Allah Resûlü’nün İşkence İle Mücadelesi
Hak ve hürriyetlere saygısı ve adalet kaygısı olmayan sadist ruhlu kimseler, hedeflerini gerçekleştirme istikametinde insanlık dışı her türlü yola başvururlar. Bir insanlık suçu olan işkence de bunlardan birisidir. İşkence; bir insana, bilgi almak, kanun dışı cezalandırmak, itirafa ve ikrara zorlamak, dinini ve düşüncesini değiştirmeye çalışmak, bir fiili işlemeye mecbur kılmak, sadist duyguları tatmin etmek vs. gibi maksatlarla maddi manevî acı verecek ve onur kıracak şekilde insanlık dışı muamele ve uygulamalarda bulunmak demektir. Bu suç ve günah, tarih boyunca bedeni ve organları yakma, dağlama, kesme, darp etme, elektrik verme; canlıyı açlığa, susuzluğa, sıcağa ve soğuğa maruz bırakma, boğmaya çalışma… vs. tekniklerle fiili olarak yapıldığı gibi bir kimseye, ruhî yapısını bozacak ve haysiyetini dokunacak şekilde ağır hakaretler etme, kişinin kendisine veya sevdiklerine sövme, sövdürme, inandığı değerleri sürekli tahkir etme, ailesini ya da aile fertlerinden birisini elinden alma, onlara zarar verme veya zarar vermekle tehdit etme gibi sözlü/psikolojik işkenceler olarak da işlenmiştir.
Allah Resûlü ve ashâbı, din ve davalarından; bazı akrabaları ise O’na olan desteklerinden dolayı Mekke döneminde maddi manevi ağır işkencelere maruz bırakılır. O’nu hak mücadelesinden ve dininden döndürmek, tebliğ ve irşat faaliyetlerini durdurmak ve İslam’ın nurunu söndürmek isteyen müşrikler, sürekli kendisini toplum içerisinde alaya alır, en ağır lakaplarla hitap eder, ağız dolusu hakaretlerde bulunur, üzerine pislik döker, defalarca boğmaya çalışır, yürüdüğü yollara diken serper, döver, taşlar, sevdiklerine zarar verir, üç yıl çok ağır bir boykota tabi tutar, kız çocuklarının yuvalarını dağıtır ve toplumdan tecrit etmeye çalışırlar.
Ashabına da aynı şekilde ağır işkencelerde bulunur; ellerini ayaklarını zincire vurup hapseder, günlerce aç ve susuz bırakır, defalarca öldüresiye döver, demir gömlekler giydirip aşırı sıcakta bekletir, kızgın kayalıklara yatırıp üzerlerine ağır taşlar koyar ve güneşe maruz bırakır, boyunlarına ip takıp sokaklarda sürükler, köze sırt üstü yatırır, çocuklarını ellerinden alır, kafasını boğulacak şekilde sulara sokar çıkarır hatta ağır işkenceler altında şehit ederler. Nitekim dinlerinden dönmeleri için kendilerine yapılan bu baskılardan dolayı, emniyet ve huzura kavuşmak için yurt ve yuvalarını terk etmek zorunda kalırlar.
Başta insanlık olmak üzere bütün alemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü, hayatı boyunca her türlü işkencenin karşısında durur. İşkenceye giden yolları tıkamak için bir canlıyı inciten en küçük eziyeti bile hoş karşılamaz ve muhataplarına “Asla işkenceye yaklaşmayın!” mesajını verir. Kendi medeniyetinin temellerini, hak, hukuk ve hürriyete saygı; adalet, sevgi, şefkat, af ve hayırlı muamele gibi evrensel hukukî ve ahlakî değerler üzerine atar. İnsan haysiyeti, hak ve hürriyetleri hususunda çok hassas davranır; her türlü ihlali, zulmü, haksızlığı, insanı küçük düşüren uygulamaları ve ne maksatla olursa olsun işkenceyi yasaklar ve önleyici tedbirler alır. En hafifi olan sözlü eziyet ve incitmeden en ağırı olan müsleye (göz oyma, organları kesme şeklindeki vahşet) kadar işkence konusunda asla taviz vermez; uyarı ve ikazlarda bulunarak İslam toplumunda yüksek bir farkındalık oluşturmaya ve şuur geliştirmeye çalışır:
İnsanın Bedeni ve Şahsiyeti, Dokunulmazdır!
