Arkadan Gelenler ve Mihnet Yılları
Efendiler Efendisi’nin dizinin dibinde huzuru yakalayan herkes, bu huzuru paylaşacağı başka kişilerin peşine düşüyordu. Davetin gizliden gizliye yürütüldüğü bu dönemde Hz. Ebû Bekir gibi insanlar, önceki konumlarının sağladığı imkânları kullanarak eski dostlarıyla Resûl-ü Kibriyâ’yı tanıştırma yarışına girmişlerdi. Onu, Efendimiz’in hala oğlu genç Zübeyr İbn Avvâm1 takip etti. Bir başka gün Osman İbn Affan ve Talha İbn Ubeydullah’ı tanıştırdı O’nunla… Hz. Zübeyr’in gelişinden hemen sonra idi; Osman İbn Afvân ve Talha İbn Ubeydullah, beraberce çıkmış huzura geliyorlardı. Kapıdan girip de gül cemali müşahede edince, zaten eriyip mum gibi yumuşamışlardı. Ebû Bekir’in kendilerine anlattığından daha çok şey görmüş ve çarpılmışlardı adeta…
İslâm’dan bahsetti onlara Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)… Ardından da gelen ayetlerden parçalar okudu… İslâm’ın tanıdığı haklardan bahisler açtı ve bir Müslüman’ı, dünya ve ahirette diğerlerinden ayıran hususları dile getirdi bir bir…
Erken davranıp fırsatları iyi değerlendirenler için Allah (celle celâluhû), kim bilir öbür âlemde ne sürpriz nimetler hazırlıyordu! Meclis, yekpâre nur kesilmişti sanki ve her ikisi de oracıkta içlerini seslendirecek ve Müslüman olacaktı.
Bu manzara, Yüceler Yücesi’nden de takdir görecekti. Cibril-i Emin gelmiş, şu ayetleri tebliğ ediyordu:
– Tâğûta ibadet etmekten kaçınıp gönülden Allah’a yönelenlere nice müjdeler vardır! O halde, sözü dinleyip sonra da en güzeline tâbi olup tatbik eden o kullarımı müjdele! İşte, onlardır Allah’ın hidayetine mazhar olanlar! Ve yine, işte onlardır, akl-ı selim sahibi olanlar!2
Hz. Ebû Bekir’in, kendisi Müslüman olduktan sonra, aynı güzellikleri etrafındaki dostlarıyla da paylaşıp onların da bunlarla bezenmesi adına gösterdiği gayret gözden kaçmamıştı. Hz. Ebû Bekir, bu yüzden semalar ötesinden alkış alıyordu. Zira bunlar, Hakk’ı razı edecek hamlelerdi ve Allah da, kendi adına gayret gösterenlere, akla-hayale gelmedik sürprizler vadediyordu.3
Hz. Osman Müslüman olmuştu olmasına; ama laf dinlemeyen Hakem İbn Ebi’l-Âs isminde bir amcası vardı. Amcası, onun da Müslüman olduğunu öğrenince küplere binmişti. Tuttu, tüccar Osman’ı bağlayıp hapsetti. Belli ki gözünü korkutmak istiyordu. Hakaretler ediyor ve:
– Sen nasıl olur da, atalarının dinini bırakır ve yeni yetme bir dinin peşinden gidebilirsin? Bu dinle bütün bağlarını koparmadığın sürece seni bu bağlardan çözmeyeceğim, diye tehditler savuruyordu. Hz. Osman ise, bütün tehditlere kulaklarını tıkamış, kararlılığından zerre kadar taviz vermiyor:
– Allah’a yemin olsun ki ben, asla geri dönüp de bu dini terk edecek değilim, diyordu. Bununla o, “Boşuna kendini yorup da hırpalama, benden istediğin tavizi ebediyen alamayacaksın.” mesajını veriyordu. Nihayet bu kararlı tutum, netice verecek ve Hz. Osman’ın, ucunda ölüm bile olsa kararından vazgeçmeyeceğini anlayınca onu serbest bırakacaktı.4
Huzurun havasına kendini kaptıran Hz. Talha, içindeki tufanlardan bahsetmek için fırsat kollar gibiydi. Halden anlayan Allah Resûlü de, ona bu fırsatı verecek ve gözyaşları içinde Şam’daki ticaretinden, Busrâ’daki panayır ve rahibin müjdelerinden bahisler açacak ve orada duyduklarını burada görüp yaşamanın sevincini paylaşacaktı Allah’ın Resûlü’yle…
