Yetim hakkı ve çok eşliliğe gelen sınır

351

İnsanlar arasında adalet, genel anlamda güçlünün tayin ettiği esaslar üzerinde yürüyen bir sistemdi. Bu sistemin içinde bir insanın, sırtını dayayacağı güçlü bir dayanağı yoksa işi bitik demekti. Yetim çocuklar da aynı durumdaydı. Sıklıkla yaşanan savaş ve nereden çıktığı bile belli olmayan kavgalarda bir hiç uğruna ölenlerin geride bıraktıkları çocukları, genellikle yakınları tarafından himaye altına alınır ve onlara miras kalan malların da himaye edenlerin tasarrufuna geçtiğine inanılırdı. Bu çocuğun kız olması durumunda mesele daha da vahimdi. Zira bu malın başkalarına dağılmasını önlemek ve bir başkasının bunlarda hak iddia etmesine zemin hazırlamamak için kız çocuklar evlendirilmez, yahut da onlarla hâmisi bulundukları yakınları evlenir; bütün mallarına el koydukları yetmiyormuş gibi aynı zamanda bu evlilik karşılığında onlara mehir anlamında hiçbir bedel de ödemezlerdi.

Zaten cahiliye döneminde Araplar, diledikleri kadar kadınla evlenebilir ve diledikleri zaman da onlarla yollarını ayırabilirlerdi. Tamamen erkeğin egemen olduğu bu toplumda evlilik veya boşanma, kimsenin karışmadığı âdiyattan bir mesele hâline gelmişti. Bir yönüyle bu, tabii karşılanan bir hadiseydi; çünkü bitip tükenme bilmeyen savaşlarda erkeklerin ölüm oranı üst noktalara kadar ulaşmıştı. Ortalıkta dul kalan birçok kadın ve buna bağlı olarak da yetim kızlar bulunmaktaydı. Dolayısıyla bu, kendi haklarını savunamayan yalnız bir kadının toplum içinde heder olmasının önüne geçebilmek için tabii ve olağan karşılanan bir durumdu. Bugüne kadar herhangi bir hüküm gelmediği için aynı uygulama hâlâ devam ediyordu.

Nihâyet Cibril-i Emîn Allah Resûlü’ne, bu meseleye de neşter vuran uygulamayı getiriyordu. Önce:

– Ey insanlar, diye başlanmış ve muhatabın sadece Müslümanlar olmadığının vurgusu yapılmıştı. Çünkü bu beyanlar, herkese hitap ediyordu. Bu genellemenin ardından gelen uyarı şu şekildeydi:

– Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının. Adını anıp kendisini vesile ederek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınınız. Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.

Bütün insanlığın aynı baba ve annede birleşen bir tek aile oluşturduğunu, dolayısıyla insanların bu hukuka uygun davranmaları gerektiğini bildiren bu ifade, bundan sonra anlatılacaklar için mükemmel bir girişti. Böyle bir ifadenin ardından herkes dikkat kesilecek ve bundan sonra gelecek hükmü dinlemeye duracaktı. İşte şimdi o hüküm geliyordu:

– Yetimlere mallarını verin, temizi verip murdarı almayın, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü böyle yapmanız gerçekten büyük bir günahtır.

Demek ki artık, himayeye alınan yetim kızlar konusunda insanlar diledikleri gibi davranamayacak, mal ve mülklerinde istedikleri tasarrufta bulunamayacak ve onları kendi iradelerinin dışında bir hayat yaşamaya mahkûm edemeyeceklerdi. Hz. Âişe Validemizin de dediği gibi bu âyet, farklı gerekçelerle hakları elinden alınan yetim kızlar için insanları adalete davet eden çok önemli bir mesajdı. Çünkü âyet devamla şunları söyleyecekti:

– Himayeniz altındaki yetim kızlarla evlenince haklarını gözetemeyeceğinizden, adaleti sağlayamayacağınızdan endişe ederseniz, onlarla değil, size helâl olup arzu ettiğiniz diğer kadınlarla iki, üç veya dört hanım olmak üzere evlenin.

Bu beyanlar, o günkü uygulamalar açısından başlı başına bir devrimi ifade ediyordu. Meselenin iki yönü vardı:

Öncelikle yetim hakkı ne kadar önemliydi ki Allah (celle celâluhû), onlar arasında adaleti gözetememe endişesinin olduğu yerde, onları evlere hapsedip diledikleri kimselerle evlenmelerine müsaade etmeme, kendilerine hiçbir bedel ödemeden kendi nikâhları altına alma, mal ve mülklerine el koyma şöyle dursun, onlar konusunda adil olunamaması durumunda yetimleri kendi iradeleriyle baş başa bırakıp başka kadınlarla evlenmenin tercih edilmesi gerektiğini söylüyordu.

