Gatafân’la Sulh Girişimi

402

Benî Kurayza’nın anlaşmayı bozarak ihanet edişi, Allah Resû­lü’nü ciddi ciddi düşündürüyordu; zira aynı anda birçok cephede savaşmak zorunda kalmışlardı. İçerideki düşmanın vereceği zarar, dışarıdan gelen Ahzâb ordusundan daha büyük ve çetin olurdu. Onun için Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), önce Ahzâb ordusunu problemsiz geri gönderip bir an önce içerideki düşmanın zararından emin olmak istiyordu. Bu sebeple Gatafân’ın iki lideri Uyeyne İbn Hısn ve Hâris İbn Avf’a haber gönderdi; yanlarında on kişilik bir grupla huzura gelmişlerdi; Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara, bu sevdadan vazgeçmelerini söylüyordu.1

Aralarında uzun görüşmeler oldu. En sonunda Uyeyne ve Hâris, Mekke ordusunu bırakıp da geri gideceklerini vadettiler. Ancak buna karşılık, Medine hurmalarının yarısının kendilerine verilmesi teklifinde bulundular. Bir belayı defetmek için onlara mal da verilebilirdi; ancak talep ettikleri miktar çoktu. Onun için Efendiler Efendisi, üçte birini vadetti. Onlarsa kabul etmiyor ve yarısında ısrar ediyorlardı. Bütün ısrarlarına rağmen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), üçte birden daha fazlasını kabul etmeyince de bunu kabullendiklerini bildirmişler ve sıra, anlaşmanın kağıda dökülerek imzalanmasına gelmişti.

Abbâd İbn Bişr de, demir zırhları içinde Resûlullah’ın başında nöbet bekliyordu. Bu sırada yanlarına, elinde mızrağıyla birlikte Üseyd İbn Hudayr girdi; olup bitenlerden habersizdi. Önce gözü, Resûlullah’ın huzurunda ayaklarını uzatıp da kaykılan Uyeyne’ye takıldı ve şöyle çıkıştı ona:

– Çek ayaklarını!… Resûlullah’ın huzurunda sen, ne hakla onları uzatıyorsun? Vallahi de, şu anda Resûlullah burada olmamış olsaydı, mızrakla senin husyelerini parçalar ve şuracıkta işini bitiriverirdim!

Meselenin iç yüzünü öğrenince de Allah Resûlü’ne yöneldi:

– Yâ Resûlallah, diyordu. “Şâyet bu, Sana semadan gelen bir emirse dilediğini yap; ancak bu böyle değilse, vallahi de bizim bu adamlara kılıçtan başka vereceğimiz bir şeyimiz olamaz; onlar ne zaman bizden böyle bir taviz aldılar ki şimdi bunu koparabilsinler!”

Yürekli bir çıkıştı; bunun da üzerinde düşünülmesi gerekiyordu. Herkesteki keyfiyet böyleyse, endişelenilecek bir durum olamazdı; onun için Allah Resûlü, Sa’d İbn Muâz ve Sa’d İbn Ubâde’yi çağırarak2 konuyu bir de onlarla istişare etmek istedi. Bu sırada Gatafân heyeti, bir kenarda oturmuş bekliyordu. Gelir gelmez de, mübarek ellerini her ikisinin omzuna koyarak ve kimsenin duymayacağı bir sessizlikle gelişmeleri anlattı onlara. Ardından da fikirlerini sordu. Diyorlardı ki:

– Yâ Resûlallah! Şâyet bu, semadan gelmiş bir emirse onu uygula; eğer bu, semadan gelmemiş, ancak yine de Senin arzu ettiğin bir iş ise yine uygula; bize sadece dinlemek ve itaat etmek düşer! Ancak bu, ortada bir mesele ise, bizim onlara kılıçtan başka verecek bir şeyimiz olamaz!

Üseyd’in sözünden farklı değildi bu cümleler. Ancak konunun iyice anlaşılması gerekiyordu. Aynı zamanda Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), şefkat peygamberiydi ve her hâlükarda sulhun peşindeydi. O’nun için savaş, en son müracaat edilecek bir yoldu; bu yolla karşılaşacağı ana kadar sulh adına bütün alternatifleri değerlendirecek ve bir tek insanın bile burnu kanamadan meselenin içinden çıkmayı hedefleyecekti. Bunun için Efendiler Efendisi:

– Şüphesiz ki Ben, Arapların sizin aleyhinize ittifak ederek yekvücut saldırdıklarını görüyorum; dört bir yandan hücum edip saldırıyorlar. Böyle bir durumda Ben, onların güçlerini dağıtıp bir süreliğine zaman kazanmanın uygun olabileceğini murad ediyorum, buyurdu.

Bu sefer Sa’d İbn Muâz söz aldı:

– Yâ Resûlallah, diyordu. “Daha önce bizler de bu adamlar gibi Allah’a şirk koşar ve putlara temenna durup; bildiğimiz Allah’a ibadet etmezdik! O günlerde bile bunlar, satın alma veya misafirlik dışında Medine’den bir tek hurma bile alıp yemeyi ummazlarken, Allah (celle celâluhû) bizi İslâm’la şereflendirmiş ve hidâyete erdirmiş; Senin’le ve İslâm’la da bizi aziz kılmışken mi bunlara mallarımızı vereceğiz! Bizim böyle bir anlaşmaya ihtiyacımız yok; vallahi de Allah (celle celâluhû), onlarla bizim aramızdaki hükmünü verinceye kadar onlara kılıçtan başka bir şey vermeyiz!

Ashâbının duruşu daha kesindi ve böyle bir zeminde içteki vahdet her şeyin önünde gelirdi; Gatafânlılarla yapılacak anlaşma, bu vahdeti rencide edecek gibi duruyordu. Onun için Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) geri adım attı ve Hz. Sa’d’e dönerek:

– Öyleyse iş sana kaldı; dilediğini yapabilirsin, buyurdu. Bunun üzerine Sa’d İbn Muâz da:

– Ellerinden geleni ardına koymasınlar, diyerek böyle bir anlaşmanın olamayacağını ifade etti ve meseleye son noktayı koymuş oldu.

Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.


Dipnot:

  1. Bunun üzerine Allah Resûlü’nün, “Sa’d’leri çağırıp onlarla meseleyi istişare edeyim.” dediği ve sonra da Sa’d İbn Muâz, Sa’d İbn Ubâde, Sa’d İbn Rebî’, Sa’d İbn Hayseme ve Sa’d İbn Mes’ûd’u çağırdığı şeklinde de rivâyet vardır. Bkz. Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, 6/28 (5409); Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 6/132
  2. Her ikisi şahıs da, daha sonra Müslüman olarak ‘sahâbe’ olma şerefini elde edecektir.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.