Efendimiz’in (sas) Eğitim İçin Kullandığı Bir Zaman Dilimi: Uğurlama Anları
Mekke ve Medine’de Peygamber Efendimiz’e (aleyhissalâtu vesselâm) inananların büyük çoğunluğunu gençler oluşturuyordu. İslam dini ve medeniyeti, onların omuzlarında yükselecek, gelecek nesillere taşınacak ve dünyanın dört bir tarafına ulaşacaktı. Ama Cahiliye kültürü içerisinde neşet etmiş, daha hayatın baharında, herhangi bir talim ve terbiyeden geçmemiş bu gençlerin yetiştirilmesi gerekiyordu. Maruz kaldığı onca baskıya ve zulme rağmen Allah Resûlü, önüne çıkan her vesileyi, anı, fırsatı ve imkânı rantabl değerlendiriyor; onları, ahlakî, hukukî, askerî, iktisadî, idarî ve dinî değerlerle donatmak için kullanıyordu.
Dağları, mağaraları, vadileri, seferleri, seriyyeleri, mescitleri, evleri, evlilikleri, hutbeleri, sohbetleri, müzakere meclislerini, ibadet vakitlerini, bayramları, düğünleri, doğumları, cenazeleri, hasta ziyaretlerini, soru sorulan anları ve gördüğü hataları hatta bindiği hayvanların sırtlarını bile ashâbını yetiştirmek için değerlendiriyordu. Bu çerçevede en fazla dikkat ettiği, adeta bir eğitim müessesine çevirdiği zaman dilimlerinden birisi de uğurlama veya teşyi anlarıydı.
Ashâbından birini ya da bir grubu, herhangi bir vazife için seçip göndereceği zaman bizzat ilgileniyor, bineklerine bindiriyor, çoğu zaman Medine’nin dışına kadar onlarla birlikte yürüyor ve bu sırada kendilerine görevlerini bihakkın yerine getirmelerini sağlayacak, emir ve tavsiyelerde, uyarı ve ikazlarda bulunuyordu. Bir misyon yüklenmenin sahabîde uyardığı mesuliyet duygusunu ve Kendisinden ayrılığın meydana getirdiği duygusal ortamı, onları yapacakları hizmete hazırlamak için değerlendiriyordu.
Komutanları Yolcu Ederken
İslam’ı hazmedemeyen Mekkeliler, hicreti de kabullenememiş; Müslümanları bitirmek için ordularla Medine’nin üzerine yürümeye başlamışlardı. Üstelik Risalet’in dördüncü yılından beri yarımadada yaydıkları nefret söylemleriyle Arap kabilelerini, Allah Resûlü’ne karşı kin ve nefretle doldurmuşlardı. Mekkelileri örnek alan bu kabileler de her fırsatta Müslümanlara saldırmak için toplanmaya çalışıyorlardı. Bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden Allah Resûlü, her seferinde onları dağıtmak için birlikler gönderiyor; bölgede barışı korumaya, asayiş ve kontrolü sağlamaya çalışıyordu. Yapılan hazırlığın büyüklüğüne göre farklı sayılarda birlikler oluşturuyor ve başlarına hemen hemen her defasında yeni bir komutan atıyordu. Komutanları, Medine’den yolcu ederken kendilerine bu sahada yetişmelerini sağlayacak birtakım uyarı ve tavsiyelerde bulunuyordu. Öncelikle Allah’a karşı saygılı olmalarını, O’nun çizdiği sınırları aşmamalarını ve beraberlerindeki askerlere hayırla muamele etmelerini söylüyor ardından da şu nasihatleri yapıyordu:
“Allah’ın adıyla ve O’nun rızası için sefere çıkın. Allah’ı inkâr edip size düşmanlık yapan kâfirlerle çarpışın. Kamu malına hıyânet etmeyin. Haksızlıkta bulunmayın. Savaş meydanında öldürdüklerinize müsle (organlarını keserek işkence etme) yapmayın. Çocukları öldürmeyin…”1
Valileri ve Vaizleri Uğurlarken
Hicretin 9. yılı Rebiülevvel ayında Hz. Muaz İbn-i Cebel’i vali ve vaiz olarak Yemen’e gönderirken Mescid-i Nebevî’nin kapısında kendisini bizzat ata bindirmiş ve yaklaşık bir milden fazla onunla beraber yürümüştü. Bu sırada bir taraftan Hz. Muaz’ın atının üzengisinden tutup çekerken diğer taraftan kendisine şu emir ve tavsiyelerde bulunmuştu:
