Peygamber Efendimiz’e (sas) Salât ü Selâmın Kıymet ve Lezzeti
Kur’ân-ı Kerim’de “Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber’e hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin (selamlayarak teslim olun)”1 buyrulmuştur. Bu âyet-i kerime “Allahümme salli alâ muhammedin, es-salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ Resûlallah ve Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmın aleyke yâ Resûlallah” gibi dualarla Peygamber’e salavât getirmenin Cenab-ı Hakk’ın emri olduğunu göstermektedir.
İslâm âlimlerine göre Allah Resûlü’ne (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ ve’t-teslimât) ömürde bir defa salâvat getirmek farz, isminin anıldığı mecliste en az bir defa salavât getirmek vacip, tekrarı ise sünnettir. Her duaya başlarken ve bitirirken salavatla bitirmek de vaciptir. Böylece O’nun bizim üzerimizdeki hakkını eda etmeye çalışmış ve dualarımızın kabulünü kolaylaştırmış oluruz. Namazda bir defa salât u selam getirmek de vaciptir.
Hanefiler, namazda et-Tehiyyât duasında Peygamber Efendimiz’e “es-Selâmü aleyke eyyühe’n-Nebiyyü…” cümlesi ile salât ü selâm getirildiği için Salli ve Barik dualarının okunmasını sünnet kabul etmişlerdir. İmam Şafiî Hazretleri ise namazın cevazı için salavât’ın şart olduğunu söyleyerek Salli ve Barik dualarının ayrıca okunması gerektiğini belirtmiştir.
Salât, dua anlamındadır. Cenab-ı Hak’tan istenince O’ndan dua ve rahmet talep etme manasını ifade eder. Salavâtın anlamı esas alındığında, her insana “Allahım falan kişiye salât/rahmet et.” şeklinde dua yapılabilir. Nitekim Allah Resûlü sallalahu aleyhi ve sellem, mescide sadaka ve zekat getiren sahabîlere bazen “Allahım ona salât et.” diye dua etmiştir.2 Ancak salavât örfen peygamberler için kullanıldığından peygamberlerin adını anmadan onların dışındaki kişilere salavât getirilmesi uygun bulunmamış, önce peygamberleri anıp sonra onların peşinden diğer insanlara salavât getirilmesi daha münasip görülmüştür.3
Diğer peygamberlerin adı anıldığında selâm, Peygamberimiz’in adı anıldığında ise salât ile birlikte selâmın da zikredilmesi Müslümanlar arasında meşhur olmuştur. Peygamber-i Zîşan Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm için selâm ile birlikte salât getirilmesinin hikmeti muhtemelen, O’nun şeriatının yani risaletinin devam ediyor olmasıyla ilgilidir. Salât, Cenab-ı Hakk’ın ve meleklerin dua ve tahiyyelerini ifade ettiği için, selâm ile birlikte salâtın zikredilmesi âdeta O’nun göklerle irtibatının devam ettiğine ve kıyamete kadar risaletinin ve davetinin devam edeceğine işaret etmektedir. Nitekim muasır mütefekkirlerden Schuon (İsa Nureddin), vahyin salât’a tekabül ettiğini, salâtın aşkın ve şakûlî, selâmın ise içkin ve ufkî bir niteliği olduğunu söyler. Bir başka deyişle selâm zahirle, salât ise batınla ilgilidir. Mutasavvıflar salât ile temsil edilen ilâhî isimlerin tecellilerinin şimşek gibi parladığını, ancak selâm ile kişinin özel hâllerine yerleştiğini söylemişlerdir. Bu yönüyle selam, salâtı tamamlar. Ancak salât, selâmın ifade ettiği anlamları da zımnen ihtiva ettiğinden seleften nakledilen salavâtlarda bazen yalnızca “Salli” duası ile yetinilmiştir.4
Salât u selâm‘ın önemini anlatan birçok hadis-i şerif ve seleften nakledilen rivayetler vardır. Bazı Hak dostları ise salât u selâmın hakikatini keşif ve ilham yoluyla görmüşler; bazıları da görüp hissettiklerini anlatmışlardır. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’âlar adlı eserinde salât u selâm ile ilgili bir keşfini anlatır. Yirmi Sekizinci Lem’â’da kısa, fakat önemli yirmi sekiz farklı konuyu “nükte” başlığı altında bir araya getirmiştir. Eserin fihristinde belirtildiği üzere sekizinci nüktede “salât ü selâmın kıymet ve ehemmiyeti ve zât-ı Risâlet’in (aleyhi ekmelüttehâyâ) mahiyet ve kudsiyeti” beyan edilmiştir. Yine Fihrist’te adı geçen nüktede çok önemli ve herkesin muhtaç olduğu bir hakikatin anlatıldığı belirtilmiştir.
