Efendimiz’in (sas) Ticarî Hayatımıza Getirdiği Esaslar

932

Resûlüllah Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz, insanlığa müstakil bir medeniyet getirmiş, Medine’ye hicreti ile fiile geçirdiği devletinin anayasasının ikinci maddesinde “Müslümanlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmettir.” diyerek bu hususu tesbit etmiştir. Öyle ise, medenî hayatımızın her meselesinde kendimize has bir değerimiz, bir tarzımız, bir şeklimiz olacaktır. Mü’min ve Müslüman olan herkes, daima meselelerinin İslâm’a göre olanını bilmekle, bilmiyorsa arayıp bulmak ve onu tercih etmek ve onu hayata geçirmekle mükelleftir.

Ticarî hayatımız da öyle, onun da İslâm’a göre olanı vardır, olmayanı vardır. Sadece meslek erbâbı olan tüccarlar değil, her insanın, ticaretle uzaktan yakından ilgisi söz konusudur. Alışveriş, şehirde yaşayanların, memur olanların günlük hayatlarının kaçınılmaz bir parçasını teşkil etmektedir.

Önce belirtmek isteriz ki, Resûlüllah Aleyhissalâtü vesselâm “Rızk’ın onda dokuzu ticarettedir.”[1] buyurarak, müntesiplerini ticarete teşvik etmiştir. Ayrıca, “Emin ve (muamelelerinde) doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli, Peygamberler, sıddîkler, şehîdler ve sâlihlerle beraberdir.”[2] buyurarak makbul ticaretin bir kısım şartlara bağlı olduğuna dikkat çekmiştir.

Öyle ise, alışverişle, yani ticaretle ilgili bir kısım esasların bilinmesi gerekmektedir. Bu yazımızda onları kısmen belirtmeye çalışacağız. Ancak, alışverişle ilgili, farzdan âdâba kadar düsturlar çoktur. Biz, bunların en önemlilerini beş ana başlık altında vererek, başlıklarda yoğunlaşan unsurların ticarî hayattaki ehemmiyetine vurgu yapacak ve dikkat çekeceğiz.

1- İnsan,

2- Zaman,

3- Mekân,

4- Eylem,

5- Eşya (meta).

1- İNSANLA İLGİLİ DÜSTURLAR

Alışveriş işinin birinci unsuru, belki de en mühimi insandır. Çünkü alan da satan da odur. Öyleyse, alışveriş yapacak insan nasıl olmalıdır; onda aranan özellikler nelerdir? Şimdi bunlar üzerinde durmak istiyoruz.

Mükellef ve Akıllı Olmak

Dinimiz, çocukları, delileri alışverişe elverişli/ehil bulmaz. Onların bu işleri velileri vasıtasıyla yürütülür. Çocuklar, büluğa yaklaştıkları takdirde, hayata alıştırılmaları için velilerinin izniyle alışverişe girişebilirler. Bunun dışında onlar, örfen velilerinin izni olduğu kabul edilen çocuk malları veya bunlara yakın kıymeti düşük şeylerin ticaretinde müsamahaya mazhar olurlar.[3]

Gayr-ı Müslimlerle Müslüman bir kimse alışveriş yapabilir. Bu meselede hiçbir sınırlama gelmemiştir. Resûlüllah’ın gayr-ı Müslimlerle ticarî muamelesi olmuştur. Hz. Aişe, Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz’in bir Yahudi’den borçlanarak yiyecek maddesi alıp, zırhını rehin bıraktığını belirtir.[4] Yine belirtelim ki, alışverişte uyulması gereken esaslar, gayr-ı Müslimlerle yapılan alışverişler için de şarttır. Sözgelimi -ilerde açıklayacağımız- dürüstlük ve anlayışlılık prensiplerine gayr-ı Müslimlerle olan muamelelerde de yer verilecektir. Satıcımız veya müşterimizin gayr-ı Müslim olması, ticarette uymamız gereken esasları ihlâlimizi meşru kılmaz.

Müslüman Alıcı ve Satıcıların Evsafı

Alışverişin kâmil manada dinin taleplerine uygun olması için gerek alıcı ve gerekse satıcıda bazı vasıflar bulunmalıdır. Bunlar bulunmadığı takdirde bir kısım yanlışlıkların ve bu arada haramların işlenmesi daima ihtimal dahilindedir. Bunların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:

İlim: Alışverişlerimizin İslâm’a göre olması için birinci şart bilgidir. Her hususta olduğu gibi burada da mürşidimizin ilim olması lâzımdır. En azından nelerin haram, mekruh veya helâl olduğunu, alışverişi haram veya helâl kılan şartları, sebepleri bilmemiz gerekir. Hz. Ömer’in: “Bizim çarşımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın.”[5] dediği bilinmektedir.

Nitekim, İbnu Abidîn (v.1252 H.) merhum, Aleyhissalâtü vesselâm’ın: “İlim öğrenmek, kadın-erkek her Müslüman’a farzdır.” hadisinden yola çıkarak herkesin bilmesi gereken farz ilimleri sayarken şunu da ilâve eder: “Ve herhangi bir şeyle meşgul olan herkese, o mevzudaki haramdan kaçınabilmesi için, onunla ilgili bilgileri ve ona terettüp eden ahkâmı öğrenmesi farzdır… keza alışveriş, nikâh, talâkla ilgili bilgiler de, bu meselelerle iştigal etmek isteyen kimselere farzdır.”[6] Her Müslüman’ın bir surette ticarî meşguliyeti olacağına göre, burada belirtilen vasıf sadece tüccarları değil, herkesi ilgilendirir.

İttika: Alışverişin İslâm’a göre olmasının mühim bir şartı, ticari muamelelerde harama düşmemek hususunda titiz olmaktır. Çünkü yeri gelince belirtileceği üzere, alışverişle ilgili bir kısım haramlar ve mekruhlar mevzubahistir. Bazen eşya, bazen ticarî usûl haram olabilir. Müslüman, ticaret yaparken harama girme veya düşme endişesi ile müteyakkız ve hassas davranmalı; dâima dikkatli, endişeli, kuşkulu ve Allah’tan korkar bulunmalıdır. Gevşekliği sebebiyle harama düşmesi durumunda uğrayacağı ziyanın büyüklüğünü anlamada şu hadis yeterlidir: Vücuduna bir lokma haram giren kimsenin kırk gün ibadetleri kabul olmaz.[7]

Dürüstlük: Aslında her hususta dürüst olmak, Müslüman’ın temel vasıflarından biridir. Bunun önemi, alışveriş meselelerinde daha bir vurgulanmıştır. Dürüstlük deyince neleri kastediyoruz?