“Sen ehl-i kitap bir kavimle karşılaşacaksın. Onların yanına vardığında onları önce Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın Resûlü olduğumu tasdike davet et. Eğer bunu kabul ederlerse onlara, Allah’ın günde beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Bunu da yaptıkları takdirde, Allah’ın, zenginlerin fakirlere zekât vermesini farz kıldığını bildir. Bunu da kabul ederlerse zekât alırken sakın mallarının sadece en iyilerini seçme! Mazlumun bedduasını almaktan kork. Çünkü Allah ile mazlumun yakarışı arasında perde yoktur.2 Her otuz sığırdan erkek veya dişi bir tebi’, her kırktan bir müsinne, her bir bulûğa eren gayrimüslim şahıstan da bir dinar veya onun dengi Yemen kumaşı, yağmur suyu ile sulanan mahsûlden onda bir ve kovayla sulananlardan ise yirmide bir al”.3
Yâ Muâz! Sana Allah’a karşı takvalı olmayı, doğru sözlülüğü, ahde vefayı, emaneti sahibine eksiksiz vermeyi, asla ihanette bulunmamayı, tevazu ile hareket etmeyi, komşuluk haklarını yerine getirmeyi, yumuşak ve hoş sözlülüğü, yetimlere karşı merhametli olmayı, öfkeyi yutup yenmeyi, emelini kısa tutmayı, selamı yaymayı, adil imama itaati, dinin ve Kur’ân’ın inceliklerine vâkıf olup derinleşmeyi, yaptıklarının hesabını verme endişesiyle yaşamayı, amellerin güzelini işlemeyi, ahireti sevmeyi tavsiye ederim. Yâ Muâz! Yeryüzünde fesat çıkartma! Müslümana hakaret etme! Yalancıyı tasdik etme! Doğru sözlü insanları yalanlama! Yâ Muâz! Sana her an her yerde Allah’ı zikretmeyi, bütün günahlara gizli olanları için gizlice, aleni olanları için de alenen tevbe etmeyi tavsiye ederim! Yâ Muâz! Seni nefsim için değil Allah için seviyorum. Nefsim için hoş görmediğimi senin içinde hoş görmüyorum. Yâ Muâz! Sizin bana en sevimli olanınız, kıyamet günü buluştuğumuzda ayrıldığımız hali üzere bana kavuşan kimsedir.”4
Artık vedalaşma vakti gelmişti. Hz. Muaz, Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine son bir tavsiyede daha bulunmasını istedi. Bunun üzerine Efendimiz: “Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından mutlaka bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara, güzel ahlâk ile muamele et.” buyurdu.5 Hz. Muaz, ayrılıp Yemen’e doğru ilk adımlarını atarken kulağına Efendimiz’in yakarışları geliyordu: “Cenâb-ı Hak seni önünden, arkandan, sağından, solundan, üstünden, altından gelecek musîbetlerden muhafaza buyursun. İnsanların ve cinlerin şerrini senden uzaklaştırsın.”6
Halifeler, Nebevî Uygulamayı Devam Ettiriyor
Allah Resûlü’nden sonra Müslümanların başına geçen Raşid Halifer de bu Nebevî uygulamayı devam ettirmişlerdir. Vazife verdikleri insanları görev yerlerine yolcu ederlerken onlara, gittikleri yerlerde işlerini kolaylaştıracak, ayaklarını yere sağlam basmalarını sağlayacak, verilen işi hakkıyla yapmalarına yardımcı olacak… birtakım emir, ikaz ve nasihatlerde bulunmuş; onları, daha hazır bir halde göndermişlerdir. Mesela Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) ordu komutanlığına atadığı Hz. Yezid İbn-i Süfyan’ı Şam bölgesine gönderirken yürüyerek bizzat yolcu etmiş ve bu esnada kendisine şu önemli tavsiyelerde bulunmuştu:
“Ben, seni denemek, zorluklarla karşı karşıya bırakmak ve bu konuda yetişmen için komutan olarak tayin ettim. Bu görevi güzel yaparsan seni işinde bırakır ve daha büyük görevler veririm. Yapamazsan azlederim. O halde Allah’tan kork ve sınırlarını aşma! Çünkü O, senin dışını da içini de görmektedir. Allah’a en yakın olmaya layık kişi, insanlar arasında O’nu herkesten çok dost edinendir. Allah’a en yakın insanlar, kulluğun, konumunun ve vazifesinin hakkını verenlerdir. Ben, sana Hâlid’i tayin etmeyi düşündüğüm bir görevi veriyorum. Sakın ha Cahiliye Dönemi’nin taassubuna kapılma! Çünkü Allah, Cahiliye’ye de Cahiliye halkına da buğz eder. Askerlerinin yanına gittiğin zaman onlara muamelen ve sohbetin iyi olsun. Onlarla hayır ile başla ve onlara hayır vaat et. Onlara öğüt verdiğin zaman sözünü kısa kes çünkü fazla sözün bir kısmı diğer kısmını unutturur. Kendini ıslah et ki başkaları da senin için iyi olsun. Namazları tadil-i erkana dikkat ederek, huşu ile ve vakitlerinde kıl.