Salât ü selâm’ın önemi üzerinde Risâleler’in muhtelif yerlerinde de durulmuştur. Ancak Sekizinci Nükte’deki kısa metinde, salâvât müstakil bir konu olarak ele alınmış; diğer bölümlerde temas edilmeyen bazı hususlar farklı bir üslupla dile getirilmiştir. Bu nüktede salavâtın hakikati bir yatsı namazı sonrası yaşanmış manevî bir keşifle Bediüzzaman Hazretleri’ne gösterilmiştir. O, her zamanki mütevazı üslubuyla gördüğü hakikati, “inkişaf eden latif bir nükte” diyerek hatıra gelen bir temsilmiş gibi nakletmiştir. Gördüğü hakikati, muhtemelen gördüğü gibi anlatmakla yetinmemiş, “Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman menzildeki zatlara selam verdiği gibi” şeklindeki benzetmelerle gördüklerini aklî delillerle tahkim ederek temsil suretinde tasvir etmiştir. Böylece gördüğü müteal hakikati, yaptığı benzetme ve ta’lillerle her seviyeden insanın akıl ve hayali ile istifade edebileceği kıyas-ı temsilî şeklinde sunmuştur.
Anlatımın orijinalliği yanında “salât” ile “selâm” arasındaki ince farklara işaret edilmiş olması da risaleyi önemli kılan hususların başında gelmektedir. Dolayısıyla hem akla hem de his ve ruh dünyamıza hitap eden bir metin ortaya çıkmıştır. Bu metinde salât ve selâmın mahiyeti beyâna dayalı irfanî ve bürhanî bir bakışla keşf edilmeye çalışıldığı gibi aynı zamanda “neden milyonlarca salât ve selâm” getirildiği hakkında da son kısımda kısaca durulmuştur.
Risâle’nin girişinde Bediüzzaman Hazretleri, yatsı namazından sonra tesbihat esnasında “Milyonlar salât, milyonlar selâm Sanadır, yâ Resûlallah!” cümlesini okurken birden kendisine salât ü selâmın mahiyeti ve ehemmiyetiyle ilgili “latif bir nüktenin inkişaf ettiğini” söyler. Latif nükteleri, tam anlamıyla ifade etmek, yazıya dökmek, akılla tam zabt etmek kolay olmadığı, belki mümkün olmadığı için bu latîf nüktenin de zahiri hisleriyle yakalayabildiği bazı yönlerini bir iki cümle ile kaydettiğini ifade etmiştir. Yaşadığı ruhanî hâlleri yazıya dökmekteki zorluğu başka bazı risalelerinde de açıkça dile getirmiştir. Besmelenin sırrını anlattığı On dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamı’nda, besmelenin rahmet noktasında parlak bir nurunun, sönük aklına uzaktan göründüğünü, o nuru kayıt altına almak ve yakalamak istediğini ancak tam muvaffak olamadığını, yirmi otuz kadar sırrın yalnızca altısını yazıya dökebildiğini söyler.
