Efendimiz’in (sas) Risâletinin Evrensel Olması

381

Acaba Hz. Muhammed’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) başka, bü tün insanlığa şâmil, umûmî bir risâlet ile gönderilmiş başka bir peygamber var mıdır? Veya İslâm’dan başka, da’veti herkesi kucaklayan başka ilâhî bir din, Allah tarafından bildirilmiş midir? İsrailoğulları, dünyayı sâdece kendilerine mahsus kılmışlar ve dünyayı yalnızca kendi ülkelerinin sınırlarıyla mahdut saymışlardır. Hattâ daha da ileri giderek, bütün âlemlerin Rabb’i olan Allah’ı, başkalarının değil, sâdece kendi milletlerinin ilâhı olduğu zannına kapılmışlardır. Bunun içindir ki Benî İsrâil peygamberlerine ve Tevrat’a baktığımızda, onların da’vetlerinin sâdece kendilerine münhasır kalıp, diğer milletlere şâmil olmadığını görürüz.1 Bugün bile Hz. Mûsâ’nın şerîatının ve Yahûdiliğin, yalnızca Benî İsrâil’e has olduğunu ve başkalarına hitap etmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.2 Hattâ Hz. Îsâ bile, sâdece İsrailoğulları’nın koyunlarını gütmüş,3 risâletini ancak onların köylerine ve mensup oldukları topraklara tebliğ ile meşgul ol muş ve -onlara göre,- evlatlarının ekmeğini köpeklere vermemeğe gayret sarfetmiştir.4

Hindlilerin Kutsal kitapları Vedâ’ların da bundan farkı yoktur. Hindûlar, onların semâdan peygamberlerine inmiş mu kaddes kitaplar olduklarını iddia ederler. Ve onların tilâvet ve nağmelerininde, Ârî milletlerinin dışındakilerin kulaklarına duyurulmayacağına inanırlar. Çünkü Ârî milletlerinin dışındaki diğer bütün insanlar temiz olmayıp, necistir ve kulakları pistir. Dolayısıyla mukaddes kitabın nağmeleri onlar lâyık değildir. Vedâ’nın âyetlerini işittikleri zaman, o kulaklara erimiş kurşun dökmek gerekir.5 Diğer peygamberlerin şeriatlerinin de bunlardan pek farkı yoktur. Yani hepsi belli bir zaman ve mekanla kayıtlıdır. Hz. Âdem ve Hz. Nûh gibi bazı peygamberlerin şerîat ları, mekan açısından evrensel olsa bile, zaman açısından ev rensel değildir. Zîra kendilerinden sonra gelen peygamberle, onların getirdikleri kurallar kalkmış olmaktadır. Bunlardan is tisnâ teşkil edecek tek peygamber, Hz. Muhammed’dir (sallallâhu aleyhi ve sellem).

Her peygamberin bir kitabı vardır. Kitabı olmayan peygamber kendinden evvelki kitabın hükmü ile hareket etmekle mükelleftir. Bunun için esasında Hak olan her din, mukaddes bir kitaba dayanmaktadır. Bu kitap dinin yegane dayanağıdır. Eski Yunanistan’da bazı filozofların felsefî eserleri ile Çin, Hint, Japonya, eski İran ve eski Mısır’da birtakım mukaddes kitaplara rastlanmaktadır. Bunlar her ne kadar semâvî ve münzel vasfını taşımıyorlarsa da, İlâhî kitaba duyulan ihtiyaç ve mukaddes bir kitap fikri bakımından önemlidirler. Semâvî dinlerin büyüklerinden biri olan Mûsâ dininin mukaddes kitabı Tev rat’tır. Fakat elde bulunan Tevrat, Hz. Mûsâ’ya vahyedilmiş olan Tevrat’ın aynı olarak kabul edilemez.6

İncil’e gelince, Hz. Îsâ’ya âit İncil adını taşıyan bir kitabın mevcut olması icabediyorsa da, bugün elde mevcut böyle bir kitap yoktur. Sayıları yüzlere varan İncil nüshalarının peygamber olmayan kimseler tarafından yazıldığı kesin olarak bilinmektedir. İslâm’ın dayandığı Kur’ân-ı Kerim, târihî vesikalara âit şartları kendinde toplayan biricik kitaptır. Dinler Târihini kayıtsız bir gözle inceleyenler bu gerçeği görebilirler.7

