Asr-ı Saadet’te Kadınların, Problemlerin Çözümüne Sunduğu Katkı
Cahiliye döneminde kadın, hor, hakir ve uğursuz görülüyor; hak ve hukuku ayaklar altına alınıyordu. Hatta varlığı bile problem kabul ediliyor ve bazı kabilelerde küçük yaşta diri diri toprağa gömülüyordu. İlk vahyin inişi ve Muhammedü’l-Emîn’e verilen peygamberlik vazifesi, bekledikleri şafağın doğduğunu müjdeliyordu. Zira İslam, asırlardır devam eden bu gidişata, dur demiş ve tedricî bir şekilde kontrolsüz ve kuralsız kalabalıkları, örnek ahlak, hak ve hukuk ile ıslah edip nizama sokmuştu. Kadınların üzerinde gezen kara bulutları dağıtmış; kadına, hakkını, itibarını ve o mualla konumunu iade etmişti. Daha da ötesi Saadet Asrı’na kadın eli de değmiş; bireyin, toplumun ve medeniyetin ıslahında ve inşasında kadınlar aktif rol almışlardı. Büyük cesaret örnekleri sergilemiş ve problemlerin çözümüne katkı sunmuşlardı:
İslam Davasının İlk Sponsoru
İnsanlarla ilgilenme adına davet zeminleri oluşturmak, mağdur edilen ve zulme uğrayan insanların elinden tutmak, fakir ve sahipsiz Müslümanların ihtiyaçlarını gidermek için Allah Resûlü’nün mali imkâna ihtiyacı vardı ve bu konuda en büyük desteği, akrabalarının kınamalarına rağmen Hz. Hadîce vermişti. Bu manada İslam davasının ilk sponsoru, o olmuştu. Mekke’nin en zenginlerindendi. Bütün malını mülkünü Allah yolunda kullanılması için Peygamber Efendimiz’in tasarrufuna sunmuştu. Hatta üç yıllık ağır boykot yıllarında tanıdığı insanlara haber gönderip devreye sokarak Allah Resûlü ve akrabalarının süreci atlatmalarında da en büyük yardımı o yapmıştı.1
Tahkirin Haber Verilmesi
Allah Resûlü, Safa tepesindeydi. Ebû Cehil yanına aldığı birkaç kişiyle gelmiş ve ağız dolusu hakaretlerle kendisine ilişmişti. Belli ki kavga çıkartıp Mekke’deki ortamı biraz daha germek istiyordu. Zira topluma sunacağı bir fikri, felsefesi ve projesi yoktu. Esip gürlüyor, kendince topluma korku yayıyor ve şiddetten besleniyordu. Muhatabını çok iyi tanıyan Allah Resûlü, sakin ve sessizdi. O mualla konumunu koruyor ve misliyle Ebû Cehil’e karşılık vermekten bilerek kaçınıyordu. Hakaretleri boşluğa düşen Ebû Cehil, yorulunca durmuş; O ise evinin yolunu tutmuştu.
Fakat Abdullah İbn-i Cüd’an’ın azatlı kölesi olan bir kadın, yapılan densizliğe şahit olmuş, nahoş sözleri duymuş ve masum bir insana yapılan sözlü saldırılar karşısında vicdanen rahatsız olmuştu. Neme lazım dememiş, oracıkta beklemiş ve hadiseyi, amca Hamza’ya bütün detaylarıyla aktarmıştı. Bu insafsız saldırıların bitmesini istiyordu. Halbuki Ebû Cehil’in kadınlarla alakalı sicili de çok karanlıktı. Hz. Sümeyye’yi şehit; yaptığı işkencelerle Hz. Zinnîre’nin gözlerini de kör etmişti. Vicdanlı köle bir kadının bu cesareti, Hz. Hamza’nın Müslüman olmasına vesile olmuş ve Mekke’de yaşanan hadiselerin akışını değiştirmişti.2
Linç Girişiminden Kurtarma
Mekke’deki zulüm ve haksızlıklardan dolayı alternatif çıkış yolları arayan Allah Resûlü, Tâif’e gelmişti. İleri gelenlerden başlayarak Sakiflileri İslam’a davet ediyor ve davasına destek olmaya çağırıyordu. Fakat Tâif halkı, Mekkelileri bile aratacak bir tavır sergilemişti. Kendisini Taif’ten çıkarma adına ayak takımını devreye sokmuş; O’nu taş yağmuruna tutmuşlardı. Uzaklaşmaya çalışırken Rukayka isimli bir kadın evinin kapısını açmış; O’nu ve yanındaki Hz. Zeyd’i içeri davet etmişti.