Buna bağlı ve dolaylı olarak da, kimsenin karışmadığı ve bir yönüyle de zımnen takdir ettiği sayısız evliliğe sınır getiriyor ve bu durumda adaleti vazgeçilmez bir şart olarak ileri sürüp:

– Eğer bu takdirde de aralarında adaleti gerçekleştirmekten endişe ederseniz, bir kadınla veya elinizin altında olan cariyelerle yetinin. Bu durum, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır, diyerek bu rakamın en fazla dört olabileceğini ifade ediyordu. Ancak, dikkatlerden kaçmayan bir ifade daha olacaktı; Kur’ân şöyle diyordu:

– Olanca gücünüzü kullanarak çaba sarfetseniz de kadınlar arasında adaleti temin etmeye güç yetiremezsiniz.1

Anlayan anlamıştı; Allah (celle celâluhû) insanların bir kadınla evliliklerini birer esas olarak alıyor ve istisnai durumlarda ve zaruretler söz konusu olduğu yerde, ‘adalet’ şartını ileri sürerek vicdanlara hitap ediyor ve o güne kadar sınırsız olarak kullanılan rakamı dörtle sınırlandırıyordu.

O gün ashâb arasından Nevfel İbn Muâviye beş2, Hâris İbn Kays sekiz3 ve Gaylân İbn Seleme de4 on kadınla evliydi. Bunların her birisi de Efendimiz’in huzuruna gelecek ve durumlarını arz edeceklerdi. Allah Resûlü, her birine de dört tanesini yanlarında tutmalarını ve geride kalanlarla da yollarını ayırmalarını tavsiye ediyordu.

Kadınlara tanınan hak ve özgürlükler bunlarla da sınırlı değildi. Zaten bu ifadeleri bünyesinde bulunduran sûreye de, ‘kadın’ manasında ‘Nisâ’ denilmişti. Şöyle devam ediyordu:

– Evleneceğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin. Eğer mehrin bir kısmını gönül rızasıyla size bağışlarlarsa onu içinize sine sine afiyetle yeyin.

Allah’ın sizin maişetinizin başlıca vesilesi kıldığı mallarınızı, aklı ermeyen kimselerin ellerine vermeyin. Bu malları işleterek elde edeceğiniz gelirle onların ihtiyaçlarını sağlayın, giyeceklerini temin edin ve onlara tatlı sözler söyleyin, güzel tavsiyelerde bulunun.

Yetimleri evlenme çağına varıncaya kadar gözetip deneyin. Akılca olgunlaştıklarını görürseniz mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyünce ellerine alacakları düşüncesiyle o malları israfla tüketmeyin. İhtiyacı olmayan veli, yetim malına tenezzül etmesin. Muhtaç olan ise meşru sûrette, ihtiyaç ve emeğine uygun olarak yararlansın. Onlara mallarını teslim ettiğinizde bunu şahitlerle tesbit ettirin. Allah hesap sorandır ve O’nun hesap sorması kâfidir.5

Görüldüğü gibi âyetler, yetim kızlarla kadınlara ait hakları birer birer sıralamakta ve bu haklarını tespitte o güne kadar hiç olmayan bir irade beyanında bulunarak bu tercihi kadınlara vermekteydi. Öyleyse bundan sonra toplumda kadın, irade beyanında bulunabilen, söylediği zaman sözü dinlenen, hakkını elde etmek için bunun peşine düşebilen ve talep ettiği hakkı da bizzat Allah tarafından tespit edilen reel bir varlıktı.


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz

Dipnot:

  1. Nisâ, 4/129
  2. Beyhakî, Sünen, 7/184 (13835); İbn Kesir, Tefsir, 1/452
  3. Ebû Dâvûd, Sünen, 2/272 (2241); İbn Mâce, Sünen, 1/628 (1952); Dârekutnî, Sünen, 3/270 (100)
  4. Gaylân İbn Seleme Müslüman olduğunda nikâhı altında on tane kadın bulunuyordu ve onun Müslüman olmasıyla birlikte onlar da birlikte Müslüman olmuşlar, söz konusu âyet geldiğinde de sadece dördü onunla birlikte nikâhlı kalarak diğerleri yollarını ayırmışlardı. Bkz. Tirmizî, el-Câmiu’s-Sahîh, 3/435 (1128); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/83 (5558); Beyhakî, Sünen, 7/183 (13827)
  5. Nisâ, 4/1-6
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.