Cenâb-ı Hakk’ın, kulu ve elçisi Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gönderdiği Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlığa, güzeli göstermek, onları dalâletten kurtarıp, hidâyete erdirmek, bâtıldan hakka ulaşmalarını sağlamak, kötüyü bırakıp iyiye yönelmelerini te’min etmek, putlara tapmaktan, tevhîde, insanların ve zâlim idarecilerin baskılarından, İslâm’ın adâletine kavuşmalarını sağlamak için gönderilmiştir. İnsanlığın saâdetini te’min etmek amacını güden Kur’ân-ı Kerim, belli bir zümre, muayyen bir ırk, özel bir zaman ve memleket, yalnızca o dili konuşan insanlar için değil, tam aksine bütün bir beşere gön derilmiştir.8 Dolayısıyla Kur’ân’ı tebliğ ile mükellef olan peygamber de, belli bir zamanın, mekânın ve zümrenin değil, bütün zamanların, mekanların ve insanlığın peygamberidir. Ve evrensel bir peygamberdir. Bu evrenselliği, Kur’ân’ın pekçok âyetinde görmemiz mümkündür:

“De ki: Ey insanlar ben sizin hepinize Allah tarafından gönderilen Peygamberim. O ki, göklerin ve yerin hakimiyeti Ona aittir. Ondan başka ilah yoktur. Hayatı veren de, ölümü yaratan da Odur. Öyleyse siz de Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden Nebiyy-i Ümmi olan o Resûlüne inanın. Ona tâbî olun ki doğru yolu bulasınız.”9,

“İşte bunun içindir ki ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.”10,

“Ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı olarak gönderdik, lakin insan ların ekserisi bunu bilmezler.”11.

Bunların dışında da birtakım âyetler vardır ki, orada kullanılan kelimeler de göstermektedir ki Hz. Peygamberin (sallallâhu aleyhi ve sellem) nübüvveti, umûmî olup, herkese hitap etmektedir. Çünkü, nâs,12 insan,13 abd ve ibâd,14 beşer,15 benî âdem,16 âlemîn,17 gibi kelimeler umum ifade etmektedirler. Resûlullah’ın nübüvveti ve insanlara vahyi tebliğ etmesiyle ilgili olarak kullanılan bu kelimelerden de anlaşıldığına göre, onun peygamberliği zaman, mekan ve kavim ile mukayyed olmayıp, herkesi içine almaktadır.

Resûlullah da kendisinin yalnızca bir kavmin değil, bütün insanlara gönderilen bir peygamber olduğunu bildirmiştir:

“Benden önceki peygamberlerden hiçbirisine verilmeyen beş şey bana verildi. Ben, bir aylık mesafeden korkuyla yardım edildim. Bütün yeryüzü bana (ümmetime) mescid ve temizleyici kılındı. Benim ümmetimden birisi, namaz vaktine nerede denk gelirse orada kılsın. Bana ganimetler helâl kılındı. Ben den önceki peygamberler sâdece kendi kavimlerine gönderil dikleri halde, ben bütün insanlığa gönderildim. Ve bana şefâat hakkı verildi.”18

“Nefsim kudreti elinde olan Allah’a yemin olsun ki, Yahûdi olsun, Hristiyan olsun şu topluluktan beni işitip de, gönderildiğim şeye inanmadan ölen kimse, cehennemliktir.”19

“Bir gün Hz. Ömer Resûlullah’a gelerek şöyle dedi: “Yâ Resûlellah! Ben, Ben-i Kureyza yahûdilerinden birisine söyledim de, bana Tevrat’tan bazı parçalar yazıverdi. Onları sana okuyayım mı?” Bunun üzerine Resûlullah’ın yüzü nün rengi değişti. Oradakilerden birisi: “Görmüyor musun Resûlullah’ın yüzünü?” deyince, Hz. Ömer şöyle dedi: “Ben Rabb olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, peygamber olarak da Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) râzıyım.” Bunun üzerine Hz. Peygamberin yüzünde sevinç belirdi. Ve şöyle dedi: “Nefsim kudreti elinde olan Allah’a yemin olsun ki, şayet içinizde Hz. Mûsâ zuhur etse, siz de beni bırakıp ona tâbî olsanız, dalâlete düşmüş olursunuz. Siz, ümmetlerden benim payıma düşen siniz; ben de peygamberlerden sizin payınıza düşenim.”20

Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) nübüvveti, bütün insanlara şâmil olup21 kıyâmete kadar da geçerli olacaktır. Ondan sonra bir peygamber gelmeyeceği gibi, onun dîninden başka bir din de, Allah katında geçerli olmayacaktır. Çünkü onun getirdiği pren sipler, herkes tarafından uygulanması mümkün olan ve her türlü ihtiyacı karşılayan bir özelliğe sahiptir. Yeter ki, onu yorumlayanlar, gerektiği gibi ondan ihtiyaçlara cevaplar çıkara bilsinler.


Yazar: Muhittin Akgül/Kur’ân’da Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Özellikleri isimli kitabından alınmıştır.