Salâvâtta geçen “elfü elfi” (bin kere bin) milyon anlamına gelmekle birlikte Bediüzzaman bu sayıyı “binler” şeklinde ifade etmiş ve anılan salât ü selâmı “binler selâm sana ya Resûlallah!” şeklinde tercüme etmiştir. Bilindiği gibi bin sayısı İslâmi gelenekte, her şeyi kuşatan ve kesret ifade eden en büyük sayı kabul edilmiştir. Çokluk ifade etmek için kullanılmış olan bin sayısı binle çarpılarak, geçmişte sıradan insanlar tarafından bilinen en üst sayı ifade edilmeye çalışılmış, böylece sınırsızlık ve kesret vurgulanmaya çalışılmıştır. Ancak milyon geçmişte halk arasında kesret ifade etmek için sıklıkla kullanılan bir sayı olmadığı için muhtemelen onun yerine daha sık kullanılan “binler” sayısı tercih edilmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de de kesret ifade etmek için bin sayısının zikredildiği görülmektedir.5
Temsil
Bediüzzaman, yaşadığı derûni hâli şöyle ifade eder:
“Gördüm ki, gece âlemi, dünyanın yeni açılmış bir menzili gibidir. Yatsı namazında o âleme girdim. Hayalin fevkalade inbisatından ve mahiyet-i insaniyenin bütün dünya ile alâkadarlığından, koca dünyayı, o gecede bir menzil gibi gördüm. Zîhayatlar ve insanlar görünmeyecek derecede küçüldüler. Yalnız o menzili şenlendiren ve ünsiyetlendiren ve nurlandıran tek Şahsiyet-i Mâneviye-i Muhammediye’yi (aleyhisselam) hayalen müşahede ettim. Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman menzildeki zatlara selâm ettiği gibi “Binler selâm sana yâ Resûlallah” demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ve cinnin adedince selâm ediyorum.”
Temsile “Gördüm ki” ifadesiyle başlaması, yakaza hâlinde yaşanmış manevî bir tecrübe ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bütün dünyanın bir anda görülmesini hayalin genişlemesi ve mahiyet-i insaniyenin bütün dünya ile alakalı olması ile açıklamıştır. Hayalinin genişlediğini söylemesi şuurlu bir hâl yaşadığını “mahiyet-i insaniye” ifadesi ise bu hâli ruhen yaşadığını gösteriyor. Girdiği bu âlemde Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) manevî şahsiyetinin bütün âlemi nuruyla kapladığını, o âlemi şenlendirdiğini ve o âlemi anlamlı ve dost kıldığını, hayalen müşahede etmiştir. O hâli görünce yeni bir yere/menzile giren kişinin oradakilere selâm vermesi gibi, Resûl-i Ekrem’e selâm verme isteğinin bütün benliğini kapladığını hisseder. Ancak nuruyla bütün âlemi kaplamış Zat’a öyle bir selâm vermelidir ki O’na layık olsun. Bütün insanlar ve cinlerin namına, -sanki onların bir temsilcisi gibi-, “Binler selâm sana yâ Resûlallah” der. Bu hususu “Benim dünyamın eczaları ve zîşuur mahlukları olan umum cin ve insi konuşturup her birerlerinin namına bir selâmı, mezkur manalarla takdim ettim” sözleriyle ifade eder.
Temsilde anlattığı hâlin benzerini muhtemelen başka bir zaman namaz esnasında yaşamış olan Bediüzzaman Hazretleri, “garip bir hâlet-i ruhiye” şeklinde nitelendirdiği bu durumu Altıncı Şuâ’da şöyle anlatır: “Bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, hâli hazırda olan bu koca kâinat hayalime câmid, ruhsuz, meyyit, boş, hâlî, müthiş bir cenaze göründü. Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş, meyyit, müthiş tahayyül edildi. O hadsiz mekan ve o hudutsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgâh suretini aldı. Ben o hâletten kurtulmak için namaza iltica ettim. Teşehhü de “et-Tehiyyât” dediğim zaman birden kâinat canlandı; hayyattar, nuranî bir şekil aldı, dirildi. Hayy-ı Kayyum’un parlak bir aynası oldu. Bütün hayattar eczasıyla beraber, hayatlarının tahiyyelerini ve hedâyâ-yı hayatiyelerini daimî bir surette Zât-ı Hayy-ı Kayyum’a takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim ve gördüm. Sonra “es-selâmu aleyke eyyühe’n-Nebiyyü” dediğim vakit, o hudutsuz ve hâlî zaman birden Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü vesselâm’ın riyaseti altında, zîhayat ruhlar ile vahşetzar suretinden ünsiyetli bir seyrangâh suretine inkılap etti.”