Memleketlerine gelen ve en masum yollarla duygu düşüncesini insanlarla paylaşan bir misafiri, taşa tutacak kadar şirazeden çıkan Taiflilerin içerisinde kadının yaptığı büyük bir cesaretti. Kendisini ve ailesini riske atma pahasına Allah Resûlü’nü korumuş hatta ikramda bile bulunmuştu. Rahat bir nefes alan Efendimiz, kadını ve ailesini daha fazla tehlikeye atmamak için oradan ayrılmış ve Mekke’nin yolunu tutmuştu.3
Suikast Planlarını Akim Bırakma
Allah Resûlü, Medine’ye hicreti başlatmış ve ashâbını peyderpey Mekke’den çıkartmıştı. O’nun Ensar’ın gönlüne girmesine mâni olamayan şirkin ve şiddetin önderleri, Mekke’den çıkışını engellemek için Dâru’n-Nedve’de toplanmışlardı. O’nunla alakalı nihai bir karar alacak ve hep birlikte uygulayacaklardı. Bazıları zincire vurup hücreye hapsetmeyi ve ölene kadar çıkartmamayı bazıları da sürgün etmeyi teklif etmişti. Bunlar kabul görmeyince Ebû Cehil, her kabileden güçlü bir kişinin seçilip ellerine keskin bir kılıç verilmesini ve bunların aynı anda yapacağı ani bir saldırıyla O’nun canına kastedilip ortadan kaldırılmasını önermişti.
Mesuliyeti kabilelere dağıtan bu öneri, herkes tarafından kabul edilmiş ve derhal hazırlıklara başlanmıştı. Zühre kabilesinden birisiyle evli olan Rukayka Bint-i Ebî Sayfî İbn-i Hişâm İbn-i Abdulmuttalib (Efendimiz’in amcasının oğlunun kızı) gelişmelerden haberdar olmuş, öğle vakti Allah Resûlü’ne gelip “Kureyşliler, bu gece seni öldürmeyi planlıyorlar!” diyerek kendisini bilgilendirmişti.4 Çok geçmeden Cibrîl de gelmiş; haberin doğruluğunu teyit edip O’ndan Medine’ye hicret etmesini istemişti. Allah Resûlü’nün hicreti, müşrikler için sonun, Müslümanlar için ise yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu. Burada da her şeyi göze alan bir kadının, Rukayka Bint-i Ebî Sayfî’nin büyük bir katkısı vardı. Hz. Ebû Bekir’in kızı Hz. Esmâ’nın Sevr sürecindeki hizmetleri de ayrıca kaydedilebilir.
Tarihin Akışını Değiştirenler Arasında İki Kadın
Hz. Mus’ab’ın da gayretleriyle Medine’deki İslamî heyecan ve şuur, kısa zamanda zirveye çıkmıştı. Ensar’a, canlarından çok sevdikleri Allah Resûlü ve Müslüman kardeşleri Mekke’de büyük bir baskı ve zulüm altındayken Medine’de rahat ve huzur içerisinde yaşamak çok ağır geliyordu. Kendi aralarında toplanıp bir karar almışlardı; Allah Resûlü’nü memleketlerine davet edecek ve vazifesini yaparken başına gelebilecek her türlü tehlikeden kendisini koruyacaklardı. Ancak bunu Mekkelilere sezdirmeden yapmaları gerekiyordu. Bunun için Medine’den hareket eden hac kafilesinin arasına katılmış ve gizlice, bir gece vakti Akabe’de Allah Resûlü ile bulunmuşlardı.
Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu bu davet ekibinde yetmiş beş kişi vardı ve bunlardan iki tanesi de kadındı: Nesibe Bint-i Ka’b ve Esma Bint-i Amr.5 Hatta Hz. Esma, sekiz aylık hamileydi. Bu tarihi karara imza atanlardan olmak için kocasını ikna etmiş; deve sırtında sekiz gün yol kat etmiş ve beyattan birkaç saat sonra da doğum yapmıştı. Bu kadınların da aralarında bulunduğu yetmiş beş kişi aldıkları inisiyatifle İslam’ın ve insanlığın kaderine etki etmişlerdi. Zira çok geçmeden hicret başlamış ve Mekke’deki cendereden kurtulan İslam, kendi medeniyetini inşa edebileceği ve evrenselliğini ortaya koyabileceği bir zemine kavuşmuştu.