Satan kimse, müşteriye malı hakkında doğru bilgi vermelidir, malın ayıbını, kusurunu gizlememelidir. Resûlüllah Aleyhissalâtü vesselâm, bir keresinde tüccarları şöyle uyarmıştır: “Ey tüccarlar!… Şurası muhakkak ki, kıyamet günü tüccarlar, fâcirler (haddi aşan, Allah’a âsi olan kişiler) olarak diriltilecekler, ancak Allah’tan korkanlarla, dürüst olanlar ve (malın evsafını belirtirken) doğru söyleyenler hâriç.”[8]

Resûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) çarşı esnafını teftiş ederken bir buğday yığınına elini daldırır; alt kısmının rutûbetli olduğunu anlayınca, bunu dürüstlüğe uymayan bir davranış, bir hîle, bir aldatmaca olarak değerlendirir ve: “Bizi aldatan, bizden değildir.” diyerek tepkisini ortaya kor.[9]

Hz. Peygamber: “Sana itimad edene (verdiğin sözü tut), emaneti eda et, sana ihanet edene dahi ihanet etme!”[10] buyurarak hainlik yapan karşısında bile doğruluktan ayrılmamayı, hainliğe uğrayanın aynı şekilde hainlikle mukabelede bulunmaması gerektiğini emreder.

Dürüstlükle ilgili daha pek çok hadis-i şerif fem-i Nebevî’den şerefsüdur olmuştur. İçlerinde ticareti ilgilendiren bazı yasaklar vardır ki, bunlar mutlak gelmiştir. Âlimler ise, başka hadisler muvacehesinde bunlardan bazılarının ifade ettiği hükümlerde yorumlara gitmişlerdir. Bazısı ıtlakı esas almış, bazısı kayıtlamıştır. Şu hadiste olduğu gibi: “Yerleşik olan, göçebe olana satış yapmasın.”[11] Burada mana, şehirli, köyden gelen (piyasa şartlarını bilmeyen) bir kimsenin malını değerinin çok altında ucuza alıp, sonra yüksek fiyatla başkasına satmasıdır. Burada meselenin teferruatına girmeden şunu söyleyeceğiz: Resûlüllah’ın bu nevi yasakları aldatmaya, suiistimale râcidir. Bu sebeple, yerli kişi, üreticinin malını, onun mağduriyetine sebep olmayacak şekilde, günün şartlarına uygun olarak dürüstçe satmışsa, bunun yasak olmayacağı söylenmiştir.[12]

Başka bir hadislerinde Resûlüllah Aleyhissalâtü vesselâm, uzaktan mal getiren tüccarı, pazara inmeden yolda karşılamayı yasaklar ve şöyle buyurur: “Kim böyle birini karşılar, ondan mal satın alırsa, malın sahibi pazara geldiği zaman (Pazar fiyatlarını farklı görünce) yoldaki satışı iptal etmede muhayyerdir.”[13]

Şu hadislerdeki yasaklar da böyle anlaşılmalıdır:

“Alma niyetinde olmadığınız halde, alıcıları kızıştırıp fiyatı artırmak için müşteri gibi davranmayın.”[14]

“Allah Teâlâ Hazretleri buyurdu ki: ‘Birbirlerine ihânet etmedikleri müddetçe, iki ortağın üçüncüsü Benim. Biri ihanet ederse, Ben aralarından çekilirim.’”[15]

2- ZAMANLA İLGİLİ DÜSTURLAR

Bir Müslüman için, ticaretin helâl çerçevede ve daha kârlı cereyan etmesi bakımından zamanla ilgili bilinmesi gereken hususlar vardır. Mühimlerini şöyle hatırlatabiliriz:

Erkenci Olmak

İslam dininin, müntesiplerinden istediği temel değerlerden biri, daima dakik ve erkenci’ olmaktır. Sabah güneş doğmadan fecir zamanında kalkıp ibadetini yapacak ve hemen günlük işlerine başlayacaktır. Borcunu geciktirmeyip vaktinde ödeyecektir. Verilen söze uyacak, vaatlerini vakti vaktinde yerine getirecektir. Bu hususu, “Allahümme bârik li ümmetî fi bükûrihâ yani: Ey Allah’ım! Erkenci olmayı ümmetim hakkında mübarek kıl!” nebevî duası açıkça ifade eder. Bu duayı nakleden Sahr el-Gâmidî, Resûlüllah’ın, orduları bile sabah erkenden yola çıkardığını kaydettikten sonra kendisinin tüccar olduğunu, malları (müşterilere) sabahın ilk saatlerinde gönderdiğini, böylece zenginliğe kavuştuğunu kaydeder.[16]

İmam Tirmizî, bu hadisin ticaret hayatıyla ilgisini tebarüz ettirmek üzere Süneni’nin Büyû (Ticaret) Bölümünde ve “Ticarette Erkenci Olmanın Önemi” adını taşıyan bir babta kaydeder. Şârihler, erkenci olmanın gereği ve sabah namazından sonra yatmanın mekruhluğu üzerine başka rivâyetleri de kaydederler. Mübarekfurî, Tuhfetü’l-Ahvezî’de (4/403-404) bunlardan bir kısmına yer verirken, Münzirî, Terğib’de bu konuda altı rivâyet kaydeder (2/529-531). Bunlardan biri şöyledir: “Rızkı talep etmeye erken başlayın; çünkü erken başlamak berekettir, başarıdır.” Bir diğer hadiste de: “Sabah vaktindeki uyku, rızka mani olur.” buyurulmuştur. Bir diğerinde, “sabah vakti uyuyan Hz. Fâtıma’yı (radıyallahu anhâ) Resûlüllah’ın ayaklarıyla dürterek uyandırıp, Ey kızım, kalk, Rabbinin rızk taksimine şahit ol, gâfillerden olma, zira Allah rızkı, fecrin doğumu ile güneşin doğumu arasında taksîm eder.” dediğini okumaktayız.[17]

Cuma Vaktinde Ticaret Terk Edilmelidir

Ticarette haram denince sadece haram olan mallar, tarzlar değil, başka şeyler de kastedilir. Bunlardan biri, ticaret yapılan zamandır. Nitekim Kur’an-ı Kerîm, Cuma günü ezan okunurken alışverişin terk edilmesini emreder (Cuma, 62/9-10). Ulema, Cuma günü ezandan Cuma namazının bitişine kadarki vakitte alış-veriş yapma veya Cuma namazı kılmaktan alıkoyacak bir şey ile meşgul olmanın haram olduğunda müttefiktir.