Yaşadığı bu garip hâlet-i ruhiye, namazda gerçekleşmiştir. Bediüzzaman, bu metinde mekanın Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin tecellileriyle munis bir mahiyet aldığı gibi zamanın da Resûl-i Ekrem’in manevî riyasetiyle anlam kazandığını ve korku veren özelliklerinin kaybolarak ünsiyet edilen bir hâle inkılap ettiğini söylemiştir. âdeta eşya üzerinde İlâhî isimlerin tecellileri gibi zamanın da nübüvvet nuru ile aydınlandığına ve anlam kazandığına işaret etmiştir. Başka bir risalesinde Allah Resûlü’nü (aleyhissalâtu vesselâm) tanımayan bir Müslüman’ın Rabbini de tanıyamayacağını, hatta ruhunda hiçbir kemâlin kalmayacağını söyleyen Bediüzzaman Hazretleri, böyle bir insanın “Mahiyetindeki bütün menziller ve lâtifeler karanlığa düşer ve kalbinde müthiş bir tahribat ve vahşet olur.” diyerek, Allah Resûlü’ne imanın insana kazandırdığı manevî kazançları ifade etmektedir.6 Nebî-i Zişan’a imanı her daim tazeleyen bağlılığımızı ifade eden ise salât ve selâm’dır. Nübüvvet mişkâtından yansıyan nurun zamanı aydınlatması ile zaman kudsileşir. Allah Resûlü’ne salât ve selâm getirmek ise zamanın kudsiliğini hissetmenin yollarını açan bir anahtar gibidir. Bundan dolayı zamanla kayıtlı olduğumuz şu âlemde maddi ve manevî lütuflara nail olmanın yolu Allah Resûlü’ne salat ve selam okuyarak sünnetine ittiba etmeye bağlıdır.
Selâmın Anlamı ve Kıymeti: Tecdid-i Biat
Bediüzzaman, yukarıda anlattığı manevî hâlde iken O’na takdim ettiği selâmın anlamını “Sana tecdid-i biat edip memuriyetini kabul ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evâmirine teslim ve taarruzumuzdan selâmet bulacağını selâmla ifade” şeklinde açıklar. Bu cümlede müellif, “selâm”ın ifade ettiği farklı anlamları, veciz bir üslupla sıralamıştır. Buna göre Allah Resûlü’ne getirilen selâm;
(a) Tecdid-i biat, anlamındadır. Peygamber-i Zişan Efendimiz’e verilen selâm, öncelikle O’nun manevî şahsiyetinin huzurunda bir bey’at yenileme anlamı taşır. Selâm’ın Resûl-i Ekrem Hazretleri’ne “bey’at yenileme” anlamı taşıması, üzerinde sıkça durulan bir temadır. Allah Resûlü’ne (aleyhissalâtu vesselâm) verilen selâm hem O’na karşı saygımızı hem de bağlılığımızı ifade eder. Kişinin durumu değiştikçe selamın anlamı da değişir. Her bir farklı durumda selam farklı bir anlam kazanır.
(b) Selâmın bir diğer anlamı O’nun memuriyetini kabul etmektir. Buna göre verdiği selâmla bir mü’min Allah Resûlü’nün risalet vazifesini kabul ettiğini benimsemiş ve ilan etmiş olmaktadır.
(c) Selâmın anlamlarından birisi ise Allah Resûlü’nün getirdiği Kur’ân ve Sünnet ile bildirdiği ilâhî kanunlara itaat edeceğini beyan etmektir.
(d) Selâmın bir diğer anlamı ise Resûl-u Ekrem’in kendisinin bizzat verdiği emir ve nehiylere teslim olacağını bildirmektir. Selam’ın Allah Resûlü’nün getirdiği ilahî buyruklara ve Sünnet’ine teslim olma anlamlarına geldiği İslâm âlimlerince dile getirilmiştir. Allah Resûlü’ne verilen selâm’da Peygamber-i Zîşan’ı tekrim anlamı bulunduğu gibi selâm ile emirlerine teslim olun ve O’nu hiç incitmeyerek O’na teslim olun manaları da bulunmaktadır.7
(e) Selâmın bir diğer anlamı da Allah’ın aziz Peygamberi’ne saygısız davranmama teminatıdır. Muazzez Peygamber’e insanlar tarafından vaki olabilecek zarar, saygısızlık gibi olumsuz durumların kendisinden sadır olmayacağının teminatını kişi O’na verdiği selâm ile beyan etmektedir.