Kur’ân, insanın en güzel surette yaratılan,1 kainattaki her şey hizmetine âmâde kılınan,2 Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzündeki halifesi3 ve mükerrem bir varlık olduğunu haber verir.4 Varlığa Kur’ân gözlüğüyle bakan Allah Resûlü, muhataplarına da “insanı” bu şekilde anlatır ve onu, zihinlerde mualla bir konuma oturtmaya çalışır. İnsanın dirisi gibi ölüsüne de kimlik ayırt etmeksizin saygı gösterir.5 Zira hem Kur’ân’ın hem de O’nun gayesi, “insana” dünya ve ahirette saadete giden yolları göstermektir. Bu da böylesi değerli bir varlığa, onun bedenine ve manevî kişiliğine ister ölüsüne ister dirisine yapılacak işkencenin haramlık ve suç boyutunu, en ağır cezaları hak ettiğini gösterir.
İslam’a göre en büyük hakikat iman bile insanlara zorla kabul ettirilemez.6 İşkence altında alınan suç ikrarı geçersizdir. Allah Resûlü, “Allah’ın kullarına işkence etmeyiniz!”7 buyurur ve insanın, canına, bedenine, malına, haysiyet ve onuruna dokunulmasını yasaklar: “Ey İnsanlar! Kanlarınız, canlarınız, yaşama hakkınız, mallarınız, namuslarınız, haysiyet ve şerefleriniz, vücut bütünlüğünüz Rabbinizle buluşacağınız güne kadar bu ayınızda, bu beldenizde, bu gününüzün saygıya, korunmaya layık olduğu gibi, saygıya ve korunmaya layıktır, dokunulmazdır. Ancak İslam’ın koyduğu sorumluluk gereği uygulanan gerekçeli karara dayalı cezalar müstesnadır.”8
İşkence, İnsanı İflasa Götüren Kul Hakkıdır!
İslam, affetme yetkisini tamamen hak sahibine bıraktığı “kul hakkı” hakikatiyle insanın sahip olduğu hak ve hürriyetleri koruma altına alır; kul hakkına girmeyi de en büyük günahlardan sayar. Ahirete bakan vahim neticelerini bildirir ve Müslümanları, çok hassas olmaya davet eder. İnsanlara, ne şekilde olursa olsun işkence eden öncelikle kul hakkına girer ve ahirette her şeyini kaybedebilir. Bu hususu zihinlere yerleştirme adına Allah Resûlü, bir gün çevresindekilere “Biliyor musunuz müflis kimdir?” diye sorar. Onlar, “Yâ Resûlallah! Bize göre müflis, parası ve malı kalmayan kimsedir.” cevabını verirler. Bunun üzerine O, “Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç, zekâtla gelir. Ancak (diğer yandan) şuna küfretmiş, buna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını akıtmış, ötekini dövmüştür… Dolayısıyla şuna buna iyilikleri dağıtılır. Şayet borçları bitmeden iyilikleri tükenirse hak sahiplerinin günahları ona yüklenir ve sonunda cehenneme atılır.”9 buyurur. Böylece işkence ile insanların maddi manevi haklarını ihlal etmenin, kulluğa rağmen Müslümanı, ötelerde iflasa sürükleyebileceğine dikkat çeker. Evet işkence, büyük bir zulümdür ve diğerleri gibi o da hesap günü mutlaka insanın karşısına çıkarılacaktır.
Allah Resûlü’ne İşkence Eden, Lanete ve Azaba Uğrar!
Girişte Allah Resûlü ve ashâbının da değişik işkencelere maruz kaldığına değinilmişti. Kur’ân, “Allah ve Resûlünü çirkin iddia ve davranışlarıyla incitenlere Allah dünyada da âhirette de lânet etmiş ve onları zelil eden bir azap hazırlamıştır.”10 ayetiyle Allah Resûlü’ne işkence edenlerin, Allah tarafından dünya ve ahirette lanetlendiğini ve çok acı bir azabı hak ettiklerini haber verir. Yine “Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için “O herkese kulak veren safın biridir.” derler. De ki: “Evet, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren biridir, Allah’a inanır, müminlere güvenir. İman edenleriniz için bir rahmettir O! İşte bu Resûlullahı incitenler yok mu? En acı azap onlara olacaktır.”11 buyurur ve bazı münafıkların, birtakım eylem ve söylemlerle Allah Resûlü’ne işkence ettiklerini ve bundan dolayı en acı azaba müstahak olduklarını bildirir. “Ey iman edenler! Musa’ya eziyet edenler gibi olmayın!”12 buyurarak kıyamete kadar gelecek bütün müminleri bu konuda dikkatli olmaya davet eder.