İlk Duraksamanın Bitirilişi
Hicretin altıncı yılı Zilkâde ayında umre niyetiyle yola çıkan Müslümanların önü Mekkeliler tarafından kesilmişti. Allah Resûlü, Mekke’nin dibine kadar gelmişken eli boş bir şekilde geri dönmek istemiyordu. Hudeybiye’ye gelip konaklamıştı. Yirmi gün kalınan Hudeybiye’de yaşanan elçi trafiğinin ardından Mekkeliler anlaşmaya razı olmuşlardı. Fakat anlaşmanın maddeleri, Müslümanların moralini bozmuştu. Bu kadar motive olmuşken geri dönmeleri ve umre için önümüzdeki seneyi beklemeleri gerekiyordu. Üstelik anlaşmanın yürürlüğe girdiği andan itibaren Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanları, Mekkelilere teslim edeceklerdi. Anlaşmanın maddeleri kâğıda dökülmüş ve imzalanmıştı.
Allah Resûlü ise on yıl boyunca savaş olmayacak maddesiyle ilgileniyor ve bu barış ortamında elde edilecek kazanımları düşünüyordu. Müslümanlardan kurbanlıklarını kesip ihramdan çıkmalarını ve geri dönüş için hazırlanmalarını istemişti. Fakat on dokuz yıl boyunca verilen emirleri anında yerine getiren ashâb, meseleyi ağırdan almış; kimse kurbanını kesmeye yanaşmamıştı. Hepsinde anlaşmadan dönüleceği düşüncesi vardı. Çok duygusal bir andı ve Allah Resûlü, üzerlerine gitmek istemiyordu. Durumu Ümmü Seleme vâlidemizle istişâre etmiş ve o da Allah Resûlü’nden kendi kurbanını kesip ihramdan çıkmasını böylece sahabenin geri dönüş olmadığını anlayacağını ifade etmişti. Bunun üzerine Allah Resûlü, kurbanını kesmiş; Ümmü Seleme’nin öngördüğü gibi artık geri dönüşün mümkün olmadığını anlayan Müslümanlarda kendi kurbanlarını kesme yarışına girmişlerdi. Müslümanlarda emri Nebevî karşısında ilk defa yaşanan muvakkat kilitlenme, bir kadının tavsiyesiyle suhuletle ve arkada iz bırakmadan çözüme kavuşmuştu.
Minber İnşası
Mekke’deki zulüm ve baskıdan dolayı on üç yıl boyunca ashâbıyla aynı çatı altında buluşamayan Allah Resûlü, Medine’ye varır varmaz Mescid-i Nebevî’yi inşa etmişti. Artık herkesle burada buluşuyor, sık sık onlara hitap ediyor ve konuşmalarını, mescidin direklerinden bir hurma kütüğüne yaslanarak yapıyordu. Hicretin yedinci yılının ortalarıydı. Aradan yedi yıl geçmiş ve Allah Resûlü, atmış yaşına ulaşmıştı. Neredeyse üç ay süren Hayber seferi bitmiş ve Medine’ye geri dönmüştü. Uzun süre ayakta durmakta problem yaşamaya başlamış ve bir hutbesinden sonra “Artık ayakta durmak beni yoruyor!” buyurmuştu. Bunun üzerine bazı sahâbiler, “Evet, yâ Resûlallah! Artık cemaatin sayısı da iyice arttı. Hutbe sırasında herkesin sizi rahat görmesini sağlayacak bir şey yapılsa isabetli olur.” demişlerdi ki arka saflardan bir ses yükseldi: “Yâ Resûlallah! Sizin için üzerine oturabileceğiniz bir şey yapsam nasıl olur? Zira hizmetçim aynı zamanda marangozdur.”