(f) Selamın anlamlarından bir diğerine Bediüzzaman, başka bir risalesinde işaret eder. O’na selâm vermek, Resûl-i Ekrem’in dualarına katılmak âdeta O’nun dualarına “âmin” demektir. Bediüzzaman, “Allah Resûlü, bütün peygamberleri arkasına alıp onlara duasına âmin, âmin dedirten ve ümmetinden her gün her ferd-i mütedeyyin, hiç olmazsa kaç defa ona salâvat getirmekle O’nun duasına âmin, âmin der.” sözleriyle bu hususa işaret eder.8
Salâtın Lezzeti: Göklerin Rahmet Duası
Tebrik, dua, istiğfar, rahmet gibi anlamlara gelen salât, Allah’tan rahmet, meleklerden istiğfar, mü’minlerden dua demektir. Nitekim “Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber’e hep salât ederler.”9 âyeti, “Allah teâlâ, rahmet ve in’amıyla, melekler, istiğfarları ve hizmetleriyle Peygamber’e daima tekrim etmektedirler.” şeklinde yorumlanmıştır.10 Kur’ân’da geçen “salât etmek” fiili yerine göre mağfiret ya da istiğfar yani bağışlama anlamlarına gelmektedir. Salâtın anlamlarından birisi de “bereket”tir. Muasır mütefekkirlerden bazıları, salât kelimesini “bereket” şeklinde açıklamışlardır.11 Bu durumda salât kavramına söyleyenin durumuna göre farklı anlamlar yüklemek gerekmektedir. Salât, yerine göre “Bereket ya da rahmet O’nun üzerine olsun.” veya “Allah O’nun bereketini artırsın.” anlamlarını ifade etmiş olmaktadır. Bereket kelimesi ile rahmet arasında yakın alaka vardır. Bu sebeple Bediüzzaman Hazretleri salâtı, rahmet olarak yorumlamıştır. Bediüzzaman bahsi geçen keşifte, salâtın manasını görmüş, hissetmiş ve şöyle tasvir etmiştir:
“Hem o getirdiği nur ve hediye ile benim bu dünyamı tenvir ettiği gibi, herkesin bu dünyadaki dünyalarını tenvir ediyor, nimetlendiriyor diye o hediyesine şâkirane bir mukabele nevinden “Binler salâvât Sana insin.” dedim. Yani, “Senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz. Belki Hâlikımız’ın hazine-i rahmetinden gelen ve semâvat ehlinin adedince rahmetler Sana gelmesini niyaz ile şükranımızı izhar ediyoruz.” manasını hayalen hissettim”.
Bu metinde salât, rahmet olarak yorumlanmıştır. Nitekim salât kelimesi “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için rahmet indiren (salât) O’dur ve melekleridir. O, mü’minlere gerçekten pek merhametlidir.”12 âyetinde rahmet manasındadır. Salât ile rahmet arasındaki yakın alakadan dolayı “İşte Rab’leri tarafından bol mağfiret (salavât) ve rahmete mazhar olanlar onlardır. Hidâyete erenler de ancak onlardır.”13 âyetinde salât ile rahmet birlikte zikredilmiştir. İkisi ayrı ayrı anıldığı için burada geçen salât kelimesi mağfiret, bağışlama manasında yorumlanmıştır, ancak bu âyet-i kerime de rahmet ve salât arasında anlam yakınlığı bulunduğunu göstermektedir. Cenab-ı Hakk’ın kullarına salâtı, rahmeti netice vermekte sonuçta kullar mağfirete ve hidayete kavuşmaktadır.