Düşmanın elçileri yanına gelecek olursa, onlara ikramda bulun ve onları karargâhında kısa süre tut! Tâ ki hiçbir şey öğrenemeden askerlerinin yanından ayrılıp gitsinler. Onlara hiçbir şey göstermemeye çalış! Aksi takdirde senin zayıf taraflarını görür ve senin bildiklerini bilirler. Onları askerlerinin zenginlikleri arasında misafir et ve yanında bulunanlardan kimsenin onlarla konuşmasına meydan verme. Onlarla konuşmayı sen üzerine al. Gizli olması gereken şeyleri dışarı vurma ki senin işlerin karışmasın. Fikir sorduğun zaman doğru konuş ki sana samimi olarak fikirlerini söylesinler. Geceleyin arkadaşlarınla sohbet et. Sana çeşitli haberler gelecek ve böylece önündeki perdeler kalkacaktır.
Gece, nöbetçilerin çok olsun ve onları askerlerinin arasına dağıt. Onlara haber vermeksizin ve ansızın, nöbet yerlerinde kendilerini çokça kontrol et. Nöbet tuttuğu yerde gaflete düşmüş bulduğun kimseyi aşırıya kaçmamak şartıyla cezalandır. Geceleyin nöbetleri değiştir. İlk nöbetler sonraki nöbetlerden daha uzun olsun çünkü gündüze yakın oldukları için ilk saatlerin nöbetleri daha kolaydır. Hak eden kimseyi cezalandırmaktan çekinme ve tereddüt de etme. Ceza vermek için aceleci de olma gevşek de davranma. Askerlerin ailesinden gafil olma yoksa askerin bozulur. Onların gizliliklerini de araştırma o zaman onları rezil edersin. İnsanların sırlarını açığa çıkarmaya çalışma ve onların açığa vurduklarıyla yetin.
Boş işlerle uğraşanlarla oturup kalkma. Doğru ve vefakâr kimselerle oturup kalk, insanlarla karşılaştığın zaman samimi ol. Korkma! Çünkü sen korkarsan başkaları da korkar. Haksız ve hukuksuz bir şekilde kamu malından alma. Çünkü bu fakirliğe yaklaştırır, zaferi uzaklaştırır. Kendilerini manastırlara hapsetmiş kimseler bulacaksınız. Onları hayatlarını adadıkları şeyle başbaşa bırakınız. Savaş anında bile sakın kadınları, çocukları ve ihtiyarları öldürme. Meyve ağaçlarını kesme, ma’mur yerleri tahrip etme, ihtiyaç harici koyunları ve develeri kesme, arı kovanlarını yakma, hileli yollara başvurup sahtekarlık yapma!