Beş Vakit Farz Namazları Vaktinde Kılıp, O Anda Başka Şeyle Meşgul Olmamak

Farz olan Cuma namazı vaktindeki yasağa kıyas ederek ve farz olan diğer vakitlerin ilk vaktinde kılınmalarındaki efdâliyet düsturundan hareketle, hassas mü’minlerin, beş vakit namazın ilk vakitlerinde ibadet yaparak Cenab-ı Hakk’ın rızasını aramalarının daha uygun olduğunu söylüyoruz. Bu tavsiyemiz, her namaz vaktinde Dükkanı kapatmak gerekir mânâsında bir hüküm değildir. Fakat “Helâl rızık yolunda çalışmak da ibadettir.” gibi gerekçe ile alışverişi bahane ederek namazı terk etmek veya bilerek kazaya bırakmak elbette caiz değildir. Allah’a olan kulluk borcumuzu terk ederek yapılan çalışmaya ibadet demek için şer’î delil gerekir. Ayrıca, namazı ilk vaktinde kılmak mecburiyeti yoktur, diye tehir alışkanlık haline gelebilir; bu bakımdan, hassas mü’min ilk vaktinde kılmayı alışkanlık haline getirir.

Diğer Vacip Vazifeleri de Vaktinde Yapmak

Teferruata girmeden hemen belirtelim ki, çok kazanma hırsıyla, zamanımızı hep ticarî meşguliyetlere tahsis etmek, bu yüzden de:

Allah’a karşı vazifelerimizi,

Kendimize karşı vazifelerimizi,

Ailemiz fertlerine karşı vazifelerimizi,

Komşu ve akrabalara karşı vazifelerimizi,

Çocuklarımıza olan terbiye, ilgi, sohbet vazifelerimizi

ve diğer bir kısım vazifelerimizi, ihmal etmek doğru değildir. Hadislerde, üzerimizde bu çeşit vazifelerin de bulunduğu hatırlatıldıktan sonra, Her hak sahibine hakkının verilmesi gerektiği’ne dikkat çekilir.”[18]

3- MEKÂNLA İLGİLİ DÜSTURLAR

Bazı hadislerde, ticaretin tahdit edildiği mekânların da zikri geçer: Mescitler[19], insanların gidip gelmesine mahsus yollar, sokaklar vs. yerler, bu aslî vazifelerini haleldar edecek ticarî işgallerden yasaklanmıştır.[20] İnsanların rahatça gidiş gelişlerini engelleyecek şekilde yol kenarlarını veya bizzat pazar yerini işgal ederek mal koyup eşya satmak yasaklanmıştır. Hz. Ömer’in, pazar yerinde insanların gidiş-gelişlerini zorlaştıracak şekilde gelişigüzel bırakılmış bir demirci körüğünü tekmeleyerek parçaladığı rivayet edilir.[21]

4- EYLEMLE (BİZZAT TİCARET FİİLİ) İLGİLİ DÜSTURLAR

Faiz Yasağı

Dinimiz, bütün çeşitleriyle fâizli ticareti şiddetle yasaklar. Kur’an-ı Kerim, faiz yemeyi Allah ve Peygamberi tarafından harp ilan edilmiş gibi ağır bir cürüm ilân eder ve bunu yapanların, kıyamet günü şeytan çarpmış gibi perişan bir halde kabirlerinden çıkıp ebedî ateşe gireceklerini belirtir.[22] Kur’ân’ın bu şiddetli tavrına paralel olarak hadislerde de, faizden kaçınmanın gereği hususunda ciddî uyarılar gelmiştir: Faiz yiyene de yedirene de Allah lânet etsin.[23]

Şu müteakip çeşitlerde yapılan alışverişler de faize girdiği için yasaktır:

a) Kaliteleri farklı hurmaların (ve diğer meyvelerin) düşük kaliteliden razı edilecek bir fazlalıkla değiştirilmesi yasaklanmıştır. İhtiyaç hâlinde kaliteli olmayan satılır, elde edilen para ile kaliteli olandan satın alınır.

b) Hurma hurma ile, buğday buğday ile, arpa arpa ile, tuz tuz ile başa baş değiştirilir. Araya ziyade girerse, bu fâiz olur.[24]

Türkiye’nin içine düştüğü unutulmayacak ekonomik krizin, faize dayanan banka oyunlarıyla devlet hazînesinin soyulması sonucu ortaya çıktığını hatırladığımızda, yukarıdaki nebevî ifâdenin hikmeti inkâr edilemeyecek şekilde ortaya çıkacaktır.
İnsanlığın yaşadığı bütün ihtilallerin, zekâtın verilmemesiyle birlikte, özde faizin sebep olduğu merhametsizlikten kaynaklandığı kanaatinde olan Bediüzzaman der ki: “Riba (faiz), atalet verir, şevk-i sa’yi söndürür. Ribanın kapıları hem de onun kapları olan bu bankaların her dem nef’i ise (yani faydası), beşerin en fena kısmına olur; onlar da gâvurlardır. Gâvurlardaki nef’i en fena kısmınadır; onlar da zâlimler. Her dem zalimlerdeki nef’i (faydası, zâlimlerin) en fena kısmınadır; onlar da sefîhlerdir. Âlem-i İslâm’a bir zarar-ı mutlaktır… Kur’an’ın adaleti bâb-ı âlemde durup ribaya der: Yasaktır! Hakkın yoktur; dönmeli! Dinlemedi bu emri, beşer yedi bir sille. Müthişini yemeden bu emri dinlemeli.”[25] Öyle ise Müslümanların bütün çeşitleriyle faizden uzak durmaları gerekir.