Daha sonra Bediüzzaman, gök ehlinin salât ile alakasını “O Zat-ı Ahmediye (aleyhissalâtu vesselâm), Risaleti cihetiyle Hak’tan halka elçiliği haysiyetiyle selâmı istediği gibi, ubudiyeti cihetiyle halktan Hakk’a teveccühü hasebiyle, rahmet manasındaki salâtı ister.” sözleriyle açıklar. Bu durumda Allah Resûlü’ne selâm, bütün insanlar ve cinler adedince verildiği gibi, salât da bütün gök ehli tarafından, onların adedince Cenab-ı Hakk’ın rahmet hazinesinden sunulmaktadır. Allah Resûlü risâlet vazifesi cihetiyle selamı/barış ve huzuru, ubudiyeti ile de salâtı yani rahmeti temsil etmektedir. Selam ile insanlar O’nun risalet vazifesini tasdik etmiş olmaktadırlar; insanların durumuna göre selamın anlamları değişmektedir. Salât ise ubudiyeti ile hasıl olan manevî şahsiyetine ve peygamberlik cevherine karşılık gelmektedir.
Selâm, Allah Resûlü’nün tebliğ ettiği dinî emirlere bağlılığı ifade ettiği gibi salât da O’nun manevî hususiyetlerini ve ubudiyetini temsil etmektedir. âdeta O (aleyhissalâtu vesselâm) gök ehlinin rahmet duasının tecessüm etmiş hâlidir. Allah Resûlü’nün (aleyhisselâtu vesselâm) “Rahmet Peygamber”i diye nitelendirilmesi de O’nun rahmete mazhariyetini göstermektedir. Bu sebeple Resûl-i Ekrem’e getirilen salavât, rahmet kapılarının açılmasına; O’nun merhamet ve şefkatinden yararlanmaya vesiledir. Nitekim bir âyet-i kerimede Peygamber Efendimiz’e hitaben “Onlar için dua (salât) et. Senin onlar lehine duan, onlar için büyük bir huzur kaynağıdır.”14 buyrularak, Allah Resûlü’nün kendisine getirilen salavâta yine salât ile yani rahmetle karşılık verdiği ifade edilmiştir. Salavât ile Allah Resûlü’nün şefaat-i uzmâsı arasında da yakın alaka vardır. Salavât, O’nun şefaat yetkisini ve şefaat edilenlerin sayısını artırmakta, böylece mü’minlere rahmet olarak geri dönmektedir. Nitekim bu karşılıklı etkileşimi Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kim bana bir defa salât ederse Allah ona on defa salât eder.”15 sözleriyle dile getirmiştir.
Binler Salât ü Selâm’ın Hikmeti
Salât, gök ehlinin O’na rahmet duasıdır. “Nasıl ki cin ve ins adedince selâma lâyık ve cin ve ins adedince umumi tecdid-i biatı takdim ediyoruz. Öyle de semâvât ehli adedince, hazine-i rahmetten her birinin namına bir salâta lâyıktır.” “Nasıl ki” cümlesi ile müellif, zihinlerimize bilinenden bilinmeyene intikal için karşılaştırma imkanı sunmaktadır. Yeryüzündeki varlıkların O’na selam getirmesi gerektiği yukarıda açıklanmıştı. “Nasıl ki” ifadesi ile yerdekilerin selamına kıyas ederek göktekilerin de O Zat’a salât ettiği hakikati dile getirilmektedir. Binlerce/milyonlarca selâmı istediği gibi milyonlar salât da O’na layıktır. Semâda bulunan bütün nuranî varlıklar, Cenab-ı Hakk’ın rahmet hazinelerinden kendi sayılarınca salâtı O’na sunmaktadırlar.
Dünyadaki insanlar ve cinler gibi şuurlu varlıklar, Resûl-i Zîşan’a selâm eder; göklerdeki bütün ruhanî varlıklar ona salât okur. Biz de onların namına milyonlar salât ü selâmı ona takdim ederiz. Bu sınırsız sayıdaki salâvâtın hikmetini muhterem müellif Sekizinci Nükte’de şöyle açıklar:
“Çünkü getirdiği nurla her bir şeyin kemali görünür ve her bir mevcudun kıymeti tezahür eder her bir mahlukun vazife-i Rabbaniyesi müşahede olunur ve her bir masnûdaki makasıd-ı Ilâhîye tecelli eder. Onun için her bir şey, lisan-ı hâl ile olduğu gibi lisan-ı kali de olsaydı, “es-Salâtü ve’s-selâmu aleyke yâ Resûlallah” diyecekleri kat’i olduğundan, biz onların namına “Cinler ve insanlar sayısınca, melekler ve yıldızlar adedince milyonlar selâm ve salât Sanadır yâ Resûlallah.” manen deriz.”
