Allah Resûlü’nün Irkçılıkla Mücadelesi

1.280

Bir kişiyi, kabileyi veya toplumu, ten renginden, şemailinden, mensubu olduğu dil, din, ırk ve medeniyetten dolayı küçümseme, aşağılama, sosyal ilişkilerde dışlama, muamele ve münasebetlerde adalet ve eşitlikten mahrum bırakma, ayrımcılık yapma, her türlü hak ve hürriyetine hukuksuz, keyfi müdahalede bulunma ve hatta köleleştirip insanca yaşama hakkını ve imkanını elinden alma gibi farklı şekillerde kendini gösteren ırkçılık, insanoğlunun hala kanayan en eski yaralarından biridir. Tarih, ırkçılığın beraberinde getirdiği utanç tabloları ve acılarla doludur. Temelinde menfi milliyetçilik, cehalet, kibir, üstünlük ve seçilmişlik duygusu ve hakkı güçte vehmetmenin bulunduğu ırkçılık, Allah’ın takdirine, sanatına ve muradına karşı büyük bir saygısızlık; Kur’ân ve Sünnet’in kaldırdığı bir Cahiliye adeti, anlayışı ve uygulamasıdır.

İlahî Bir Takdir ve Sünnetullah: Farklılık 

İnsanları aynı özden, tek anne-babadan farklı farklı yaratan; onları, milletlere, boylara ayıran Allah’tır: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık…”1 Yaratılıştaki bu renklilik ve çeşitlilik hem bir sünnetullah hem de Allah’ın varlığına, birliğine ve kudretine işaret eden ayetlerdendir: “O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda bilen ve anlayan kimseler için ibretler vardır.”2 İnsanlar, birbirini bu farklılıkları ile tanımalı, tanışmalı, kabullenmeli, takdir etmeli ve insan olma ortak paydasında birbirlerinin farklılıklarına saygı duyarak kardeşçe yaşamalıdır. 

İnsanların iradelerinin dışında meydana gelen bu farklılıklar, kesinlikle ama kesinlikle birinin diğerine karşı üstünlük iddia edebileceği hususlar değildir ve olmamalıdır. Zira Allah katında insanları, birbirinden üstün kılan tek kıstas vardır o da takvâdır: “… Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda en ileri olandır.”3 Takvâ ise en samimi ve saygılı bir şekilde Allah’ın çizdiği sınırları korumak, haramlardan sakınmak ve helallere sarılmaktır. Bu konuda kim ileride ise Allah indinde en değerli ve üstün olan da o kimse ya da kimselerdir.

Aksiyonu, tavır ve davranışları, muamele ve münasebetleri bir insanı geride bırakmışsa soyu asla onu ileri taşımaz.4 İnsanların üstünlük adına uydurduğu izafî ölçülerin, kriterlerin ise Cenâb-ı Hak katında hem bir kıymeti yoktur hem de başkalarının hak ve hukukuna, şahsiyet ve kimliğine zarar veriyorsa büyük bir günah ve suçtur.

Irkçılığın Hep Karşısında Oldu 

Allah Resûlü, ırkçılığın yaygın ve yerleşik olduğu çok problemli bir zeminde ve zamanda peygamber olarak gönderilmişti. İlk muhatabı, insanların köleleştirildiği, kölelerin insanca yaşamaktan mahrum bırakıldığı ve dışlandığı ayrıca asabiyetin hâkim olduğu; aynı milletten olan farklı kabilelerin bile birbirini küçümsediği, üstünlüğü kendi kabilesine mensubiyette aradığı ve kendi kabilesine mensup olanı her zaman haklı gördüğü bir toplumdu.  O, risâletle görevlendirileceği ana kadar bu anlayışla arasına mesafe koymuş; çevresinde bulunan ve Câhiliye Mekke’sinde hor ve hakir görülen bu insanlara kol ve kanat germişti. Ana-baba yadigarı siyahî dadısı Ümmü Eymen’e annesi gibi muamele etmiş,5 köle olarak karşısında bulduğu Zeyd’i ise hemen hürriyetine kavuşturup evladı gibi davranmıştı. 

Her renkten, dilden ve ırktan bütün insanlara peygamber olarak gönderildikten sonra ise, ırkçılığı ve toplumdaki değişik yansımalarını ortadan kaldırmak için kesintisiz bir mücadele yürütmüştü. Zira İslam, bir insanın kendi ırkını ve milletini sevmesini tabii görse de ırkçılık kapsamına giren uygulamaların yanlış ve batıl şeyler olduğunu bildirmiş; insanlardaki ırkî farklılıkların tamamen Allah’ın takdiri olduğunu, muamele ve münasebetlerde adaletin esas alınması gerektiğini haber vermişti. Allah Resûlü de hem sözlü hem de fiili şekilde ırkçılık karşısında net bir duruş ortaya koymuştu.