Ey Yezid!.. Akrabaların var. Lâkin onları başkalarına tercih ederek kamuya ait işlerde istihdam etmenden endişe duyuyorum. (Unutma ki) Allah Resûlü: ‘Müslümanları yönetirken iltimas eseri olarak bir yakınını kayırıp işe onu tayin eden Allah’ın lanetine düçar olur. Bundan dolayı Cenab-ı Hakk, hesap gününde ondan bir mazeret veya fidye kabul etmez, onu cehenneme atar.’ buyurdu. Kim bir kimseye hak etmediği şeyleri verirse Allah’ın yasaklarını ihlal etmiş olur; Allah’ın laneti onun üzerinedir ve o, Allah’ın korumasından çıkmıştır.”7
Hz. Ömer de Hz. Ebû Bekir gibi bu Nebevî uygulamayı devam ettirmiş ve atadığı insanları, Medine’den görev yerlerine uğurlarken birtakım uyarı ve tavsiyelerde bulunmuştu. Mesela Hz. Sa’d İbn-i Ebî Vakkas’ı ordu komutanı olarak Irak taraflarına gönderirken şunları söylemişti:
“Seni Irak savaşına komutan tayin ettim. Bu tavsiyelerimi iyi dinle. Sen hoşa gitmeyecek çok zor bir görev yüklendin. Bu işin altından ancak haktan ayrılmayan kişiler kalkabilir. Öyleyse önce kendi nefsinde uygulamak şartıyla emrin altındakileri iyilik ve hayra alıştır. Şunu bil ki her amelin bir sırrı vardır. Zaferin sırrı da sabırdır. Başına bir felaket geldiğinde sabret. Kalbine Allah korkusunu yerleştirmeye çalış. Allah’tan korkmak, O’nun emirlerine itaat edip yasaklarından kaçınmaktan ibarettir. İnsan, ancak dünya sevgisinden vazgeçip yalnızca ahireti sevmekle Allah’a itaat etmiş sayılır. Diğer taraftan Allah’a asi olanlar da dünyayı sevip ahiretten hoşlanmayarak isyan ederler. Allah, kalplerde gizlenenleri açığa çıkarır. İnsanlar kalplerindekini ya hamd ile ya da nankörlükte bulunmak suretiyle açığa vururlar. Kişinin içinde hikmet bulunup bulunmadığı dilinden anlaşılabilir. Bu sayede de halk tarafından sevilir. Kendini insanlara sevdirmek için gayret et; zira peygamberler Allah’tan kendilerini halka sevdirmesini istemişlerdir. Şunu bil ki Allah bir kişiyi severse onu insanlara sevdirir. Aynı şekilde O’nun buğzettiği kimselere de halk buğzeder. Sen de bu suretle Allah katındaki dereceni, insanların sevgi ve saygılarına bakarak anlayabilirsin!”
Sonuç
Hayatının her anı, hareketi ve uygulaması, hayır ve hikmetlerle dolu Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), örnek ve mucize nesil sahabeyi yetiştirirken önüne çıkan her imkânı, mekânı ve anı çok verimli değerlendirmiş; asla ve asla onların talim ve terbiyesini belli bir yere ve zamana has kılmamıştır. Hayatı, onlar için en büyük eğitim müessesine çevirmiş; sosyal ilişkileri, toplumsal olayları, krizleri… ve hatta yolculuğa çıkış anlarını bile rantabl değerlendirmiştir. O’nun izinden yürüyen, O’nun maksadına ve maslahatlarına sadık kalan halifeleri de aynı yolu takip etmişlerdir. Bu çerçevede Allah Resûlü’nü ve Raşid Halifeleri kendine örnek alan herkes, çok kısa zaman dilimlerini hatta anlık görüşmeleri bile mesuliyeti altındaki insanları yetiştirmek ve geleceğe hazırlamak için değerlendirmelidir. İnsan yetiştirme işini sadece belli şahıslara, zamanlara ya da mekanlara havale edip bir köşeye çekilmemelidir.
2003 yılında ilahiyat üzerine lisans eğitimini bitirdi. 2012 yılında yüksek lisansını tamamladı. 2015-2016 yıllarında özel bir üniversitede misafir öğretim görevlisi olarak dersler verdi.
Dipnot:
- Müslim, Cihâd 3; Tirmizî, Siyer 48; Diyât 14; Ebû Dâvûd, Cihâd 90; İbn-i Hıbbân, Hudûd (4473)
- Buhârî, Zekât 1 (1395), 41 (1458), 63 (1496), Mezâlim 9 (2448); Müslim, Îmân 7 (29/19); Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 3/498 (2071); Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ 3/45 (2313)
- Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 36/338 (22013), 365 (22037); Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ 3/17 (2245), 3/32 (2281); Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr 20/129 (262)
- İbn-i Asâkir, Târîh 18/194, 195, 58/408
- Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr 20/144 (295, 296, 297, 298); İbn-i Sa’d, Tabakât 3/439
- İbn-i Hacer, İsâbe 3/1847; İbn-i Asâkir, Târîh 58/413
- Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 21. Hadis; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih 2/370, 371; Belazurî, Ensâbu’l-Eşrâf 3/327