“Çünkü” ile başlayan bu cümlede bir önceki ifadesinde anlatılan hakikatin aklî izahını yapmaktadır. Böylece gördüğü hakikatin hikmetini ve gayesini ortaya koyarak, metafizik hakikati hikemî hakikat hâline dönüştürmekte ve bizim idrak edeceğimiz bir üslupla ifade etmektedir. Onun üslubunu kendinden önceki âriflerin anlatım tarzının dışına çıkaran bu usûl, mücerred metafizik hakikatlerin her seviyedeki insan tarafından anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. âdeta o, bildiği her hakikati, hikmet, şeriat, insan ve toplum açılarından ifade ettiği anlamları kademe kademe açarak, önümüze sermektedir.
Allah Resûlü’nün bi’seti her varlık için rahmettir. Varlık âleminin gayesiz ve başıboş olmadığı O’nunla bilinmiş; kâinatta bulunan canlı cansız her varlık O’nun getirdiği hakikatlerle anlam kazanmıştır. Canlı varlıkların, cansız nesnelerin Yüce Yaratıcı’nın ilâhî isimlerinin tecellilerini yansıtan parlak aynalar olduğu Peygamber Efendimiz’in kâinat üzerine tuttuğu ışık ile bilinmiştir. Kendilerini seyreden şuurlu varlıkların bakışlarında, anlamsızlıktan kurtulmalarına vesile olduğu için canlı cansız bütün varlıklar, Allah Resûlü’ne hâl diliyle âdeta salât ve selâm getirmektedirler. Bu hususu Bediüzzaman, bir risalesinde “Salavat-ı bînihaye, ol Server-i Kâinat ve Fahr-i Âleme hediye olsun ki, âlem, envâ ve ecnâsıyla onun risaletine şehadet ve mucizelerine delâlet ve hazine-i gaybdan getirdiği metâ-ı âlîye dellâllık ediyor. Güya âleme teşrif ettiğinden, her bir nevi, kendi lisan-ı mahsusuyla O’nu alkışlamıştır.” (Muhâkemât) şeklinde dile getirmiştir. Onların getirdiği salât ve selâmları, onlar namına mü’minler, “Denizlerin dalgaları, yaprakların sayısı, mahlukatın nefesleri ve yağmur taneleri… sayısınca salât ve selâm Sana olsun ey Allah Resûlü!” şeklinde seslendirmektedirler.
Varlık âleminin diliyle salavât getirilmesi hususunda Bediüzzaman Hazretleri, selefleri olan büyük velilerin ve asfiyanın yolunu izlemiştir. Nitekim Üstad Bediüzzaman’ın sürekli okuduğu dua ve virdlerin bir araya getirildiği Hizbü’l-hakâiki’n-nûriye adlı eserde yer alan Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’ne ait Evrâd-ı kudsiye’nin dua bölümü sonundaki “Allahım! Geçmiş-gitmiş ve gelecek, saîd-şakî bütün canlı varlıklar adedince tüm sayıları içine alan, bütün sınırları kuşatan, bitmeyen, sınırsız, son bulmayan, bozulmayan, varlığınla daim, bekanla bakî salavâtlarından Senin O’na salât eylediğin bir salâtı, nuru bütün varlıklardan önce, zuhuru bütün âlemlere rahmet Efendimiz Muhammed’in üzerine eyle.” salavâtı, selef âlimlerimizin hem kâinata bakışını yansıtması hem de salavâta verdikleri değeri göstermesi açısından mânidardır.
Bütün kâinatta Allah Resûlü’nün getirdiği risalet vazifesine karşı şükran hisleri bulunduğu gibi tek tek her mü’min de Allah Resûlü’ne karşı derin minnet duyguları taşımaktadır. Zira O, mü’minlerin her hâliyle ilgilenmiş, yalnızca ashabının değil daha sonraki ümmetinin karşılaşması muhtemel sıkıntılara karşı uyarılarda bulunmuş, dertleriyle dertlenmiştir. Hayatımızın her anı ve her sıkıntımız için rehber ve örnekliğine başvurabileceğimiz Sünneti ile yolumuzu her zaman aydınlatmaya devam etmektedir. Bu sebeple ümmetinin her bir ferdi O’na İslâm ümmetinin bütün diğer fertleri namına binler/milyonlar salât ve selâm getirmekle kendini sorumlu hissetmektedir. Allah Resûlü, her mü’minin hayatının her anıyla alakalı olduğundan dolayı da mü’minler, kendi adlarına O’na karşı binler salât ve selâm getirme sorumluluğu taşımaktadırlar.
