Cennet’e Yaklaştırıp Cehennem’den de Uzaklaştıracak Amel (9 Zilhicce 10 Hicrî)
Arafat’ta vakfenin bitmesi ve güneşin batımıyla birlikte Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) terikesine Hazreti Üsâme’yi alarak, Müzdelife’ye doğru hareket etti. O’nun hareketiyle birlikte Arafat da sel olmuş, Müzdelife’ye akıyordu!
Bu akış esnasında bedevinin birisi, her nasılsa devesini ürkütmüştü. Ürken deve diğer develerin de huysuzlaşmasına sebebiyet vermiş ve kalabalığın arasında bir kargaşa meydana gelmişti. Yularını kurtaran deve kaçıyordu! Bu kaçışma esnasında yüklerinde bulunan eşyanın birbirine çarpmasıyla çıkan ses, onları daha fazla ürkütmüş ve nihayet bu izdihamdan Kasvâ da etkilenmişti. Bir taraftan Kasvâ’nın yularını çekip sakinleştirmeye çalışan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer yandan “Ey insanlar! Sakin ve sükûnetli olun; deve ve atları koşturmak, taat ve iyilik değildir!” diyerek sukûnet çağrısında bulunuyordu. Bu arada, izdiham ve sıkışıklığın olduğu yerlerde Kasvâ’yı dizginliyor, önünde boş alan bulduğunda ise yularını serbest bırakmak suretiyle hiç kimseyi incitmeden vakur bir şekilde yoluna devam ediyordu.
Muzdelife sınırına yaklaştığında yanına gelen birisi, Kasvâ’nın yularından tutarak, “Yâ Resûlallah!” diye seslendi. Yukarıdan aşağıya doğru akan kalabalığın önünde durup yolun akışını engelleyen bu adamın tavrından hoşlanmayanlar olmuştu. “Behey adam! Çekil yoldan!” diyorlardı. Bu olaya şahit olan Habîbullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Bırakın onu; belli ki bir ihtiyacı var!” buyurdu.
Sonradan adının Abdullah el-Yeşkûrî olduğunu öğrendiğimiz ve Kûfe civarından gelen bu şahıs, Allah Resûlü’nü görebilmek için önce Minâ’ya, ardından da Arafat’a gelmiş ama kendisine görüp konuşmak nasip olmamıştı. Müzdelife’ye gideceğini öğrenince bu fırsatı kaçırmak istememiş ve erkenden hareket edip sınırda beklemeye başlamıştı. Şimdi ise beklediği fırsatı yakalamış olmanın sevinciyle Efendimiz’in önüne çıkmış, ebedî hayatını ilgilendiren bir soru soruyordu.
Habîbullah (sallallahu aleyhi ve sellem), âdeta “İhtiyacın neydi, haydi söyle!” dercesine bir bakış atfedince cesaretini topladı ve “Beni Cehennem’den kurtarıp Cennet’e sokacak; Cennet’e yaklaştırıp Cehennem’den de uzaklaştıracak amel nedir?” diye sordu.
Adamın sorusunu dinleyen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Peki, bu konuda sen ne yapıyorsun; seni bu pâyeye ulaştıracak amelin var mı?” diye sordu. Adam, “Evet, var!” dedi. Bunun üzerine onun şahsında herkese şunları söyledi:
“Farz olan namazı kıl ve zekâtı da ver! Beytullah’ı ziyaret et ve hac vazifeni yerine getir! Ramazan orucunu da tut! Buna ilave olarak insanların sana nasıl davranmasını istyorsan sen de onlara öyle davran. Tabi onların sana davranmasını istemediğin şekilde de onlara davranma!”
Adamın sevinçten gözlerinin içi gülüyordu; kestirmeden kendisini Cennet’e götürebilecek bir güzergâhın cevabını, bizzat Resûlullah’tan almış ve rahatlamıştı. Gözü Müzdelife’de olan Fahr-i Âlem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine, “Haydi, şimdi kervanın önünden çekil!” dediğini duyunca bir kenara çekiliverdi.
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), artık Müzdelife’ye varmak üzereydi. Yolda bir dağ geçitinin önünde durdu ve Kasvâ’dan indi. Hazreti Üsâme’nin döktüğü su ile hızlı ve hafif bir abdest aldı. Bu sırada Hazreti Üsâme, akşam namazı vaktinin girdiğini hatırlatmıştı. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ise namazın ileride ikame edileceğini beyan buyurdu.
Yeniden Kasvâ’ya binen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), etrafındaki cemm-i gafîr ile birlikte bir miktar daha yürüdükten sonra nihayet Müzdelife’ye ulaştı. Bu sırada yanına yaklaşan birisi, “Yâ Resûlallah! Ben, Tayy dağlarından geldim. Hayvanım bitkin ve kendim de çok yorgunum. Neredeyse her dağda vakfe yaptım! Ne dersiniz; benim haccım kabul oldu mu?” diye sordu.
Adının Urve olduğunu öğrendiğimiz bu adamı dinleyen Habîbullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Her kim, gece veya gündüz daha önceden Arafat’ta vakfe yapar, bizimle birlikte şu mekânda bu namazı kılar ve buradan ayrılıncaya kadar vakfeye durursa, haccını tamamlamış ve ihramdan çıkma aşamasına gelmiş demektir!” buyurdu.
Bu arada yatsı namazı vakti de girmişti ve Kasvâ’dan iner inmez gidip yeniden abdest aldı. Önce akşam namazından başlayarak yatsı ile birlikte cem yaptı.
Namaz sonrasındaümmetine döndü ve yanlış anlaşılmaması için tavzih manasında şu ikazda bulundu:
“Şüphe yok ki akşam ve yatsı olarak bu iki namaz, sadece buraya mahsus olmak üzere kendi vakitlerinden alınıp bu vakte te’hir edildiler; insanlar, yatsı vakti girmedikçe sakın cem’ etmesinler! Sabah namazı ise her zamanki vaktinde kılınacak!”
O akşam Resûlullah’ı merak edip takip edenler, yine uzun uzadıya dua ettiğine şahit oluyordu; Kur’ân okuyor ve vaktini de evrâd ü ezkâr ve tefekürle geçiriyordu!
Oldukça uzun ve yorucu bir günün ardından şimdi vakit, istirahat vaktiydi; zira ertesi gün de çok yoğun olacaktı!