Mümine En Hafif İşkence, Allah’a ve Resûlü’ne Ezadır!
Cenâb-ı Hak, “Mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkence edip de, sonra tövbe etmeyenler var ya, işte onlara cehennem azabı var, yangın azabı var!”13 ayetiyle müminlere işkence edenlerin, tevbe edip helallik almazlarsa cehenneme sürükleneceklerini haber verir. Allah Resûlü de “Allah, mümine eziyet edilmesini hoş karşılamaz”14 buyurur; en hafif şekilde bile müminlerin incitilmesini yasaklar ve bu konuda sürekli uyarılarda bulunur. Bir gün Mescid-i Nebevî’de birisinin, insanların sırtları üzerinden atlayarak kendisine yakın bir yere gelip oturduğunu görür. Namazını bitirdikten sonra adama döner ve “Neden arkada oturmadın?” diye sorar. O, “Yâ Rasûlallah! Beni görebileceğin bir yerde oturmak istedim.” cevabını verir. Bunun üzerine, “Cemaatin omuzları üzerinden atlayarak geldiğini ve onlara eziyet ettiğini gördüm. Kim bir Müslüman’a eziyet ederse bana eziyet etmiş olur; kim bana eziyet ederse Allah’a eziyet etmiş sayılır.”15 buyurur. İnsanların Ebû Cehil ile alakalı konuşmaları oğlu Hz. İkrime için işkenceye dönüşür ve Medine’den ayrılmaya karar verir. Durumu haber alan Allah Resûlü, halkı Mescid-i Nebevî’ye toplar ve “Ölülere sövüp saymayınız, çünkü hayattaki yakınlarını incitirsiniz.”16 der; ne şekilde ve hangi seviyede olursa olsun müminlerin incitilmemesi gerektiğini haber verir.
Farklı Kimliklere İşkence, Haramdır!
Allah Resûlü, Müslümanların birbirlerine işkence etmelerini yasakladığı gibi aralarında yaşayan farklı kimliklere mensup kimselere de eziyet ve işkence etmelerini yasaklar. Sahabe de bu konuda çok hassas hareket eder ve şahit oldukları en ufak bir eziyet karşısında devreye girer; ilgililere Allah Resûlü’nün beyanlarını hatırlatır ve küçük büyük her türlü eziyete/işkenceye mâni olurlar. Mesela Hz. Hişam İbn-i Hakîm (radıyallahu anh), bir gün Şam bölgesinde dolaşırken bazı çiftçilerin güneş altında bekletildiklerine şahit olur ve hemen bu uygulamanın sebebini sorar. Cizye ödemedikleri için güneş altında tutulduklarını öğrenir. Bunun üzerine Allah Resûlü’nün “Dünyada insanlara işkence edenlere, Allah ahirette azap verir!” buyurduğunu söyler ve o günün Filistin emiri Umeyr İbn-i Sa’d’ın yanına giderek bu uygulamaya son verdirir.17
Düşmana Bile İşkence Edilemez!
Hicretten sonra İslam’a ve Müslümanlara düşman kesilenler, ordularla Medine’nin üzerine yürümeye başlarlar. Şehrin güvenliğini sağlamak isteyen Allah Resûlü, bir yerde hareketlilik olduğunu haber alınca hemen bir askeri birlik gönderir ve tehlikeyi büyümeden engellemeye çalışır. Askerleri uğurlarken bazı tavsiye ve ikazlarda bulunur ki bunlardan birisi de “Kimseye işkence etmeyin!”18 emri ve uyarısıdır. Kendisinin komuta ettiği seferlerde de asla karşı tarafa; onların ölülerine ve alınan esirlere işkence edilmesine izin vermez. Mesela dilini Allah Resûlü’nü bitirme adına âdeta bir silah gibi kullanan Süheyl İbn-i Amr, Bedir’de esir alınır. Hz. Ömer, “Yâ Resûlallah! Bırak da onun dişlerini sökeyim, dilini koparayım ki bir daha hiçbir yerde ve ebediyen Senin aleyhinde konuşamasın!” der. Bunun üzerine O, “Hayır! Asla ona bu işkenceyi/müsleyi yapamam. Yaparsam peygamber olmama rağmen Allah bana kısas uygular! Bırak onu ey Ömer! Bırak ki gün gelir o da senin hoşuna giden işler yapar!” buyurur19 ve bütün esirlere hayırla muamele edilmesini emreder.20
Hayvanlara İşkence, Lanetlenmiş Bir Vahşettir!
