Veda Haccı İçin Mescid-i Nebevî’den Zü’l-Huleyfe’ye Hareket (25 Zilkâde 10 Hicrî)
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Zilkâde ayının başında her tarafa münadiler göndermiş ve bütün Müslümanların hac için hazırlanmalarını talep etmişti. Medine civarındaki onbinlerce Müslümanlar, yolculuğa O’nunla beraber çıkmak için Medine’ye toplanmış hareket gününü beklemeye başlamışlardı.
Derken hareket günü de gelip çatıverdi; takvimler, Zilkâde ayının yirmi beşini gösteriyordu. Bir Cumartesi günüydü. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Medine-i Münevvere’den her ayrılışında yaptığı gibi o gün de kendi yerine vekalet etmesi için birini bırakmıştı. Ebû Dücâne Hazretleri O’na vekaleten Medine’de kalacaktı.
Mekke’ye yolculuk başlıyordu! Bu ilk hareketin başlangıç noktası, her zamanki gibi yine Mescid-i Nebevi idi. Mescid, çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı ihtiyar olmak üzere insan kaynıyordu! Şüphesiz Medîne, tarihi günlerinden birini, üstelik en kalabalık haliyle yaşıyordu.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), evinden çıkmadan önce gusül abdesti aldı. Saçlarını tarayıp yağlamış, üzerine de rida ve izârdan müteşekkil ihramını da giymişti. Güzel kokular da sürünen Medîne’nin Gülü (sallallahu aleyhi ve sellem), Mescidi’ne gelirken etrafına gül gibi kokular saçıyordu!
Ashâbına da tembihleri vardı; za’feranla boyanmış ve boyası cilde geçme ihtimali olan rida ve izâr çeşitlerini giymemelerini söylüyordu.
Beri tarafta Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hacda keseceği kurbanlıklar bir kenara ayrılmıştı. Onların sevk ve idaresi için de Nâciye İbn-i Cündüb’ü görevlendirilmişti. Bu işi yaparken Hazreti Nâciye’nin yanında, kendi kabilesinden iki genç daha bulunuyordu.
Önce mahşerî kalabalığa öğle namazını kıldırdı Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem); henüz yolculuk başlamadığı için dört rekât olarak kıldırıyordu! Ardından Zü’l-Huleyfe istikametine doğru bir insan seli akın etti Mescid-i Nebevî’den.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bu uzun yolculuğa, kendisine hicret esnasında bineklik yapan devesi Kasvâ ile çıkmıştı. Bineğinin üzerinde, Allah Resûlü’nün azığının bir kısmı ile yol metâı da bulunmaktaydı. Efendiler Efendisi, tevazudan iki büklümdü. Böylesine bir kalabalıkla Mekke’ye doğru akarken bineği Kasvâ’nın üzerinde, toplamda fiyatı 4 dirhem bile etmeyen eski bir çul vardı. Zaten O (sallallahu aleyhi ve sellem) niyet ederken, “Allah’ım! İçinde gösteriş ve şöhret olmayan bir hac yapmak istiyorum.” demişti.
Âdeta her adımı bir dua olan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Kasvâ’nın üzerine oturduğunda üç defa tekbir aldı ve ardından derin bir murakabe hissiyle yine duaya başladı. “Bize bu bineği musahhar kılan Allah’ı tenzih ederim. Biz buna takat getiremezdik. Şüphesiz ki biz Rabbimiz’e dönücüleriz.” diyordu. Aslında bu dua, bineğine her binişinde okuduğu dualardan birisiydi. Kur’ân menşeliydi. Zira bunu O’na, “Ta ki onların üstüne binerken Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve ‘Bunları bizim hizmetimize veren Allah yüceler yücesidir; her türlü eksiklikten münezzehtir. O lütfetmeseydi biz buna güç yetiremezdik. Muhakkak ki biz sonunda Rabbimize döneceğiz!’ diyesiniz.” demek suretiyle bizzat Allah öğretmişti. Ancak duası bununla sınırlı değildi. “Ey Rabbim!” diyordu. “Bu seferimizi sen bize âsân eyle! Onun uzaklığını bize yakın kıl! Allah’ım! Seferde yoldaş, ailede vekil sensin! Allah’ım! Seferin meşakkatinden, manzaranın kötüye değişmesinden, mal ve aile hususunda kötü dönüşten sana sığınırım!”
Her zaman olduğu gibi Şecere yolunu takip ediyordu. Öğleden sonra mescidinden çıkan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ikindi vaktinde Zü’l-Huleyfe’ye ulaştı ve burada, ashâbıyla birlikte ikindi namazını kıldı. Seferilik hali başladığı için dört rekâtlık namazları, ikişer rekât olarak kıldırıyordu! Üstelik Zü’l-Huleyfe, hac ve umre ibadeti için önem arz eden bir mekandı. Burada herkes ihrama girecek, iki rekât ihram namazı kılacak ve çıktıkları hac yolculuğu için niyet edecekti.
Civar kabilelerden hâlâ gelenler vardı. 23 yıllık irşad ve tebliğin semeresi sel olmuş Resûlullah’a akıyordu. Onun için bu gece burada kalınacaktı. Aynı zamanda Medine’den hareket eden herkes de gelebilmiş değildi. Mesela Ezvâc-ı Tâhirât ile hayatta kalan tek evlâdı Hazreti Fâtıma da O’nunla beraber idi. Öyle bir izdiham vardı ki başta annelerimiz olmak üzere Abdurrahman İbn-i Avf ve Hazreti Osman gibi en öndekiler bile o gün gecikmiş, Zü’l-Huleyfe’ye ancak gece ulaşabilmişlerdi.
Mahşeri kalabalıkla birlikte yatsı namazı da kılınmış, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) istirahate çekilmişti. İnsanların bir kısmı istirahate çekilmiş olsa da tabii olarak herkes aynı anda hareket etmiyordu. Zü’l-Huleyfe âdeta panayır yerini andırıyordu.
Hudeybiye ve Kaza Umresi münasebetiyle mikat, ihram ve niyet gibi konulara ashâb-ı kirâm yabancı değillerdi. Ancak bugün Resûlullah’ın yanında, önceki yolculukların onlarca kat fazlası insan vardı. Üstelik bunların büyük çoğunluğu, umre veya hacla ilgili hükümlerle ilk defa karşılaşıyordu. Onun için Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Zü’l-Huleyfe’nin mîkat mahalli olduğunu hatırlattı onlara. Medine ve cihetinden gelenlerin Zülhuleyfe, Şam tarafından gelenlerin Cuhfe, Necid istikametinden gelenlerin Karnu’l-Menâzil ve Yemen cihetinden gelenlerin de Yelemlem’de ihrama gireceklerini söylüyordu.