Taif Yolculuğu (27 Şevval Risaletin 10. Yılı)

380

Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ve O’nunla birlikte iman eden sahabenin, olağanüstü gayretlerine rağmen Mekke’de artık her şey durağanlaşmış ve Mekkeliler, en azından şimdilik yeni açılımlara kapanmıştı. Tebliğ ise, süreklilik arz eden bir vazifeydi; Allah’ın yarattığı yeryüzü olabildiğince genişti ve başka yerlerdeki insanların da İslâm’a ihtiyaçları vardı.

Bir de Mekkeliler, her geçen gün çığ gibi büyüyen İslâm karşısında nefret ve kinle oturup kalkıyor ve Müslümanlara rahat adım atma imkânı tanımıyorlardı. Üstelik her yönden, Ebû Tâlib’in vefatı fırsat bilip açıktan Allah Resûlü’nün bedenini ortadan kaldırmaya niyet eden bahtsızların diş gıcırtıları geliyordu.

Elbette Allah’ın vaadi vardı ve bu dava, gün gelecek bütün yeryüzüne hâkim olacaktı; bunda şüphe yoktu. Ancak bunun, bugünün Mekke’siyle gerçekleşme imkânı pek mümkün gözükmüyordu. Yeni bir açılıma ihtiyaç vardı ve işte bu açılımı sağlamak için Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Şevvâl ayının bitimine üç gece kala, yanına Zeyd İbn Hârise’yi de alarak Tâif yolculuğuna yöneldi.

Tâif, bağ ve bahçeleriyle meşhur, yeşillikler içinde bir yerdi. Mekke’ye yaklaşık doksan kilometre mesafede idi ve burada Efendimiz’in anne tarafından akrabaları yaşıyordu. Aynı zamanda burası, ömrünün ilk yıllarında gelip yanında kaldığı Efendimiz’in süt annesi Halîme-i Sa’diye’nin memleketine de yakın bir bölgeydi.

Allah tarafından gönderilen mesajlara hüsn-ü kabul gösterecek yeni simalara ulaşmak ve böylelikle, Mekke’de bulama­dığı sıcak yüzlerle tanışıp Allah davasına muzahir mü’minlerle birlikte istikbale daha gür adımlarla yürümek gibi hedeflerle çıktığı Tâif yolculuğunda, önce Benî Sakif kabilesinin yanına gitti. Çünkü o gün için Sakîfliler, Tâif’in ileri gelen eşrafı olarak biliniyor ve çevrelerinde itibar görüyorlardı.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.