Allah Resûlü, sadece insanlara değil aynı zamanda hayvanlara da işkence edilmesini yasaklar21 ve “Allah, hayvanlara işkence (müsle) yapana lanet etsin.”22 buyurur. Medine’ye geldiğinde bazı insanların develerin hörgüçlerini ve koyunların kuyruklarını hayvan canlı iken kesip yediklerini görür; “Hayvan diri iken ondan her ne kesilmiş ise murdar hükmündedir; yenilmez.”23 buyurur ve bu Cahiliye vahşetine son verir. Yüzü dağlanmış bir merkep görür ve “Bunu böyle dağlayanlara Allah lanet etsin!”24 der; bu vahşeti lanetler ve hayvanların yüzünün dağlanmasını yasaklar.25 “İçinde can taşıyan hiç bir şeyi, hedef tahtası olarak kullanmayınız.”26 buyurarak hatta böyle yapanları lanetleyerek27 hayvanların nişan tahtası olarak kullanılmasını yasaklar ve bu şekilde işkence ile öldürülen hayvanların etlerinin murdar olduğunu haber verir.28
Hayvanların yüzlerine vurulmasını29 ve dövüştürülmesini30 de yasaklar. Birisini, hayvanı kulağından tutup çekerken görür; “Hayvancağızın kulağını bırak da boynunun kenarından tut!”31 buyurur ve çekerken acı vermemesi hususunda onu uyarır. “Allah, her işte güzel davranmayı emretmiştir.”32 buyuran Allah Resûlü, süt sağarken hayvanları incitmeme adına mutlaka tırnakların kesilmesini33 ve boğazlama yapılırken bıçağın iyice keskinleştirilmesini34 talep eder.
Hayvanları aç ve susuz bırakmayı da yasaklar. Aksi bir duruşun neye sebebiyet verebileceği hususunda şu misali verir: “Bir kadın, bir kediden dolayı cehenneme girdi (cehennemi haketti). Zira o kediyi bağladı ve ne kendisi onu yedirdi ne de onu serbest bırakarak bir şeyler yemesine imkân verdi.”35 Bir seferinde keçi sağan birisini görür ve hepsini sağmamasını mutlaka yavrusuna da süt bırakmasını talep eder.36 Hatta hayvanlara hakaret edilmesini bile hoş karşılamaz. Bir yolculuk sırasında bir devenin, sahibi tarafından lânetlendiğini duyar. Hemen devenin üzerindeki yükün indirilmesini ister ve ceza olarak sahibini ona binmekten men eder.37 Bir kuşun mustarip bir şekilde uçup durduğunu görür ve sebebini araştırır; yavrusunun yuvadan alındığını öğrenince derhal yerine bırakılmasını emreder.38
İnsan, Kendine de İşkence Edemez!