Bazı Yasak Alışveriş Usûlleri

İslam’da her alış veriş tarzı meşru değildir. Mesleği tüccarlık olanların bunları mutlaka bilmesi gerekir. Hadislerde zikredilen ve helâl olmayan bazı alışveriş usûlleri şunlardır:

a) Mülâmese: Satın alınacak eşyaya sadece elin değmesiyle satın alma akdini kesinleştirip, seçim hakkı tanımayan alışveriş tarzı. Halbuki ticarette malın iyice görülüp tetkik edilmesi şarttır.

b) Münâbeze: Elbisenin müşterinin eline atılmasıyla akdin tamamlanması, tetkik etme hakkının tanınmaması.

c) Bey’u’l-hasât: Çakılın atılmasıyla kesinleşen satış veya sürüye atılan çakıl tanesi hangi koyuna değerse onun satılmış olması gibi usûller yasaktır.

d) Ağacın meyveye duracağı kesinleşmezden önce meyvenin, olgunlaşmadan önce başağın alınıp satılması, mal sahibine de müşteriye de yasaklanmıştır.

e) Satın alınan meyve daha ağaçta iken âfet vurmuşsa, satanın para almaması gerekir veya zarar miktarı düşülür.

f) Bahçenin birkaç yıllık meyvesini peşin satmak yasaktır. Çünkü, satış sırasında malın mevcut olması esastır.

g) Kuru üzümü, aynı ağırlıkta yaş üzüm mukabilinde alıp satmak yasaktır, çünkü yaş olanı kuruyunca ağırlığını kaybetmektedir. Para ile satış caizdir.

h) Miktarı ölçülmemiş olan hurma yığınını belli bir miktar hurma ile satmak yasaktır.

i) Miktarı ölçülmemiş yiyecek yığınını, aynı şekilde başka bir yığın karşılığında satmak yasaktır.[26]

Alışverişte Yeminden Kaçınmak

Yemin, dinimizde bir delildir, hukukî bir değeri vardır. Yemin delilini kullanan kimseye inanmak gerekir. Bu temel hukukî prensibin bir riski var: İnsanlar yeminle aldatılabilir. Böyle durumların ortaya çıkmaması için dinimiz, hem Kur’ân-ı Kerîm ve hem de Aleyhissalâtü vesselâm’ın diliyle yemin meselesine müstesna yer vermiştir. Bu cümleden olarak alışverişte yemine yer vermek hoş karşılanmamıştır. Bir Buhari ve Müslim hadisinde Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz: “Alışverişte fazla yeminden kaçının; zira o, malı merğup kılsa da sonra bereketini giderir.”[27] buyurmuş, ayrıca, yalan yere olmasa bile yeminin sebep olacağı manevi kirlenmeden alışverişin temizlenmesi için sadaka verilmesi tavsiye etmiştir.[28] Bu yemin yalan olursa, bu takdirde Resûlüllah’ın üslubu pek şiddetlidir: “Yalan yeminle malını cazip kılan kimse, Müslüman bir kimsenin malını gasp etmiş olduğu için, kendisine gazap edilmiş olarak Allah’a kavuşur.”[29] ve … “Allah’ın (rahmet) nazarıyla bakmayacağı üç kişiden biri olur.”[30] Buharî’nin de kaydettiği bir rivâyete göre, “Allah’ın akdini ve yeminlerini az bir değere değişenler var ya, onların âhirette bir nasipleri yoktur. Allah, onlara kıyamet günü hitap etmeyecek, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azap onlar içindir.”[31] mealindeki ayet, Resûlüllah’ın devrinde yalan yere yemin eden bir tüccar hakkında inmiştir.[32]

Alışverişte Borçtan Kaçınmak

Resûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bilhassa maddî bakımdan darlık yaşanan hicretin ilk yıllarında borçlu olarak ölen kimselerin cenaze namazına iştirak etmemiş, borçlanmayı yasaklamış, öyle ki, bir cenaze geldiği zaman “Borcu var mı?” diye sormuş, şayet varsa namazını kıldırmaktan istinkâf –kaçınmıştır- etmiştir.[33]

Resûlüllah, iktisadî rahatlamaya kavuşulduğu zaman borçlu olarak vefat eden kimsenin borcunu ödemeyi üzerine alarak cenaze namazını kıldırmıştır.[34] Bu uygulamasıyla Efendimiz, borçlu olarak öteye gitmemeye vurgu yapmıştır. Çünkü insanlar, darlık zamanlarında borçlanır ve borcu da ödemekte zorlanırlar. Efendimiz, böyle bir zamanda borçlanmanın önünde durarak, insanları borçlanmaya alışmamaya, bunun yerine çalışmaya teşvik etmiştir. Borçlanma imkânı sebebiyle israfâta kaçıyor ve sıkıntılardan kurtulamıyoruz. Şu hadis, milletçe düştüğümüz zillete de tercüman olmaktadır:

“Borç, Allah’ın yeryüzüne indirdiği zillet tasmasıdır; Allah bir kulu zelil etmek dilerse, onu boynuna geçirir.”[35]

Resûlullah’ın: “euzu billahi mine’l-küfri ve’d-deyni (Küfür ve borçtan Allah’a sığınırım)” diye dua ettiğini gören bir sahabî sorar: “Ey Allah’ın Resûlü! Borç küfre denk midir? Aleyhissalâtü vesselâm: Evet!” buyururlar.[36]

Peygamber Efendimiz, borç altında ezilmekten Allah’a sığınmış ve birçok duasında bunu ifade etmiştir.[37]

Borç Vaktinde Ödenmelidir

Bu, ahde vefanın da gereğidir. Hele parası olduğu halde, borcunu -zamanımızda çok görüldüğü gibi- bir kısım çıkar hesaplarıyla geciktirmek hiç mi hiç caiz değildir ve Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz, bunu zulüm olarak ifade etmektedir: “Zenginin ödemeyi savsaklaması zulümdür.”[38] Yani, bu davranış bir hakka tecavüzdür. Şehidin bile Cennet’e girmesine mani teşkil eden[39] bir kul hakkı ihlâli sınıfına girmektedir ve haramdır.