Yanından Kov!

İnsanların, kendisi gibi ya da kendisinden olmayanlarla arasına ördüğü ırkçılık duvarı, öyle bir engeldi ki çoğu, Müslüman olmamak için bunu bahane ediyordu. Mekke’nin aristokrat kesimi, siyahî, köle, fakir ve zayıf insanların O’nun etrafında hale olduklarını, hür, eşit ve adil bir biçimde muamele gördüklerine şahit olunca küplere binmiş ve onları etrafından kovmadıkça asla sana gelmeyiz demişlerdi. Fakat ırkçı nazar ve kibir dolu tavırlarla sundukları bu vb. tekliflerin, insanları Âdem’in çocukları yani kardeş gören Allah Resûlü nezdinde bir kıymeti yoktu. Çünkü bu anlayış, Allah’ın takdirine karşı büyük bir hürmetsizlik ve o insanlara karşı da büyük bir haksızlıktı.

Üstelik insanın ebedi hayatını mahvedecek bir durumdu ki bunu ifade sadedinde, “Kim ırkçılık duygularıyla öfkelenip ayaklanmışken veya ırkçılığa çağırırken ya da ona arka çıkıp desteklerken ve ırkçılık bayrağı altında ölürse ölümü Câhiliye ölümü üzere olur!”6 buyurmuş ve müminleri, her türlü ırkçı hareketten ve mülahazadan uzak durmaya davet etmişti.

Câhiliye İzi 

Câhiliye döneminde ırkçılık ve kabilecilik, insanların karakteri haline gelmişti. Allah Resûlü, tedricî bir şekilde Kur’ân ve Sünnet ile ashâbı baştan ayağa yeniden boyasa ve şekillendirse de benliğe mal olmuş bu gibi şeyleri, bir anda tamamen ortadan kaldırmak zordu; öfke zamanı gün yüzüne çıkabiliyordu. İlk Müslümanlardan Ebû Zerr el-Gıfarî, bir gün Hz. Bilal’e kızmış ve öfkesine hâkim olamayıp “Siyah kadının oğlu!” demişti.

Aslen Habeşli olan Hz. Bilal ve annesi, siyah tenliydi. Hz. Bilal, durumu gelip haber verince üzülen ve celallenen Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Zerr’i yanına çağırmış ve “Onu, annesinin siyahî olmasıyla mı ayıpladın? Sende hala Câhiliye izi var! Sen sadece takva ile ondan üstün olabilirsin. Aksi takdirde beyaz veya siyah tenlilerden daha hayırlı değilsin!” buyurmuştu.7 Yaptığına bin pişman olan Hz. Ebû Zerr, Hz. Bilal’den özür dilemiş; kendini affettirmek için başını bir kaldırım taşı gibi onun ayaklarının altına koymuştu…8

Allah Resûlü, ümmetin içinde Câhiliye döneminden kalma, tamamen terk edemeyecekleri dört âdeti sayarken ırkçılığı da zikretmiş;9 beşeri ve tarihî bir realite olan ırkçılık tehlikesine karşı dikkat çekmiş ve böyle bir sapmaya karşı inananları hep tetikte olmaya çağırmıştı. 

Bırak Onu, Cehenneme!

Irkçılık, toplumları uçuruma yuvarlayabilecek bir etkiye de sahipti ki böyle kirli bir silahı, farklı milletlerden müteşekkil İslam ümmeti içinde fitne, fesat çıkarmak isteyenler tarafından kullanılmaması da düşünülemezdi. Nitekim münafıklar, İslam toplumunun birlik ve beraberliğini bozmak için gizli-açık ırkçılığı ve kabileciliği de canlandırıp kullanmaya çalışmış; bu yola da başvurmuşlardı. Irkçı bir münafık, Evs ve Hazreclilerin başka ırklara mensup (Bilal-i Habeşi, Suheyb-i Rumî ve Selman-ı Farisî) insanlarla kardeşçe oturup sohbet ettiklerini görünce, “Evs ve Hazrec, Allah Resûlü’ne yardımcı olan Araplardır. Nasıl oluyor da Arap olmayan bu yabancılar, Araplarla eşit şekilde oturup sohbete kabul ediliyorlar? Bunlar bu değeri ve eşitliği nereden kazandılar?” demişti.