Bu sesin ve teklifin sahibi bir kadındı: Hz. Sa’d İbn-i Ubâde’nin hanımı Hz. Fükeyhe! Allah Resûlü, o gün “Nasıl isterseniz!” buyurmakla yetinmiş; fakat bir müddet sonra Hz. Fükeyhe’ye haber gönderip minberi yaptırmasını söylemişti. Çok geçmeden Hz. Fükeyhe, marangoz hizmetçisi Nistas’a ılgın ağacından bir minber yaptırıp mescide göndermişti. Allah Resûlü, minberi bizzat kendisi almış ve bugünkü yerine yerleştirmişti. Böylece hem Allah Resûlü’nün hem de onu görmekte zorlanan cemaatin sıkıntısı kalıcı olarak çözülmüştü. İslam Tarihi boyunca camilerin en önemli rükünlerinden biri haline gelen “minber”, bir kadının fikri olarak ortaya çıkmış ve mimarideki yerini almıştı.6
Allah Resûlü, ‘Oruçlu mu değil mi’ İhtilafı
Vefatının yaklaştığını anlayan Allah Resûlü, hac ibadetini yerine getirme adına yola çıkmıştı. Haccın erkanını fiili olarak bütün Müslümanlara gösteriyor, o güne kadar kendi omuzlarında olan İslam’ı insanlığa ulaştırma misyonunu ashabına tevdi ediyor ve onlarla vedalaşıyordu. Arafat’ta vakfeye durmuştu. Bu esnada Müslümanlar arasında Allah Resûlü’nün oruçlu olup olmadığıyla alakalı bir anlaşmazlık çıkmıştı. Yaşananlara şahit olan Hz. Ümmü Fadl, problemi çözmek için Allah Resûlü’ne bir bardak süt göndermişti.
Devesinin üzerinde vakfeye duran Allah Resûlü, hemen herkes tarafından görülebilecek bir konumdaydı. İkram edilen sütü almış ve herkesin gözleri önünde içmişti. Ardından da hacıları, Arafat’ta vakfeye duracakları gün, oruç tutmaktan nehyetmişti. Ümmü Fadl, çok basit ama etkili bir yolla hacılar arasında çıkan problemi çözüme kavuşturmuş; herkesin vakfesine odaklanmasına, yarın da probleme sebebiyet verecek bir konunun kalıcı olarak aydınlatılmasına vesile olmuştu.7
Yaralıların Tedavisi ve Su Tedariki
İslam, insanlığa sevgi, merhamet, adalet, huzur ve barış vadediyordu. Allah Resûlü de alemlere rahmet olarak gönderilmişti. Fakat İslam’ı hazmedemeyenler, daha ilk günden baskı, şiddet ve zulmü tercih etmiş; O’nu ve ashâbını Mekke’den çıkmak zorunda bırakmışlardı. Hatta bununla da yetinmemiş; Medine’ye yerleşen Müslümanları yok etmek için ordularla üzerlerine yürümeye başlamışlardı. Temel hak ve hürriyetlerin korunması için çıkılan cephelerde bilgi, beceri ve tecrübesi olan bazı kadınlarda yer almış; yaralı askerlerin tedavisi, su tedariki ve yemek hazırlanması gibi geri hizmetlerde bulanarak Müslümanların başlarındaki gailelerin çözümüne katkı sağlamışlardı.
Mesela bu çerçevede Uhud’a 14 kadın katılmıştı. Hz. Fâtıma, Ümmü Eymen, Hamne Bint-i Cahş ve Ümmü Ümâre, bunlardan bazılarıydı. Ümmü Ümâre yanında sargı bezlerini de götürmüştü. Rübeyyi Bint-i Muavviz, Leyla el-Gıfârî ve Ümmü Sinân ise tıbbı hizmetler için cepheye götürülen kadınlardandı. Ümmü Sinân, Hayber’e giderken yanında ilaçlar götürmüş ve bunlarla yaralı askerleri tedavi etmişti. Sık sık cepheye çıkanlardan Hz. Âişe, Ümmü Süleym ve Ümmü Ümâre, sırtlarında kırbalarla su taşıyıp askerlerin su ihtiyacını karşılıyorlardı.
Fakirlerin İhtiyaçlarının Giderilmesi
Fakirlik, dünden bugüne toplumların en önemli problemlerinden birisidir. İslam, fakirliğin önünü almak için çalışmayı emrederken israfı ve faizi de haram kılmıştır. Mevcut fakirlerin ihtiyaçlarını giderme adına da borç alıp vermeyi tasvip etmiş; zekâtı, sadakayı ve infakı emretmiştir. Asr-ı Saadet’te kadınlar da fakirlerin problemini çözme adına seferber olmuştu.