Aleyhissalâtü vesselâm, bu hususta şöyle de buyurmuştur: “Kim, ödemeyi murat ederek mal alırsa Allah, ona borcunu ödemede yardımcı olur. Kim de halkın malını itlâf etmek düşüncesiyle alırsa, Allah da onu (dünya veya ahirette) telef eder.”[40]

Anlayışlı Davranmak

Resûlüllah’ın farklı şekillerde yaptığı tavsiyelerden bir kısmı anlayışlı davranma başlığı altında toplanabilir; müsamaha, kolaylık, bağışlama vs. buna dahildir. Anlayışlı davranma, hem alan ve hem satan, her iki taraftan da beklenen bir husustur. Müşterinin mümkünse aldığı malın bedelini peşin ödemesi, değilse vadesi içinde ödemesi, istetmeden ödemesi gibi hususlar bir anlayışlılık olduğu gibi, alıcıya ve borçluya karşı satıcının da anlayışlı davranması gereken hususlar vardır. Şu hadislere bakalım:

“Yüce Allah, alıcı veya satıcı veya borç ödeyici veya borç alan olsun, (anlayışlı davranarak) kolaylık gösteren kişiyi Cennet’e koyar.”[41]

“Kim, darda olan borçluya mühlet tanır veya (borcunu) siliverirse, o kimseyi Allah Teâla Hazretleri, Kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Arşının gölgesinde gölgelendirir.”[42]

Resûlüllah’ın alışverişle ilgili tavsiyelerinden ne kadar uzaklaştığımızı ifade eden bir vak’ayı bizzat yaşayan kişiden dinledim:

“Malûm bu yıl (2003), kurbanın ilk günü fiyatlar çok yüksekti. Mal pazarına gittim. Gözüme kestirdiğim bir sığır için müşteri oldum. Satıcı, 2 milyar 300 milyon lira istedi. Ne kadar uğraştımsa da 50 milyon kırdıramadım. Almaktan vazgeçtim. Üçüncü gün yine aynı yere gittim ve aynı adamla karşılaştım. Mallarını satamamış, üstelik, hayvanlar soğuktan hastalanmış öksürüyorlardı. Birinci günkü aynı sığırı 790 milyona satın aldım.”

Bu alışveriş iki safhasıyla da, zahirde ticarî kaidelere uygundu ama, Resûlüllah’ın tavsiyesi olan anlayışlılığa uygun olmadığı gibi, bir fırsat kollama, kanaatsizlik, hattâ mala değerinden fazla fiyat biçme gibi unsurlar da ihtiva ediyordu.

Cömertlik

Hz. Peygamber Aleyhissalâtu vesselâm, zenginlerin cömert olmasını tavsiye etmektedir. Tüccar, Allah yolunda harcamaya çağırıldığı veya fukara talepte bulunduğu zaman, Allah’ı en ziyade razı edecek gıptaya değen amelde bulunmalıdır: Veren’in malını Veren’in yolunda minnet etmeden vermelidir: “Haset (gıpta) etmek, iki şeyde caizdir: Bir kimse vardır, Allah kendisine Kur’ân’ı(n ilmini) vermiştir, o da gece gündüz elinden geldiğince bu ilimle amel eder, gereğini yerine getirir. Bir kimse daha vardır, Allah ona da mal vermiştir, o da bu malı Allah yolunda gece gündüz harcar. İşte bu iki kişi, gıptaya değen kimselerdir.”[43] Tüccarın cömert olması ve bolca sadaka vermesi için başka sebepler de vardır: “Ey tüccarlar cemâati! Alışveriş sırasında boş laflar ve yeminler sarf edilir. [Şeytan ve günah hazır olur]; öyleyse onu sadaka ile giderin.”[44] Bilhassa -günümüzde olduğu gibi- sefaletin, işsizliğin arttığı durumlarda, tüccarların gelirlerini daha bir temiz kılmaları için, bu nebevî tavsiyeye karşı hassas olmaları gerekir diye düşünüyoruz.

Şartlara Uymak

Resûlüllah’ın bir emirleri de şöyledir: “Müslümanlar, alışveriş sırasında kabul ettikleri meşru şartlara uymalıdır; yeter ki bu şart haram olanı helâl, helâl olanı da haram kılmasın.”[45]

İşçinin Parası Peşin Olmalı

Resûlüllah Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), iktisadî hayatta borçların geciktirilmeden ödenmesini düstur kılarken, işçiye, emeği satın alınan insana olan borcun peşin ödenmesini emretmektedir: “Ücretle çalışan kimseye, ücretini, daha teri kurumadan ödeyin.”[46] Münavî, terin kurumadan verilmesinden maksadın, ödemede çabukluğun vacip olduğunu belirtmeye yönelik olduğunu ifade eder. İşçi ücretini talep ettiği takdirde, terlememiş olsa bile, ücretinin hemen verilmesi gerektiğine dikkat çeker.

Ölçü ve Tartıda Hassas Olmak, Hîleye Yer Vermemek

Kur’an-ı Kerim’de, eski milletleri helâk eden musibetlerden biri olarak ölçü ve tartıda yapılan hîle gösterilir. Sözgelimi, Hz. Şuayb’ın kavmi bu zaafından dolayı uyarılmış, yola gelmeyince helâk edilmişlerdir.[47]

Mutaffifîn sûresi de “Ölçü ve tartıda hile yapanlara yazıklar olsun!” diye ağır bir tehditle başlar ve böyle yapmalarının âhirete inanma ile asla bağdaşmadığını ifade ve âhirette karşılaşacakları azabın çetinliğini tasvir eden âyetlerle devam eder.[48]

Aleyhissalâtu vesselâm’ın ölçü ve tartı kullananlara bir uyarısı şöyledir: “Sizlere, sizden önceki ümmetleri helâk eden iki şey emânet edilmiştir: ölçek ve terazi.”[49]

Teraziyi Müşteri Lehine Ağır Kılmak

İslâm, yukarıda görüldüğü üzere, ölçü ve tartıda hileyi yasaklamakla kalmamış, her çeşit hile kuşkusunu bertaraf edecek bir tedbire de yer vermiştir: Satıcı, müşteri lehine, satılan malı tartıda biraz ağır kılacaktır. Bu maksatla Hz. Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm, tartıcısına (vezzân): “Tart ve (terazinin kefesini müşteri lehine) ağır kıl.”[50] diye emretmiştir. Nitekim bugün, dindar esnaf terazi kullanırken, satılan malı müşteri lehine biraz ağırlaştırarak tartar, sonra paketler.