Dipnot:

  1. Tevrat’ın bölümlerinin hepsini okuyan bir kimse, ne Mûsâ’nın, ne de İsrâiloğullarının başkalarını kendi dinlerine dâvete memur olduklarını gösteren birşey bulamaz. Bütün bölümlerde yazılanlar, yahudiliğin, kendilerine has bir din, Rabb’in de yine onlara âit tanrı olduğu fikrini te’yîd eder. Derveze, Muhammed İzzet, Târîh-u Benî İsrâîl Min Esfârihim,’den naklen Çelebi, Ahmet, Mukâyeseli Dinler Açısından Yahudilik, (Çev: Ahmet Büyükçınar, Ömer Faruk Harman), s. 186. Ayrıca bkz: Fârûkî, İsmail Raci, İbrahimî Dinlerin Diyaloğu, (Çev: Mesut Karaşahan), s. 35 vd.
  2. Yahudilerin, dinlerini sâdece kendilerine tahsis etmeleri ve yabancıların bu dîne girmesine karşı çıkmaları, bir nevi benlik ve kendini üstün, mümtâz görme duygusu sebebiyledir. Bu, öyle bir duygudur ki, diğer insanlara karşı Yahudilerin değerini yükseltiyor ve kendileri dışındaki bütün insanları vahşî veya hayvan kabul ediyor. Çelebi, Ahmet, a.g.e., s. 187.
  3. Fakat Îsâ cevap verip dedi: “Ben, İsrâîl evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim.” Matta 15/24. ifâdesi de bunu göstermektedir.
  4. Nedvî, Seyyid Süleyman, er-Risâletü’l-Muhammediyye, 165-166. Ayrıca bkz: Kahraman, Ahmet, Mukayeseli Dinler Tarihi, s. 159-160.
  5. Nedvî, Seyyid Süleyman, er-Risâletü’l-Muhammediyye, s. 166. Ayrıca bkz: Kahraman, s. 106.
  6. Kahraman, a.g.e., s. 133.
  7. Kahraman, a.g.e., s. 133-134.
  8. Abdulhalim Mahmûd, Ali, Âlemiyyetü’d-Da’veti’l-İslâmiyye, s. 161.
  9. A’râf, 7/158
  10. Enbiyâ, 21/107
  11. Sebe’, 34/28
  12. Bakara 2/21; Nisâ 4/79, 105, 170; A’râf 7/158; Fâtır 35/5; Yûnus 10/1; Lokman 31/33…
  13. Fecr 89/15; Asr 103/1-3; Âdiyât 100/6-8; Abese 80/17, 24; Kıyâme 75/3-10…
  14. Bakara 2/186; Fecr 89/29; Hicr 15/49; Zümer 39/7, 10; A’râf 7/32; İsrâ 17/96…
  15. Müddessir 74/31, 36.
  16. A’râf 7/26, 27, 31, 35; Yâsîn 36/60.
  17. Enbiyâ 21/107; Furkân 25/1; Secde 32/2; Sâd 38/87; Câsiye 45/36…
  18. Buhârî, Teyemmüm 1; Salât 56; Müslim, Mesâcid 3; Nesâî, Gusül 26; Dârimî, Siyer 28; Salât 111.
  19. Müslim, Îmân 240.
  20. Dârimî, Mukaddime 39; Ahmed b. Hanbel, 3/471; 4/276.
  21. Bazı yahudiler Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), sâdece Araplara gönderilmiş bir pey gamber olduğunu iddiâ ederek, görüşlerinin doğruluğuna da: “.. Ve Ümmü’l-Kurâ ve etrafındaki belde halkını uyarman için…” (En’âm, 6/92). âyetini delil getirerek: “Allah Teâlâ bu Kur’ân’ı, Hz. Muhammed’e Mekke’liler ile Mekke’nin etrafındaki belde halklarına tebliğ etmesi için indirmiştir… Mekke’nin etrafından maksad, Arabistan yarımadasıdır. Eğer bütün dünyaya gönderilmiş olsaydı bu ifade kullanılmazdı.” demişlerdir. Bunlar yahûdilerden “İseviye Mezhebi” adıyla anılırlar ki, bugün aydın geçinen Avrupalılardan bir kısmının Arap olmayan müslümanlar arasında bu Yahûdi fırkasının mezhebini ve politikasını yaymaya çalıştıklarını görüyoruz. Halbuki bu yerleri özellikle zikretmek, hükmün, bu beldelerin dışında bulunmadığına, ancak mefhûm-u muhalif ile delâlet eder ki, bu zayıf bir neticedir. Hele Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) gâyet kesin ve açık bir tevâtür yoluyla, kendisinin bütün âlemlere gönderilmiş bir peygamber olduğunu söylediği kesin iken… Ayrıca: “..bütün çevresindeki yerleri…” ifâdesi de bütün beldeleri ve o beldeleri kuşatan şehirleri içine alır ki, bu takdirde de, böyle bir ifâdenin içine, âlemin bütün beldeleri dahil olmuş olur. Bkz: Râzî, Tefsîr, 13/67; Elmalılı, a.g.e., 3/463-464; Sücânî, Meâlimü’n-Nübüvve, s. 62 vd.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.