Bayramlarda ve zor zamanlardaki seferlerde Allah Resûlü, kadınları da bağışta bulunmaya davet etmiş; onlar da taktıkları küpeleri, yüzükleri, halhalları ve bilezikleri çıkarıp vermişlerdi. Hatta bazı kadınlar sahip oldukları yetenekleri, fakir ve miskinlerin ihtiyaçlarını gidermek için de değerlendirmişlerdi. Mesela Ezvâc-ı Tâhirat’tan Hz. Zeyneb Bint-i Cahş, Allah Resûlü’nün kendisine tahsis ettiği Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde bir yerde deri işlemiş ve elde ettiği geliri, fakirlere bağışlamıştı.8
Heyetlerin Ağırlanması
Hicretin sekizinci yılında Mekke’nin gönüllere girilerek fethedilmesiyle İslam’ın önündeki en büyük engellerden biri ortadan kaldırılmıştı. Mekke baskısından ve korkusundan kurtulan kabileler, akın akın Medine’ye heyetler gönderiyor, Allah Resûlü ile görüşüyor ve İslam’a “Evet!” diyorlardı. Gelen heyetlerin sayısı ve Medine’de kaldıkları gün, değişkenlik arz edebiliyordu. Kimisi üç kişilik kimisi de iki yüz kişilikti. Bazıları üç gün bazıları da on beş gün kalabiliyordu. Onların memnuniyeti, arkada bıraktıkları kabilelerinin hidayeti açısından büyük öneme sahipti. En güzel şekilde ağırlanmaları gerekiyordu. Misafir kalacakları yer ve yemekleri, çok önemliydi. İşin burasında imkânı ve mekânı geniş olanlar, bu problemi çözme adına Allah Resûlü’ne yardımcı oluyor; gelen heyetleri ağırlama görevini üzerlerine alıyorlardı.
Onlardan birisi de Mescid-i Nebevî’nin yanındaki evlerden en büyüğünün sahibi, Hz. Remle Bint-i Hâris isimli hanımefendiydi. Evini gönüllü bir şekilde heyetlere açmış; Gassân (3 kişi), Hanife (10+ kişi), Uzre (12 kişi), Abdukays (20 kişi), Sa’lebe (4 kişi), Havlan (10 kişi), Rehâviyyin (15 kişi), Fezâre (10+ kişi), Selâmân, (7 kişi); Kilâb (13 kişi), Muharib (10 kişi) ve Neha’ (200 kişi) kabilelerinin heyetlerini o, evinde misafir etmiş ve ağırlamıştı.9
Cephede Yeniden Derlenip Toparlanmaya Katkıları
Uhud’da önemli bir noktaya yerleştirilen ve en kritik hizmeti gören okçuların büyük bir kısmının, savaşın bittiğine hükmedip yerlerinden ayrılmaları, onlara güvenip rahat hareket eden Müslümanları, iki ateş arasında bırakmıştı. Üstelik çok geçmeden İbn-i Kâmie tarafından üretilip cepheye sürülen “Muhammed öldürüldü!” yalan haberi, askerleri ve savaş düzenini çok derinden sarsmıştı. Kimisi ailelerini kurtarma derdine düşüp Medine’nin yolunu tutmuş kimisi canını kurtarma derdine düşüp dağa çekilmiş kimisi elinden kılıcı bırakıp olduğu yerde kalakalmış kimisi de “O’nun öldürüldüğü yerde siz niye yaşıyorsunuz. Kalkın ve O’nun uğrunda öldüğü dava için siz de ölün!” diyerek çarpışmaya devam etmişti.
Cephede büyük bir dağınıklık problemi ortaya çıkmıştı. Tam bu noktada devreye Uhud’a götürülen ve durumu haber alıp Uhud’a koşan kadınlar girmişti. Medine’ye geri dönüş yolunda olan askerlere sesleniyor ve “Siz Resûlüllah’tan mı kaçıyorsunuz!?”10 diyorlardı. Ümmü Eymen ise askerlerin yolunu kesiyor ve “Verin kılıçları! Ben kadınlarla gidip O’nu korumak için çarpışırım. Siz, alın kirmenleri ve gidin ip eğirin!” teklifinde bulunuyordu!11 Nesibe Bint-i Ka’b ise elini kılıcı alıp çarpışma meydana inmiş bir taraftan Allah Resûlü’ne korumaya çalışırken diğer taraftan askerleri savaşmaya teşvik etmişti. Ordunun yeniden toparlanmasında kadınların bu duruşlarının da büyük etkisi olmuştu.
