Ve Hüzünlü Veda

220

Evet, bu bir muhabbetin eseriydi; ama bir türlü olmuyor, neticeye gidilemiyordu. İşte bu son hamle de, yeni ve son bir ümitti. Yeğeninin bu kadar içten ümit beslemesini görünce Ebû Tâlib:

– Ey kardeşimin oğlu, diye seslendi. Daha sesinin tonunda, “O kadar da ümitli olma!” mesajı gizliydi. Bir anlık durgunluktan sonra da:

– Vallahi de, şayet benden sonra atalarının oğluna bunaklık atfetmelerinden ve Kureyş’in de, ölümden korktuğum için bu kelimeyi söylediğimi zannedeceklerinden endişe edip korkmasaydım mutlaka onu söylerdim. Ancak onu, sadece Seni sevindirmek için söylerim, dedi.

Ancak Efendimiz, yine de her anı değerlendirmek isteyecek ve bulduğu her fırsatta amcasının, kalıcı bir adres bırakmasını isteyecekti.

Küfrün önderleri yine amcasının yanına gelmişlerdi. Bu arada Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), hasta yatağındaki Ebû Tâlib’in yanına doğru ilerlemeye başladı. Bir başka öz amca, hemen ileri atıldı ve Resûlullah’ın hedeflediği boşluğa oturuverdi. Maksadı, Efendiler Efendisi’nin, son demlerinde Ebû Tâlib’e tesir edip de onu; İslâm’a davet etmesinin önüne geçmekti. Ebû Tâlib’in can derdine düştüğü bu demlerde bile küfür, yine küfrünü eda ediyor; iman adına en küçük bir hamleye müsaade etmek istemiyordu. Göz göze gelip de şefkatle amcasına bakışlarına bile tahammülleri yoktu. Bir de Efendimiz, bulduğu her fırsatta iman talebinde bulunuyordu. İşin özü, Ebû Tâlib’in son demlerinde bile, imanla küfrün mücadelesi zirvede yaşanıyordu:

– Ey Ebû Tâlib! Yoksa, Abdulmuttalib’in dininden vaz mı geçiyorsun, diye sordular.

– Hayır. Ben, Abdulmuttalib’in dini üzere kalıyorum, diye cevap verdi Ebû Tâlib.[1]

Artık, ölüme daha yakındı. En yakınında ise, bir diğer kardeşi Abbas vardı. Dudaklarındaki hareketi izlemeye çalışıyordu. Derken, en büyük hâmi ve müşfik amca, hayata gözlerini yumuyordu.

Küfrün baskısı altında ve bir türlü imana giden yola giremeyen amca Ebû Tâlib için Allah Resûlü, bundan sonra da dua ve istiğfardan vazgeçmeyecek ve şöyle diyecekti:

– Bana gelince vallahi de Ben, bundan nehyedilmediğim sürece senin için istiğfar edeceğim.[2]

Yaşayan Kur’ân’ın bu ifadesi, çok geçmeden Cibril’in müjdeleriyle teyid edilecekti. Gelen ayet de, önce mevcut durumu rapor edip sonrakiler için adeta bu tabloyu ebedileştiriyor; ardından da, ataları arasından bir örnek vererek bu konuda ortaya konulması gereken tavrın ne olduğunu bir modelle anlatmış oluyordu:

– Cehennem ehli oldukları kendilerince belli olduktan sonra –akraba bile olsalar– müşrikler hakkında istiğfarda bulunup onların affedilmelerini istemek, ne peygamberin ne de mü’minlerin yapacağı bir iştir. İbrahim’in, babası için istiğfar dilemesi ise, sırf ona yaptığı vaadi yerine getirmek için olmuştu. Fakat onun Allah düşmanı olduğu kendine belli olunca, onunla ilgisini kesmişti. Gerçekten İbrahim, çok yumuşak huylu ve sabırlı idi.[3]

Techiz ü tekfin işlerini de gördükten sonra Abbas İbn Abdülmuttalib, Allah Resûlü’nün yanına yaklaştı ve hüzün kesilmiş yeğenine:
– Ey kardeşimin oğlu! Allah’a yemin olsun ki kardeşim Ebû Tâlib, Senin ondan istediğin o kelimeyi son anında söyledi, dedi.

Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem), aynı şekilde düşünmüyordu ve amcasına dönerek:

– Ben duymadım, dedi.[4] Bunun üzerine Abbas, yeğenine yaklaşacak ve amcasıyla ilgili daha yumuşak ve dengeli olmasını talep edecekti. Ancak O, zaten bir denge insanıydı; sırat-ı müstakimin zirve temsilcisiydi O (sallallahu aleyhi ve sellem) ve herkes, dengede O’nu örnek almalıydı. Onun için amca Abbas’a şunları söyledi:

– Umarım ki kıyamet gününde, benim şefaatim ona fayda verir de, cehennemdeki azabı kısmen de olsa hafifler, o süreci daha hafif atlatır.[5]


Dipnot:
[1] Abdulmuttalib’in dini üzerinde kalma meselesi, Ebû Tâlib’in imanı konusunda önemli bir merkezi tutmaktadır.
[2] Bkz. Buhârî, Sahîh, 1/457 (1294)
[3] Bkz. Tevbe, 9/113, 114
[4] Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 2/265, 266
[5] Bkz. Buhâri, Sahîh, 3/1409 (3672) Ebû Tâlib’le ilgili olarak Efendimiz (s.a.s.)’den şeref sudur olmuş, “Rabbimden onun için çok büyük hayır umuyorum.” (İbn Sa’d, Tabakât, 1/124, 125), “Şayet Ben olmasaydım o, şimdi cehennemin en altında azap görüyor olacaktı”, (Müslim, Sahîh, 1/195 (209) ve “Onun cehennemdeki azabı, topuk kemiklerine kadar ulaşır.” (Müslim, Sahîh, 1/195 (210) gibi rivayetler de vardır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.