edilen maddi manevi fetihleri hazmedemeyen Hevazinliler, Müslümanlara saldırmak için savaş hazırlıklarına başlamıştı. Gelişmeyi haber alan Allah Resûlü, bu güvenlik krizini aşmak ve savaşı yerleşim yerlerinin dışına taşımak için ordusuyla birlikte Mekke’den hareket etmişti. Huneyn’e ulaştıklarında aralarında Benî Süleym’e mensup süvarilerin ve iki bin civarında orduya fetihten sonra katılmış Mekkelilerin de bulunduğu bir öncü birliği vadiye inmişti. Allah Resûlü, Ensar ve Muhacir dahil ordunun geriye kalanı arkadan geliyordu. Fakat Hevazin ordusu pusu kurmuş; vadiye inen öncü birliğini ok yağmuruna tutmuşlardı. Ürken ve canlarını kurtarma telaşına düşen Süleym süvarileri ve iki bin Mekkeli geri dönüp kaçmaya başlamışlardı ki bu durum izdihama; arkadan gelen askerlerin de sağa sola kaçışmalarına neden olmuştu.7
Düzeni bozulan on iki bin kişilik ordu, dağılmış ve Allah Resûlü’nün etrafında sadece yüz kişi kalmıştı. Bu durum çok kalabalık bir orduyla Huneyn’e gelen ve Müslümanları yok etmek için fırsat kollayan Hevazinliler de düşünüldüğünde büyük bir kriz demekti. Üstelik Mekkeliler de yeni yeni Müslüman oluyorlardı ve yaşanacak bir hezimet, onları da Müslümanlar aleyhine yeniden organize olmaya sevk edebilirdi. Nitekim bu karışıklıkta onlardan bazıları “O’nu yalnız bırakın. Tam sırası, dağılın!” demeye başlamış hatta kaçıp Mekke’ye gelmiş ve Müslümanların bozguna uğradıklarını haber vererek müminleri üzüntüye, müşrikleri sevince boğmuşlardı.
Manzarayı gören Allah Resûlü, hemen bineğini mahmuzlamış ve bir taraftan “Ey insanlar! Nereye gidiyorsunuz? Bana doğru geliniz! Ben Allah’ın resulüyüm; bunda yalan yok! Ben Abdulmuttalib’in oğluyum. Ey Muhacirler! Ey Ensar!”8 şeklinde nida ederek bineğini ordunun aksine ileri sürmeye başlamıştı. O arada yanında kalan insanları da organize etmiş ve onlar da sağa sola kaçışan ordunun, Allah Resûlü’nün etrafında toparlanması için başta Muhacirler ve Ensar olmak üzere herkese seslenmeye başlamışlardı.9 Ve bu hamleler, meyvesini vermiş; dağılan askerler sarsıntıyı atlatmış ve ordu, tekrar toplanmıştı. Allah Resûlü’nün, lider olarak bir adım öne çıkması ve süreci tersine çevirme adına inisiyatif alması hem yaşanan krizi bitirmiş hem de cepheden zaferle ayrılmalarına vesile olmuştu.
Allah İle İrtibat ve Dua
Allah Resûlü, sıkıntı ve kriz dönemlerinde Allah ile irtibata ayrı bir önem veriyor; ellerini açıp dua dua yakarıyor ve secdeye koşuyordu. Zira Kur’ân, “Ey iman edenler! Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin…”10 buyuruyor; müminleri, zor durumlarda aktif sabra ve kulluğa davet ediyordu. Kulluğun özü ve Allah ile irtibatın farklı bir buudu olan duanın ise O’nun hayatında ayrı bir yeri vardı. Öncelikle O, hemen her meselede iradesinin, aklının, mantık ve muhakemesinin, sahip olduğu imkanların hakkını veriyor; çözüm adına atılması gerekli bütün fikri ve fiili adımları zamanında atıyordu. Sebepleri yerine getirdikten sonra ise mutlaka Allah’a yöneliyor; O’ndan hayırlı bir netice ihsan etmesini ve hali ya da halini arz edip yardımını talep ediyordu.
On üç yıl boyunca Mekke’de karşılaştığı bütün krizler karşısında ilahî kudreti arkasına alma adına dua etmiş; takatini aşan durumlarda ilgilileri Allah’a havale edip yoluna devam etmişti.11 Taif’te taşlanmış; Sakif kabilesini helakin eşiğine getiren krizi, sağduyu ve dua ile çözmüştü. Peşine ödül avcılarının düştüğü hicret yolcuğu esnasında Sevr’de, Bedir başta olmakla Müslümanların hak ve hukuklarını hatta varlığını korumak için çıkmak zorunda kaldığı bütün cephelerde bir taraftan alması gereken bütün tedbirleri almış diğer taraftan çıkış, kurtuluş ve zafer ihsan etmesi adına sabahlara kadar hatta savaş sırasında secdeye kapanıp dua dua Allah’a yalvarıp yakarmıştı.
Mesela Hendek savaşının son üç gününde, öğle ile ikindi arasında, Ahzâb mescidinde “Ey kitabı indiren ve hesabı seri gören Allah’ım! Şu Ahzâb ordusunun ahengini boz ve onları paramparça eyle; onlara karşı bize nusret lütfedip inâyetini müyesser kıl!”12 şeklinde dua etmişti. Kıtlık, kuraklık ve salgın hastalık neticesinde yaşanan krizlerde de aynı şekilde hareket etmiş;13 bir yandan iradenin, aklın ve hikmetin gereğini yerine getirip esbaba riayet ederken diğer yandan her şeyin gerçek sahibi ve hâkimi Allah’a yönelmiş; O’nun havl ve kuvvetine sığınmıştı.
Sonuç
Bütün türleriyle krizler, dünya hayatının bir gerçeğidir. Allah Resûlü de Mekke ve Medine döneminde çok sayıda krizle karşı karşıya kalmıştır. O, bu buhranlı dönemlerde esbaba riayet etmiş ve sahip olduğu imkanları rantabl değerlendirmiş; bütün krizleri, başarılı bir şekilde idare etmiş hatta ilerisi adına büyük kazanımlara vesile kılmıştır. Bunu da bazılarına dört makalede dikkat çekmeye çalıştığımız birtakım temel esaslar çerçevesinde yapmıştır. Böylece arkadan gelen ve kendisine inanan ve tabi olan müminlerin örnek alabilecekleri ve uygulayabilecekleri kriz yönetimine dair esaslar, sistem, metodoloji ve tecrübe oluşmuştur. Dün, Allah’ın kendisine hayırlı ve semereli neticeler ihsan eylediği bu temel esasların hepsi evrensel niteliktedir. İç içe geçmiş krizlerle boğuşan başta İslam dünyası olmakla insanlık, çözüm adına hem içinde yaşadıkları çağı ve şartları doğru okumalı hem de bu Nebevî esaslardan ilham almalıdır…
Dipnot:
- Okumak için tıklayınız: https://peygamberyolu.com/efendimizin-sas-kriz-yonetimi-temel-esaslar-mekke-donemi/
- Bkz. Buhârî, Megâzî 17
- Âl-i İmrân Sûresi, 3/159
- Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 398
- Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 454
- Bkz. Buhârî, Megâzî 30
- Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 564
- Bkz. Buhârî, Megâzî 55; Müslim, Cihâd 28; İbn-i Hişâm, Sîre 564
- Bkz. Müslim, Cihâd 28
- Bakara Sûresi, 2/153
- Bkz. Buhârî, Cihâd 98
- Buhârî, Megâzî 30
- Bkz. İbn-i Mâce, İkâme 154; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 4/235