Allah Resûlü, sadece başkalarına değil her ne maksatla olursa olsun insanın, kendi canına da işkence etmesinin doğru olmadığını haber verir; bedenin ve organların da hak sahibi olduğunu bildirir.39 Bir gün iki oğlunun yardımıyla güçlükle yürüyen bir ihtiyar görür ve “Niçin böyle yürüyor?” diye sorar. Oğulları, “O, yürüyerek Kâbe’ye gitmeyi adamıştı!” cevabını verir. Bunun üzerine “Allah, bu ihtiyarın kendine işkence ederek yaptığı ibadetten müstağnidir!” buyurur; ibadet maksadıyla bile olsa insanın nefsine zulmetmesinin doğru olmadığını bildirir ve ihtiyara, bir bineğe binmesini emreder.40
Netice
Rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü’nün hayat felsefesinin temelinde merhamet ve adalet vardır. Ve O, muhatap ister hür ister köle, ister Müslüman ister başka bir kimlik mensubu ya da ister suçlu ister suçsuz ister insan isterse de başka bir canlı olsun işkenceyi yasaklar; muamele ve münasebetlerde hep merhameti ve adaleti adres gösterir: “Merhamet edene Allah da merhamet eder; siz yerdekine merhamet edin ki Allah da size merhamet etsin!”41 Müslümanların, işkence gibi büyük bir zulmü işlememeleri için en ince detaylara bile dikkat çeker, ikazlarda bulunur ve onlarda bir vicdan enginliği oluşturmaya çalışır. Üstelik gördüğü hiçbir işkence karşısında sessiz kalmaz; hemen müdahale eder ve bu yönüyle de Müslümanların takınması gereken tavra ışık tutar. Nitekim O, yolda insanlara ve canlılara eziyet veren bir şeyi kaldırmayı bile imanın bir gereği olarak görür42 ve ibadet kategorisinde değerlendirir: “Eziyet verici şeylerin yoldan kaldırılması, sadakadır.”43 Hal böyle iken bir insanlık suçu kabul edilen işkence karşısında müminler, Allah Resûlü’nü örnek almalı; işkenceye hiçbir sebeple geçit vermemeli ve olanı ortadan kaldırma adına da mücadele etmelidir.
Dipnot:
- Bkz. Tîn Sûresi, 95/4
- Bkz. Câsiye Sûresi, 45/13
- Bkz. Bakara Sûresi, 2/30
- Bkz. İsrâ Sûresi, 17/70
- Müslim, Cenâiz 78
- Bkz. Bakara Sûresi, 2/256
- Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 37/88 (22402); Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 8/90
- Buhârî, Hac 132; Megâzî 78; Tevhid 24; Edâhi 5
- Müslim, Birr 15; Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 2
- Ahzâb Sûresi, 33/57
- Tevbe Sûresi, 9/61
- Ahzâb Sûresi, 33/69
- Burûc Sûresi, 85/10
- Tirmizî, Edeb 59
- Heysemî, Mecmau’z-Zevâid 2/182; Taberânî, Mucemu’s-Sağîr 1/284
- Tirmizî, Birr 51; Hennâd, Zühd 2/561; Hâkim, Müstedrek 3/269; İbn-i Abdilberr, İstîâb 3/1082
- Bkz. Müslim, Birr 33; Ebû Dâvud, Harâc 32
- Müslim, Cihâd 2; Ebû Dâvud, Cihad 82
- Bkz. Vâkıdî, Megâzî 1/107, 108; Zeylaî, Nasbu’r-Râye 3/120; İbn-i Kesîr, Bidâye 3/311; Hâkim, Müstedrek 3/318; İbn-i Hişâm, Sîre 3/200; Taberî, Târîh 3/42; İbn-i Hacer, İsâbe 3/213
- Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 1/380; Taberî, Târih 3/40; Halebî, Sîre 2/257
- Buhârî, Mezâlim 30; İbn-i Mâce, Zebâih 10
- Buhârî, Zebâih 25; Müslim, Sayd 59; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 7/235 (3133)
- Tirmizî, Sayd 12
- Müslim, Libas ve Zînet 107
- Ebû Dâvud, Cihâd 52
- İbn-i Mâce, Zebâih 10
- Bkz. Buhârî, Zebâih 25
- Bkz. Tirmizî, Et’ıme 24
- Bkz. Buhârî, Sayd 35
- Tirmizî, Cihad 30
- İbn-i Mâce, Zebâih 3
- Müslim, Sayd 57; İbn-i Mâce, Zebâih 3
- Bkz. Heysemî, Mecma’ 8/196; İbn-i Sa’d, Tabakât 7/48
- Müslim, Sayd 57; İbn-i Mâce, Zebâih 3
- Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Sayd 11
- Heysemi, Mecma’ 8/196
- Bkz. Ebû Dâvud, Cihâd 50
- Bkz. Ebû Dâvud, Cihad 112
- Bkz. Buhârî, Savm 55, 57
- Buhârî, Cezâu’s-Sayd 27; Müslim, Nezr 4
- Ebû Dâvud, Edeb 58
- Müslim, İman 58
- Buhârî, Mezâlim 24