O esnada mecliste bulunanlardan Hz. Muaz İbn-i Cebel, Allah Resûlü’nün ırkçılığa karşı ne kadar hassas olduğunu çok iyi biliyordu. Adaletin, kardeşliğin, toplumdaki birlik ve beraberliğin temelini sarsabilecek böylesi bir fitne ve tuzak karşısında sessiz kalmamıştı. Kalamazdı zira Allah Resûlü, “Kavmine zulüm ve haksızlıkta yardımcı olman asabiyettir!” buyurmuştu.10 Hemen kalkmış, adamı yakasından sıkıca tutmuş ve “Seni Resûlüllah’ın huzuruna götüreceğim. Bu söylediklerinin İslam’daki yerini O’na soracağım. İslam’da böyle bir ırkı yüceltip ötekini aşağılamak var mı göreceğiz!” demişti. Sonra adamı alıp getirmiş ve söylediklerini Allah Resûlü’ne haber vermişti.

Allah Resûlü, duydukları karşısında çok celallenmişti. Yıllardır hem sözlü hem de fiili şekilde ırkçılıkla mücadele etmiş, ırkçılığın zerresinin İslam toplumunda kendine yer bulmaması için büyük çabalar görtermiş; ahlakî, idarî ve hukukî bazı uyarı ve ikazlarda, emir ve nehiylerde bulunmuştu. Fakat birileri, bu Câhiliye anlayışını ısrarla ayakta tutmaya ve bunun üzerinden yeni teşekkül etmekte olan İslam toplumunu parçalamaya çalışıyordu. Hemen Mescid-i Nebevî’ye geldi ve olağanüstü hallerde kullanılan bir çağrıyla insanları mescide topladı. Sonra minbere çıktı, Allah’a hamd u senada bulundu ve “Ey insanlar! Sizin Rabbiniz birdir! Babanız, ananız da birdir! Araplık ne babanızda vardır ne de ananızda. O sadece sizin verdiğiniz isimden ibaret bir tanımlamadır. Arap’ın Arap olmayanlara üstünlüğü yoktur. Üstünlük, Allah’a iman ve itaattedir. Allah’a iman ve itaat edenler hep birlikte üstündürler. Bunu hepiniz böyle bilmeli, aranıza ırka dayalı üstünlük ayrımcılığı sokmamalısınız!” buyurdu.

Herkes meselenin İslam’daki yerini, en yetkili ağızdan bir kez daha dinlemişti. Peki defalarca O’nun bu vb. uyarılarına şahit olan ama buna rağmen bir türlü ırkçılığı bırakmayan bu münafığın cezası ne olacaktı.  Hz. Muaz İbn-i Cebel, “Ya Resûlallah! Öyle ise aramıza ırkçılık fitnesi sokmak isteyen bu adamı ne yapayım?” diye sordu. Allah Resûlü’nün verdiği cevap şu şekildeydi. “Bırak onu, cehenneme kadar yolu var!” Kays isimli bu münafık, Allah Resûlü’nün vefatından sonra irtidat edip ayaklanmalara katılmış ve Ridde savaşlarında ölmüştür.11

Irkçılık, Zillete Götürür

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ırkçılığın insanı/toplumu zillete; Allah katında değerini yitirmeye götüreceğini haber vermişti: “Allah, Câhiliyye kibrini ve övünme adetini sizden giderdi. İnsanlar iki kısımdır: Birincisi, Allah katında övülmüş olan takva sahibi kimseler, ikincisi de Allah katında yerilmiş olan bedbaht ve Allah’ın yolundan çıkmış kimseler. Unutmayın siz hepiniz Ademoğlusunuz. Adem ise topraktan yaratılmıştır. Allah’a yemin olsun ki insanlar ya bu kavimleri ile övünmeyi/ırkçılığı bırakırlar yahut da Allah katında, burnuyla dışkı yuvarlayan mayıs böceğinden daha değersiz bir hale düşerler.”12

Uhud savaşında birisi, bir müşriğe darbe indirirken “Al bu da benden. Ben Farslı bir gencim!” demişti. Onu duyan Allah Resûlü, “Al bu da benden. Ben Ensar’dan bir gencim, deseydin ya?” buyurmuş; cephede dahi ırkçılığı çağrıştıran bir söyleme izin vermemişti.13 Irkçılık tefrikayı, tefrika zilleti netice vereceği için nerede, hangi şartlar altında olursa olsun ırkçılığa bulaşmamak gerekiyordu.

