Yalnızlık Arayışı ve Hz. Hadîce’nin Gayretleri

934

Bu arada Efendiler Efendisi, Hak katındaki hakikatinden uzaklaştırılan Kâbe’yi, istemeyerek de olsa terk ediyor ve yanına aldığı azığıyla birlikte sessizliğin peşine düşüyordu. Çünkü, cehaletin koyuluğu gittikçe artmış ve Kâbe’nin dört bir yanı putlarla doldurulmuştu. Put ve putçuluk düşüncesini yere çalmış Hz. İbrahim gibi bir peygamberin, ihlas ve samimiyetle tesis ettiği Kâbe, Mekkelilerin elinde oyuncak haline gelmiş, Âlemlerin Rabbi’ne kulluğu unutan insanlar, sanal ve sahte ilâhlara neredeyse kurban olma yarışına girmişlerdi. Belli ki, Ruh-u Pâk’ını bu durum, sıktıkça sıkıyordu.

Huzur vermek için inşa edilen yeryüzünün ilk binası Kâbe, o gün için âdeta kasvet merkezi hâline ge­tiril­mek istenmişti. Bu sebepledir ki Allah Resûlü, o havadan uzaklaşmaya çalışıyor, bir yandan her adımı O’nu buradan uzaklaştırırken diğer taraftan gönlünü orada bırakıyor ve bir türlü de Kâbe’den kopa­mı­yordu.

Ayrılıp uzaklaştığında da, yine onu seyredebileceği bir mekanı tercih ediyordu. Bu mekan, Nûr adıyla bilinen bir dağın zirvesiydi. Bu zirvenin, Kâbe’yi kuş bakışı süzen tarafında Hira adında bir mağara bulunuyordu. İşte Efendiler Efendisi, Kâbe’den uzaklaştığı demlerde buraya kadar geliyor; günlerce, hatta aylarca burada kalıp, zamanını kullukla kıymetlendiriyordu. Belli ki bu, kıyamete kadar hükmü devam edecek evrensel bir mesajı omuzlayabilmek için Cenab-ı Mevla’nın takdir ettiği bir kaderdi.

Mahzun Nebi’nin boynu büküktü; ara sıra, mağaranın dehlizinden süzdüğü Kâbe’nin de boynunu bükük görüyor ve bu manzara karşısında bir kez daha boynunu bükmek zorunda kalıyordu. Belki de gele­cekteki iman dolu, temiz ve dupduru hâlini tasavvur ederek o günlerin hayaliyle bir nebze olsun teselli olabiliyordu. Burada kaldığı sürece, kendine mahsus bir kullukla dolup taşıyor ve belki de, uzaktan süzerek hicranını dile getirdiği Kâbe ve ona yapılanları bir bir zikredip, sıfırlanan insanlık kredisini yeniden kendilerine bahşetmesi için dua dua yalvarıyordu. Saatlerce yü­rüyerek ulaştığı Nûr Dağı, âdeta nurun sahibine davetiye çıkarmış, beraberce semadan gelecek nuru beklemeye durmuşlardı. Âdeta Kâbe’ye rükûa durmuş Hirâ’da O’nun, ağyara kapalı, Hakk’a açık ken­dine göre bir ibadeti; mübarek elleriyle yüzünü buluşturduğu anlarda da, başka zamanlarda hissetmediği tarifi imkânsız bir gönül ziyafeti vardı.

Hz. Hadice’nin Telaş ve Gayretleri

Her ayrılışı, Hz. Hadice için ayrı bir hüzün ifade ediyordu. Belli ki Al­lah Resûlü, Hirâ’da ayrı bir huzur solukluyordu; ama beri tarafta, her ayrılışında Hz. Hadice’nin yüreği ağzına geliyor; Efendisinin başına bir şeylerin gelmesinden endişe duyuyordu. Bunun için arkasından adamlarını gönderiyor ve emniyette olup olmadığını görmek istiyor; koruyup kollamaları için tembih üstüne tembihte bulunuyordu.1

Hadice validemizin hazırladığı azığını alıp gittiği demlerde, bazen kendisi geri gelip yeni bir azıkla geriye dönse de, zaman zaman Hadice validemiz, hasretine dayanamadığı evinin direği ve gelişini gözlediği efendisi için kendisi yollara düşüyor ve kilometrelerce yürüyüp saatler süren gayretleri neticesinde, Efendiler Efendisi’ne kendi elleriyle azık taşıyordu.2

Bazen de Hira’nın sırlı atmosferini Efendisiyle birlikte solukluyor, bin bir güçlükle ulaştığı Hira’da, O’nunla kalarak zamanını paylaşmayı en büyük bahtiyarlık sayıyordu. Zaman zaman da yolları, bugün İcâbe Mescidi olarak anılan yerde birleşiyor ve buluştukları bu mekanı mesken tutarak geceliyorlardı. Daha sonra da Efendimiz, yeniden ayrılarak mağaraya çıkıyor, Hatice validemiz de evinin yolunu tutuyordu.

Bir kadın için, kocasının evinden bu kadar ayrı kalması, dayanılacak bir durum değildi; ancak Hz. Hadice, uzayan ayrılıklar karşısında en küçük bir tepki göstermiyor, hatta tepki vermek bir yana Efendisi’nin yalnızlığını paylaşarak O’nu, gelecek günleri adına hazırlayıp teşvik ediyordu.


Dipnot:

  1. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3/11
  2. Buhâri, Sahîh, 3/1389 (3609)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.