“Öyleyse sen, Ten’im’e git ve oradan umreye niyetlen!” (13 Zilhicce 10 Hicrî)
Allah Resûlü, Muhassab’da bir miktar dinlenmek için çadırına geldi. Orada boynu bükük vaziyette Âişe Validemiz’i gördü. “Yâ Resûlallah!” diyordu. “Arkadaşlarım hem hac hem de umre yapmış olarak dönecekler! Halbuki ben, (umre ile hacca birlikte niyet ettiğim halde hastalığım sebebiyle) sadece hac yapmış olarak dönüyorum! Böyle olur mu?”
Bilindiği üzere bundan dokuz gün önce Serif’te ay hali vuku bulan Hazreti Âişe’ye (radıyallahü anhâ) Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Umreni feshet, saçını çözüp tara ve hac için telbiye getir!” buyurmuştu. Minâ’da bulunduğu sırada hayzı biten ve “ifâza” tavafını da yapan Annemiz, belli ki bu fırsatı kaçırmak istememiş ve gelirken niyet ettiği üzere hac yanında bir de umre yapmayı arzu etmişti.
Onun ibadet arzusuyla söylediği bu cümlelerini duyan ve hâlden anlayan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), “Öyleyse sen, Ten’im’e git ve oradan umreye niyetlen!” buyurdu. Gecenin bu vakti yalnız göndermemek için de kardeşi Abdurrahmân’ı yanına çağırdı. “Kız kardeşinle Harem bölgesinden çık. O umre için telbiye getirsin! Sonra da umrenizi yapıp buraya gelirsiniz; ben, sizi burada bekliyor olacağım!” diyerek ablası Âişe’yi alıp Ten’im’e götürmesini ve oradan ihrama niyet ederek umre yapmalarını emretti. Yanından ayrılmadan önce onlara şunu söyledi:
“Yapacağın umre, harcama miktarına veya çekeceğin zahmete göredir!”
Bunun üzerine Hazreti Abdurrahmân, Âişe Validemiz’i bineğinin arkasına bindirdi ve birlikte Ten’im’e gittiler.