Irkçılıktan Kurtulmak Zordur

Allah Resûlü, insanları ateşten, cehennemden kurtarma adına çok hassastı. Fakat ırkçılık geçiştirilecek bir eylem değildi. Hatta O, bir seferinde “Irkçılığa çağıran, ırkçılık için savaşan ve ırkçılık için ölen bizden değildir.”14 buyurmuş; hakiki Müslümanın ırkçılık yapamayacağını net bir şekilde ifade etmişti. Irkçılık, uyuşturucu gibi bulaşanın kendisini kurtarması çok zor bir bataklıktı ki “Hak ve adaletin dışında ırkçı mülahazalarla kavmine yardım eden, derin bir kuyuya düşen ve kuyruğundan çekilip çıkartılmaya çalışılan deve gibidir.”15 buyurmuş ve bu hususa dikkat çekmişti.

Ayrıca ırkçılık, helak edici, insanı her çeşit zulme sürükleme potansiyeli en yüksek bireysel ve toplumsal bir hastalıktı. Bunun için nesillere, soyları üzerinden bir üstünlük ruhu aşılanmaya kalkışılmamalı. Ve bilinmeli ki “Kişinin üstünlüğü, takvâsında; iyiliği, aklını kullanmasında; kıymet ve övüncü de ahlâkındadır.”16

Müslümanların İdaresi 

Allah Resûlü, sadece Câhiliye döneminde ırkçılığa muhatap olan insanların en temel hak ve hürriyetlerini korumakla kalmamış aynı zamanda onların da İslam toplumu içerisinde konum sahibi olmalarının yolunu açmıştır. Bu manada siyahî bir kölenin, Müslümanları yönetmesi tabiidir ve adaletle hükmettiği sürece inananlara düşen görev itaattir.17 Renginden ve soyundan dolayı devlet ve toplum içerisinde insanların mevki sahibi olmasına müdahale etmek, insan hakları ihlalidir; ehil oldukları ve adaletle hükmettikleri sürece herkes her türlü mevkide görev alabilir, çalışabilir. Nitekim Hz. Ömer, yeni halife seçilinceye kadar yerine vekil olarak, Rum asıllı ve bir dönem kölelikte yapmış olan Süheyb İbn-i Sinân’ı tayin etmiş; ashabın ileri gelenlerinin de aralarında yer aldığı Medine halkına, Araplara o imamlık yapmıştı.18

Netice

Ömrü boyunca ırkçı duygu ve düşüncelerden fersah fersah uzak duran ve peygamberlik döneminde ırkçılığı ortadan kaldırma adına mücadele eden Allah Resûlü, vefatının yaklaştığını anlayınca bütün Müslümanlara haber göndermiş ve herkesin kendisiyle Arafat’ta buluşmasını istemişti. Zira onları bir araya toplayıp vefatından önce insanlığın geleceği adına en hayati konuları onlara tekrar hatırlatmak ve bu hususlarda hassasiyetlerini zirveye çıkartmak istiyordu. Arafat’ta yüz bini aşkın insana hitap ederken üzerinde durduğu bir husus da ırkçılık olmuş ve “Ey insanlar! Dikkat ediniz! Sizin Rabbiniz bir, babanız da birdir. Şunu da iyi biliniz ki takva hasletinden başka hiçbir şeyle ne Arab’ın Arap olmayana ne de Arap olmayanın Arab’a; ne beyazın siyaha ne de siyahın beyaza bir üstünlüğü yoktur!” buyurmuştu. 

Dipnot:

  1. Hucurât Sûresi 49/13
  2. Rûm Sûresi 30/22
  3. Hucurât Sûresi 49/13
  4. Bkz. Müslim, Zikr 11
  5. Geniş bilgi için bkz. https://peygamberyolu.com/asil-neye-uzulmeli-ve-aglamaliyiz/
  6. Müslim, İmâre 53; Nesâî, Tahrim 28; İbn-i Mâce, Fiten 7
  7. Bkz. Buhârî, Îman 22; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân 7/130 (4772)
  8. Bkz. İbn-i Sa’d, Tabakât
  9. Müslim, Cenâiz 29
  10. Ebû Davud, Edeb 121
  11. Bkz. İbn-i Asâkir, Târîhu Dımeşk 24/225; Suyûtî, Hasâisu’l-Kübrâ 2/247; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ 10/119
  12. Ebû Davud, Edeb 121
  13. Ebû Davud, Edeb 122
  14. Ebû Davud, Edeb 122
  15. Ebû Davud, Edeb 122
  16. İbn-i Hibbân, Sahîh 483; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 2/365
  17. Bkz. Taberânî, Evsat 2/38; İbn-i Sa’d, Tabakât 2/141; 4/178; 8/236
  18. İbn-i Sa’d, Tabakât 3/173
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.