Benzeri bir durum Huneyn’de de yaşanmıştı. Mekke’nin fethinden sonra orduya katılan ve en önde giden askerler, vadiye girişte ok ve mızrak yağmuruna tutulunca geri kaçmaya başlamışlardı. Bu durum ordunun düzenini bozmuş ve arkadan gelen askerlerin de dağılmasına sebebiyet vermişti. Yanında çok az bir grup kalan Allah Resûlü, atını mahmuzlamış ve dağılan ordusunu toparlamak için öne atılmıştı.12 O’nunla birlikte orduyu toplamaya çalışanlardan arasında dört de kadın vardı: “Ümmü Ümâre, Ümmü Süleym, Ümmü Salît ve Ümmü Hâris”. Ümmü Salît ve Ümmü Hâris, “Savaştan kaçmak size yakışmaz!” diyerek Ensar’a sesleniyorlardı. Ümmü Ümâre, kılıcını ve Ümmü Süleym, hançerini çıkartmış Allah Resûlü’nü korumaya çalışmışlardı. Çok geçmeden ordu, yeniden toparlanmış ve kısa sürede Hevazinlileri bozguna uğratmıştı. Uhud’da olduğu gibi Huneyn’de de çok hassas bir zamanda ortaya çıkan dağınıklık probleminin çözümüne kadınların büyük katkısı olmuştu.
Sonuç
Asr-ı Saadet’te kadınların cesaretini ve problemlerin çözümüne sundukları katkıyı gösteren örnekler elbette bunlarla sınırlı değildir. Yazıyı uzatmama adına bu kadarıyla yetiniyoruz. Örneklerden de anlaşılacağı özere Cahiliye döneminde problem görülen kadın, İslam ile yeniden kendini bulmuş, hak ve hürriyetlerini geri kazanmış, fert, aile ve toplum adına ortaya koyabileceği hiçbir katkıdan mahrum bırakılmamıştır. Bilakis fikirleri ve fiilleriyle hayatın merkezinde yerini almış; problemlerin çözümüne katkıda bulunma adına aktif bir rol üstlenmişlerdir. Allah Resûlü de tavır ve duruşuyla onları cesaretlendirmiş hatta davasını geleceğe taşıma adına onların da desteğini sonuna kadar arkasına almıştır. Nitekim kadınların toplumsal hayata bu aktif ve müspet katılımları, Hulefâ-i Râşidîn döneminde de katlanarak devam etmiştir.
Dipnot:
- Geniş bilgi ve örnekler için bkz. Reşit Haylamaz, Mazlumların Hâmisi Hazreti Hadîce (radıyallahu anhâ), Sîret Yayınları
- Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 1/312. Aynı şekilde Hz. Ömer’in Müslüman olmasına da bütün cesaretini toplayıp hakikati yüzüne haykıran bir kadın, kız kardeşi Hz. Fatıma vesile olmuştu. Hz. Ömer’in İslam’a girişi ise hem büyük bir fetih hem de bazı Müslümanların zulümden kurtuluşu anlamına geliyordu.
- İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe 495; İbn-i Hacer, İsâbe 588. Geniş bilgi için bakınız: https://peygamberyolu.com/taifin-ilk-meyvesi-rukayka/#.XgS04i3BKqA
- Bkz. İbn-i Hacer, İsâbe 1873
- İbn-i Hacer, İsâbe 1810
- Abdullah İbn-i Ebî Evfa’nın hanımı da Mescid-i Nebevî’nin inşasına yardımcı olmuştu. Vefat ettiğinde Allah Resûlü, ashâbından onu omuzlarında taşımalarını istemiş; sebebi sorulunca “O, geceleri kimseye hissettirmeden mescidin inşa edildiği yere omuzunda kerpiç taşıyordu!” cevabını vermişti.
- Bkz. Buhârî, Hac 88
- Bkz. İbn-i Sa’d, Tabakât 10/114; İbn-i Hacer, İsâbe 1882
- Bkz. Ebû Dâvud, 519; İbn-i Sa’d, Tabakât 1/299, 300, 314, 331, 344, 346; Beyhakî, Delâil 6/143; İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyunu’l-Eser 2/248; Makrîzî, İmtâu’l-Esmâ’ 14/305
- Vâkıdî, Megâzî 1/241
- Vâkıdî, Megâzî 1/241, 242
- Bkz. Buhârî, Megâzî 55