Hayat Standardında Sadelik

İslam Dini, Allah, verdiğini kulunun üzerinde görmek ister hadisi ile herkesin maddî durumlarına uygun bir standart üzere yaşamalarını meşru addetmiştir. Şu kadar ki, Resûlüllah Aleyhissalâtü vesselâm, kendi hayatında, fetihlerden sonra kavuşulan bolluğa rağmen, her hususta (yeme-içme, giyim-kuşam, mesken-mefruşat) sadeliği esas almıştır.

“Rabbim, bana Mekke’nin Bahta mevkiini altın kılmayı teklif etti. Ben: Ey Rabbim hayır!’ dedim. Ben bir gün tok, bir gün aç olmayı talep ediyorum, acıktım mı Sana tazarruda bulunurum, doyunca da Sana şükrederim.” Aleyhissalâtü vesselâm’ın hayat standardının böyle oluşunun imkânların kıtlığından ileri gelmediğini, iradî bir tercihle olduğunu İslam âlimleri belirtirler.[51]

Halka örnek olma durumunda olan zenginlerin bu sünnete uyarak, fakir tabakaların gıpta ve rekabet hislerini tahrik etmeyecek bir standardı benimsemeleri müstahsen bir edeptir.
Sadelik, İslâm’ın reddettiği hırs ve onun getireceği ihtikar, haram-helâl tefriki yapmama gibi mühlikâta da set çekmesi bakımından önemlidir.

Paraya Karşı Hırslı Olmamak

Dinimiz zenginliği övmüş, servet edinmeye teşvik etmiştir, ama paraya, mala karşı gösterilecek hırsı da kötülemiş, mü’minleri bu noktada uyarmıştır.

Resûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Dinar ve dirhemin kullarına lânet edilmiştir.”[52] buyurarak, servetlerin düşen zekâtı, sadakayı ödemeyenleri, para kazanma yolunda çalışmak da ibadettir gibi boş avunmalar ve aldatmacalarla namaz, oruç, zekât gibi vazifelerini ihmal edenleri, daha çok servet için haram-helâl tefrîk etmeyenleri uyarmıştır.

Resûlüllah’a göre, bu suretle, hırsla elde edilecek servetle zengin olunmaz, gerçek zenginlik kalp zenginliği, gönül zenginliğidir: “Zenginlik mal çokluğu ile değil, kalp zenginliği iledir.”[53]

İhtikârdan Kaçınmak

Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Pazara (satmak üzere) mal sevk eden (kâr eder, helâlinden) rızka kavuşur. İhtikâr yapan (pahalansın da öyle satayım diye malını saklayan), lânete uğrar.”[54] buyurarak, iktisadî hayata mühim bir düstur getirmiştir.. Bir başka hadiste, “muhtekir, Allah’ın kitabını inkâr edene benzetilirken, ihtikar etmeyen de Allah yolunda cihad edene benzetilir.”[55] Şu halde, ticarette piyasayı daima dolu tutmak esastır. Pahalandırarak daha çok kâr etmek için malı piyasaya sürmemek, saklamak, (yani ihtikâr) yasaktır. İhtikâr meselesi teferruatlı ve münakaşalı ise de, selef âlimleri, yiyecek maddesi gibi zaruri mallardaki ihtikârın haramlığında ittifak ederler. Her devirde farklı mekânlarda, farklı şartlarda zaruret sınıfına başka maddelerin de girebileceği unutulmamalıdır.

Pazarlık

Alışverişte İslâm’ın meşru kıldığı bir usûl, pazarlıktır. Bunu kurbanlık alımlarında canlı olarak yaşarız. Bu, piyasanın kontrolü, fiyat hareketlerinin tâkibi bakımından gerekli bir davranıştır. Fiyatlar yükseldi, narh koyun! diye müracaat edenlere Aleyhissalâtü vesselâm’ın: “Narhı (resmi makamlar tarafından fiyat konulması) Allah koyar.”[56] diye cevap vermiş olması istisnaî durumlar dışında İslâm, narh koymayı hoş karşılamaz.

Kişi, kaliteyi, hoşuna gideni ve de ucuzunu aramalı, piyasadan böylece haberdar olmalı; sonra da, fiyatları az çok bilen birisi olarak pazarlık yapmalıdır. Herkes bunu yaparsa, üreticiler ve satıcılar da rekabet etme, müşteri kaybetmeme endişesiyle kendilerine dikkat ederler. Böylece daha güvenli bir ortam oluşur. Kaynaklarımız, Resûlüllah ve Ashabtan nicelerinin pazarlıklarıyla ilgili rivâyetlerle doludur.[57]

Bediüzzaman, eve gelen fakire bir altın tasaddukta bulunan İbnu Ömer’in, çarşıda alış verişte, -bazılarınca Ruy-u zeminin Halife-i zişânının oğluna yakıştıramayacağı şekilde- kırk paralık bir şey için şiddetli münakaşa (pazarlık) etme hadisesini iktisat için ve ticaretin medarı olan emniyet ve istikameti muhafaza için diye yorumlar ve -hâdisenin müşahidinin, sorması üzerine- İbnu Ömer’in açıklamasını kaydeder: “Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemâl-i akıldan ve alışverişin esas ve ruhu olan emniyetin, sadâkatın muhafazasından gelmiş bir halettir, hisset (cimrilik) değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemalinden gelmiş bir halettir. Ne o hıssettir ve ne bu israftır.[58]

Pazarlığı Yapılmakta Olan Mala Müşteri Olmamak

Resûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kişi, kardeşinin almakta olduğu mala alıcı çıkmasın; istemekte olduğu kıza da talip olmasın. Önceki izin vermişse o başka.”[59] Bu edep, hem alıcı, hem satıcı ikisi için de geçerlidir. Bir müşteri ile satış muamelesi başlamış, ama satışı kesinleşmemiş bir mala daha uygun şartlar teklif ederek müşteri olmak yasak olduğu gibi, evlenmek üzere bir kıza talip olan birisi varken, bunu bile bile araya girmeyi Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz yasaklamıştır. Esefle söylemek gerekirse, bu yasakların sıkça ihlâl edildiğini görmekteyiz. Nitekim, bazı yörelerimizde akşamdan kesinleşen akdi, araya giren kişiler sebebiyle, sabaha iptal eden satıcılara sıkça rastlanır oldu. Daha kötüsü, kira akitlerini “Söz senettir.” gibi beylik laflarla yapmamayı gelenekleştiren yörelerimizde, daha fazla kira teklifi yapanlar ve bunu kabul eden ev sahipleri sebebiyle bir yıl içinde üç kere ev değiştiren memurların hikayelerine bizzat şahit oldum ve milletimizin musibetlerden bir türlü çıkamayışının derin sebeplerini gördüm.