Nitekim Bediüzzaman, bir risalesinde bu hususu şöyle açıklar:
“O Zat (aleyhisselam), umum ümmetinin saadetiyle alâkadar ve bütün efrad-ı ümmetinin her nevi saadetleriyle hissedardır ve her nevi musibetleriyle endişedardır. İşte, kendi hakkında saadet ve kemâlât mertebeleri hadsiz olmakla beraber, hadsiz efrad-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz envâ-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz envâ-ı şekavetlerinden müteessir olan bir Zat, elbette hadsiz salâvat ve dua ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır.”16
Hâsılı, salât u selâmlarla O’nu her anışımız, hem O’nun peygamberliğini bir tebrik hem getirdiği saadet-i ebediye müjdesine karşı bir teşekkür ve hem de bildirdiği fermanlara itaatimizi ve bey’atımızı yenilememiz manasına gelmektedir.
Efendiler Efendisi’ne salât u selâm okumakla, ahd u peymanımızı yenilemiş, ümmeti arasına bizi de dahil etmesi isteği ile kendisine müracaat etmiş oluyoruz. “Seni andık, Seni düşündük; Allah Teâlâ’ya Senin kadrini yüceltmesi için dua ve dilekte bulunduk” demiş ve “Dahîlek ya Resûlallah! Bizi de nurlu halkana al ey Allah’ın Resûlü!..” talebimizi tekrar ederek O’nun engin şefkat ve şefaatına sığınmış oluyoruz. Bizim salâtımız, Üstad’ın ifadesiyle, “Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergahınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.” manasına bir duadır. Bununla beraber salât u selâm makbul duadır; yapılan diğer duaların başında ve sonunda salât u selâm okununca, iki makbul dua arasında istenen şeyler de makbul olur.17
Salavât rahmet ve bereket manasında olduğu için duanın başında ve sonunda okunduğunda Rahmetenlilâlemîn’in rahmetinin nüzûlüne vesile olmaktadır. Bu sebeple Bediüzzaman Hazretleri de risalenin sonunda câmi bir salavât zikrettikten sonra salât u selâm’ın önemini anlatan şu beyitle risaleyi bitirir:
Kâfi değil mi sana bizzat Allah eylemiş salât;
Melekleri dahi eyler O’na selâm ve salât.
Kaynaklar:
Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, Nesil Yayınları, İstanbul 2001.
Buhârî, Ebû Abdullah, el-Câmi’u’s-sahîh, İstanbul 1315.
Gülen, Fethullah, “Ümit Burcu”, İstanbul 2005.
Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak dinî Kur’ân Dili, İstanbul
Nasr, Seyyid Hüseyn, İslâm İdealler ve Gerçekler, çev. Ahmed Özel, İstanbul 1985.
Nesâî, Ahmed b. Şuayb, Sünen, Beyrut ty.
Schuon, Frithjof, İslâm’ı Anlamak, Çev.: Mahmut Kanık, İstanbul 1988.
Yazar: Prof. Dr. Ayhan Tekineş, Yeni Ümit Dergisi
Dipnot:
- Ahzâb Sûresi, 33/56
- Buhârî, Daâvât 33
- Elmalılı, 6/3923-24
- Schuon, s. 153-155
- Bakara Sûresi, 2/96; Hac Sûresi, 22/47
- 24. Söz, 5. Dal
- Elmalılı, 6/3923
- Onbirinci Şuâ, Yedinci Mesele
- Ahzâb Sûresi, 33/56
- Elmalılı, 6/3923
- Nasr, s. 87
- Ahzâb Sûresi, 33/43
- Bakara Sûresi, 2/157
- Tevbe Sûresi, 9/103
- Nesâî, Sehv 55
- 24. Mektup, Birinci Zeyl
- Gülen, s. 1, 5