– Aranızda Ahmed ortaya çıktı mı, diye sorduğunu anlattı O’na. Rahibe:
– Ahmed de kim, dediğinde:
– O, Abdülmuttalib’in torunu, Abdullah’ın da oğludur. Bu günler, O’nun ortaya çıkacağı günler. O, peygamberlerden bir peygamber ve beklenen Son Nebî’dir. Harem’den çıkacak ve hurma ağaçları bol, etrafı siyah taşlarla dolu çorak bir beldeye hicret edecektir. Dikkat et ve sakın gecikme; O’na ilk iman edip sahip çıkan sen ol, dediğini paylaştı. İşte şimdi kendisi, papazın açıktan verdiği adreste idi. Meğer buraya gelmeden önce o da, Ebû Bekir’in yanına uğramış, bu değişim öncesi ruhen bir rehabilite süreci yaşamış ve:
– Sen de zaman kaybetme, hemen git, O’na tâbi ol; çünkü O, sadece Hakk’a davet ediyor, diye teşvik görmüştü. İşte şimdi de gelmiş ve teslim olmuştu. Bunları dikkatle dinleyen Efendiler Efendisi’nin yüzünde sürûr belirtileri hâkimdi.5
Ancak, her şey planlandığı gibi yolunda gitmeyecekti. Tabii ki, bu yol uzundu ve derin sular vardı. İman gibi bir huzurun, zaman zaman bedeli de olacaktı ve o gün Hz. Talha ile Hz. Ebû Bekir’i de böyle bir mihnet bekliyordu.
Hz. Talha’nın, Efendiler Efendisi’nin huzurunda kelime-i tevhidi haykırdığının haberi başkalarına da ulaşmıştı. Hz. Ebû Bekir’le birlikte yürüdükleri bir sırada, adım adım kin tüccarlığı yapan Kureyş’in hışmına uğradılar. ‘Kureyş’in aslanı’ denilen Nevfel İbn Huveylid adında bir adam, karşılarına dikiliverdi yol ortasında. Gözünü budaktan sakınmayan bir adamdı bu. Karşı çıksalar bile sonuç, daha baştan belliydi. Duruşundan, adamın niyetinin kötü olduğu anlaşılıyordu. Daha ilk günden kavga ve gürültü çıkarmama adına temkini tercih ettiler ikisi de… Sözle iknayı denedilerse de, adamın bundan anlayacağı yoktu ve her ikisini de bir iple bağlayıverdi orada.
Azman yapılı bu adamın maksadı, namaz kılıp Kur’ân okumalarını önlemekti. Ancak ne el ve kollarının bağlanması ne de başlarında tehdit yağmurlarının sağanak halinde yağması, onları namaz kılıp Kur’ân okumaktan alıkoyacaktı.
Adamın ünü o denli yayılmıştı ki, Teymoğulları bile arka çıkamadılar, iki adamları Hz. Ebû Bekir ve Hz. Talha’ya. Ortalık duruluncaya kadar bir müddet öylece kalakaldılar beraberce.
Bu olay sebebiyle daha sonraları Talha ile Ebû Bekir kardeş gibi algılanacak ve kendilerine, ‘ayrılmaz iki arkadaş’ mânâsında ‘Karîneyn’ denilecekti.6
Bu bir ilkti, ama arkası da gelecekti. Artık Hz. Talha da, diğer Müslümanlar gibi Kureyş’in eza ve cefasına maruz kalanlardan biri haline gelmişti. Hatta, Hz. Ebû Bekir tarafından dine davet edildiği halde kabul etmeyen öz kardeşi Osman İbn Ubeydullah, Hz. Talha’ya düşman kesilmişti ve kendi kardeşine yapmadığı eziyet kalmamıştı.7
Dipnot:
- Hz. Zübeyr, Efendimiz’in halası Safiyye Binti Abdulmuttalib’in oğluydu. Hatice validemizin de, kardeşinin oğlu oluyordu. Müslüman olduğunda henüz on beş yaşlarındaydı. Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsüdü’l-Ğâbe, 2/209
- Bkz. Zümer, 39/17, 18
- Bkz. Vâhidî, Esbâbü Nüzûli’l-Kur’ân, s. 382, 383
- İbn Sa’d, Tabakât, 3/55
- Bkz. İbn Hacer, İsâbe, 2/229
- İbnü’l-Esîr, Üsüdü’l-Ğâbe, 3/85
- İbnü’l-Esîr, Üsüdü’l-Ğâbe, 3/59