Muhayyerlik Hakkı

Ticarette alıcı ve satıcının bilmesi gereken bir husus da muhayyerliktir. Alış veriş akdi, akdin yapılmasıyla kesinleşmez. Hadiste kesinleşme, alanla satanın anlaştıktan sonra meclisten ayrılmasına tâlik edilmiştir; öyleyse ayrılmadıkları müddetçe, taraflardan biri akdi bozabilir: Alım-satım yapan iki taraf, beraber oldukları müddetçe, (akdi bozup-bozmamada) muhayyerdirler. Eğer alım-satım sırasında malın evsafı doğru olarak beyan edilirse, bu alışveriş her ikisi hakkında da hayırlı olur. Şayet (malın bazı ayıpları) gizlenir ve yalan söylenirse, bu alım-satımlarındaki hayır yok edilir.[60] Elbette yolculuk hâlinde, gemide, uçakta yapılan akitler, süresi belirtilen akitler gibi farklı durumlar vardır. Ancak burada teferruata girmeyeceğiz. İstisnaî, hususî şartlar bir tarafa, alana da satana da, dinin tanıdığı akitten dönme hakkı ile ilgili şartlar bilinmelidir ve bunlara uyulmalıdır.

Alışverişlerin Yazılması

Âlimlerimiz, Hz. Peygamber’in ciddî alışverişleri yazıp, üzerinde anlaşılan şartları kaydettiğini gösteren rivâyetlerden[61] hareketle, bunun uyulması gereken bir edep olduğunu belirtirler. Borçlanmalarda, az da olsa çok da olsa yazma, zaten Kur’ân emridir.[62]

5. EŞYA İLE İLGİLİ DÜSTURLAR

Alışverişi ilgilendiren birçok hüküm, ticarete konu olan şeylerle ilgilidir. İslâm’da her mal mukavvim (kıymet biçilmeye, satışa konu olmaya elverişli) değildir. Sözgelimi, insanla ilgili kalp, böbrek vb. organlar; saç, kan, kemik gibi her hangi bir uzuv satışa konu olamaz. Bu, insanın hürmetinden, yani muhterem bir varlık oluşundan ileri gelen bir hükümdür. İnsan dışında bazı şeyler daha vardır ki, onların yenilip içilmesi ve kullanımı haram edildiği için, ticarete de konu olamazlar. Bunları da sadece tüccarlar değil, her Müslüman’ın bilmesi gerekir.

Haram Mallar

Müslüman kişi bilecek ki, dinimizin haram kıldığı şeylerin ticareti de, yani alınması da satılması da haramdır: İçki ve domuz gibi. Hattâ Resûlüllah, içki ile ilgili olarak on tane haram veya haram işleyen kişi sayar: “Şarap yapmak üzere üzümün suyunu sıkan ve sıktıran, kendisine sıkılan, şarabı taşıyan, kendisine taşınan, şarabı (bizzat veya vekaleten) satan, kendisi için satın alınan, şarap ikram eden (sâki), kendisine ikram olunan, şarabın bedelini yiyen.”[63]

Haram, sâdece malın aynı (bizzat kendisi) itibariyle haram olan maddî şeylerden ibaret değildir. Gayr-ı meşru, meselâ rüşvet, gasp, hırsızlık gibi yollardan kazanılan mallar da haramdır. Bu yollarla elde edilen malların satışı da haramdır. Nitekim şu hadis-i şerif, bu konuda uyarıcıdır: “Kim çalıntı bir malın çalıntı olduğunu bildiği halde satın alırsa, bu kimse, bu fiilin ayıbına da günahına da aynen iştirak eder.”[64]

Son iki hadis, harama götüren ve ona zemin hazırlayan dolaylı sebepler konusunda da ne kadar dikkat edilmesi gerektiğini gösterir. Ayrıca sonuncu hadis, haram ve helâl konusundaki duyarsızlığı, insanlığın sonu demek olan kıyametin sebeplerinden biri olarak gösterir: “İnsanlar öyle bir zamanda yaşayacaklar ki, o vakit kişi, bir mal aldığı zaman haram mı, helâl mi diye endişe duymayacak.”[65]

Şüpheli Şeyler

Resûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) mü’minlere sadece haramdan kaçınmayı değil, şüpheli şeylerden de kaçınmayı emretmiştir. Şurası muhakkak ki, dâîmî bir gelişme içinde olan hayat şartları, haram mı helâl mi olduğu belli olmayan yeni şeylerle karşılaşmamızı kaçınılmaz kılar. Bu durumlarda, bir nevi yetkisiz içtihat sayılacak bir hükme gitmektense ihtiyatlı davranmak, Resûlüllah tarafından, esas kılınmıştır: “Haram şeyler bellidir, helal şeyler de bellidir. Bir de haram mı helâl mi olduğu belli olmayan şüpheli şeyler vardır. Bu durumlarda şüpheye düştüğün şeyden, şüpheyi kaldıran kesin bir bilgiye ulaşıncaya kadar uzak dur.”[66]

Kaydettiğimiz hadis, ticaretle ilgili bir şüpheye temas etmiyor ise de, buna ticarî meselelerin de dahil olduğuna, Buharî’nin bu hadisi, Buyû (alışveriş) bahsinde kaydetmesi yeterli bir delildir. Günümüzde ortaya çıkan çeşitli banka muameleleri, alışveriş şekilleri, pek çok suiistimallerin kaynağı olan sigorta sistemleri, kredi kartları ve bunların tanıdığı haklardan istifade vs. hangi şartlarda helâl, hangi şartlarda değil kuşku kaynağıdır. Böyle hususlarda, kanun cevaz veriyor diye bir kısım eylemlere girmek kişiyi yanlışlığa atabilir; dolayısıyla bu tür muamelelerde vicdanın sesi de dinlenmelidir. Kuşku duyulan hususlarda, güven veren kişi ve kuruluşlardan net cevap alınmadıkça ihtiyatta kalınmalıdır. Nitekim Resûlüllah, “Müftüler fetva verse de kalbine sor. Günah kalbin titremesidir.”[67] buyurmuştur.


[1] Suyûtî, el-Câmi’u’s-Sağîr [Feyzu’lâ Kadîr’le birlikte], 3/244.
[2] “Peygamberler, sıddîkler, şehîdler ve sâlihler” Nisa sûresi, 4/69 ayette sırâtı müstakîm ashabı olarak zikredilir. Hadis için bkz.:Tirmizî, Büyû, 4
[3] Üsrûşenî, Ahkâmu’s-sığâr, s.198).
[4] Nesaî, Büyû, 83.
[5] Tirmizî, Vitr, 21.
[6] İbn Abidin, Reddü’lâMuhtar, 1/29.
[7] İbn Kesîr, Tefsîr, 1/358; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, 3/592.
[8] Tirmizî, Büyû, 4.
[9] Müslim, İman, 164; Ebû Dâvud, Büyû, 50; Tirmizî, Büyû, 74, [1215.h.]; İbn Mâce, Ticârât, 36.
[10] Tirmizî, Büyû, 38; Ebû Dâvud, Büyû, 81.
[11] Tirmizî, Büyû, 13.
[12] Mübârekfûrî, Tuhfe, 4/414.
[13] Nesâî, Büyû, 18.
[14] Buharî, Büyû, 58, 64, 70, Şurût, 8; Müslim, Nikâh, 51, 52, Büyû, 11, Birr, 30â32; Ebû Dâvud, Büyû, 44, Tirmizî, Büyû, 65; Nesâî, Nikâh, 70.
[15] Ebû Dâvud, Büyû, 27.
[16] Tirmizî, Büyû, 6.
[17] Münzir, Terğib, 2/230.
[18] Buharî, Savm, 51; Tirmizî, Zühd, 64; Fethu’l-Barî, 5/114, Mubârekfûrî, 7/96.
[19] Nesâî, Mesâcid, 22.
[20] Ayrıntılı bilgi için bkz.: İbrahim Canan, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Terbiye s. 466-472.
[21] Semhûdî, Vefâ’u’l-Vefâ, 2/479.
[22] Bakara sûresi, 2/275-279.
[23] Müslim, Müsâkat, 25; Ebû Dâvud, Büyû, 4; Tirmizî, Büyû, 2; İbn-i Mâce, Ticaret, 5, 8
[24] Nesaî, Büyû, 41-43.
[25] Nursi, Sözler, Lemaat, s. 730.
[26] Nesaî, Büyû, 23-40.
[27] Buharî, Büyû, 26; Müslim, Müsâkat, 131, 132.
[28] İbn Mâce, Büyû, 3, (2145).
[29] Müslim, İman, 220.
[30] Tirmizî, Büyû, 5.
[31] Al-i İmrân sûresi, 3/77.
[32] Buharî, Büyû, 27.
[33] Nesâî, Cenâiz, 67; Dârimî, 2/177; Heysemî, Mecma’u’zâZevâid, 4/127-129.
[34] Buharî, Kefalet, 5, İstikraz, 11, Ferâiz, 9, Sadakât, 13.
[35] Hâkim, Müstedrek, 2/24; Münâvî, Feyzu’lâKadîr, 3/556
[36] Müsned, 3/38
[37] Buhari, Daavat, 36; Ebû Davud, Vitr, 32; Nesai, İstiaze, 7.
[38] Buharî, Havâlât, 1, 2, İstikraz, 12; Müslim, Müsâkât, 33.
[39] Müslim, İmâret, 120; Nesaî, Büyû, 98.
[40] Buharî, İstikraz, 2.
[41] Buhari, Büyû, 16; Nesaî, Büyû, 104; İbn Mâce, Ticârât, 28; Hâkim, Müstedrek, 2/56.
[42] Tirmizî, Büyû, 67.
[43] Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn, 266.
[44] Tirmizî, Büyû, 4; İbn Mâce, Müsâkât, 27.
[45]Tirmizî, Ahkâm, 17; Ebû Davud, Akdiye, (3594); İbn Mâce, Ahkâm, (2353). Yazıyı daha fazla uzatmamak için haram malların hepsine temas edemiyor ve okuyucuyu ilgili eserlere havale ediyoruz.
[46] İbn Mâce, Rühûn, 4
[47] Hûd sûresi, 11/84-85, 94.
[48] Mutaffifîn sûresi, 83/1-17.
[49] Tirmizî, Büyû, 9
[50] Buharî, Büyû, 34, Hibe 23; Müslim, Müsâkat, 115; Tirmizî, Büyû, 6.
[51] İbn Hacer, Fethu’l-Barî, 14/71;
[52] Tirmizî, Zühd, 4.
[53] Müslim, 120; Tirmizî, Zühd, 40.
[54] İbn Mâce, Ticârât, 6; Dârimî, Büyû, 12.
[55] Süyutî, Câmi’u’s-Sağîr, 3/354.
[56] Tirmizî, Büyû, 73; Ebû Dâvud, Büyû, 49; İbn Mâce, Ticârât, 27.
[57] Buharî, Menâkıbu’lâEnsâr 45, Büyû 67, Buharî, Hiyel 14,15.
[58] Lem’alar On dokuzuncu Lem’a, Altıncı Nükte
[59] Müslim, Nikah, 50; Ebû Dâvud, Büyû, 45; Tirmizî, Nikah, 38.
[60] Buharî, Büyû, 45; Müslim, Büyû, 47; Tirmizî, Büyû, 26.
[61] Tirmizî, Büyû, 8.
[62] Bakara sûresi, 2/282.
[63] Tirmizî, Büyû, 59; İbn Mâce, Eşribe, 6.
[64] Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 6/64.
[65] Buharî, Büyû, 7; Nesâî, Büyû, 2.
[66] Buharî, Büyû, 2â5; Tirmizî, Kıyamet, 60.
[67] Dârimî, Büyû, 2; Müsnedu Ahmed, 4/228.

Prof.Dr. İbrahim Canan, Yeni Ümit Dergisi

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.