Üzüm Salkımı ve Addâs
Efendimiz’in namaz kılıp dua edişini uzaktan seyreden iki kişi vardı; bunlar, aleyhte komplo kurmada çoğu zaman ön safta yer alan Rebîa’nın iki oğlu Utbe ve Şeybe idi. Ancak o gün Allah Resûlü’ne reva görülenler karşısında Utbe ve Şeybe bile insafa gelmişlerdi, bu kadarı da olmaz dercesine, başından bu yana Resûl-ü Kibriyâ’yı seyrediyorlardı. Nihayet yanlarına, köleleri Addâs’ı çağırdı ve:
– Şu üzümlerden bir parça topla ve şu tabağa koy da orada duran adama götür de yesin, diyerek, salkımları Efendiler Efendisi’ne götürmesini söylediler.
Addâs, denilenleri yerine getirmek için kalktı ve topladığı üzüm salkımlarını alıp Efendimiz’in yanına geldi. Daha sonra da:
– Buyurun, yiyin, diye ikram etti. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), çok tabii olarak, üzümlere elini uzatırken, ‘Bismillahirrahmanirrahim’ demiş ve ardından yemeye başlamıştı.
O’nun bu sözünü duyan Addâs, olduğu yerde donakalmıştı; zira bu sözü, buralarda bilip söyleyen kimseye rastlamamıştı. Önce Allah Resûlü’nü iyice süzdü ve ardından da:
– Allah’a yemin olsun ki bu sözleri, bu beldelerde söyleyen kimse yoktur, dedi.
Onun bu sözleri ve sıcak yaklaşımı, Efendimiz’in de dikkatini çekmişti. Belli ki Addâs, boş değildi; en azından ‘bismillah’ın ne demek olduğunu biliyor veya bu muhtevadaki bir bilgiye ulaşma arzusu duyuyordu. Onun için Habîb-i Zîşân Hazretleri:
– Sen nerelisin, hangi dine mensupsun ey Addâs, diye sordu.
– Ninovalı ve Hristiyan’ım, diyordu. Bu ismi duyunca Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):
– Salih kardeşim Yunus İbn Mettâ’nın memleketi, diye iç geçirdi. Gözleri dört açılmıştı Addâs’ın ve hemen sordu:
– Sen, Yunus İbn Mettâ’yı nereden biliyorsun? Vallahi de ben Ninova’dan ayrılalı onu bilip tanıyan on adama bile rastlamadım! Sen İbn Mettâ’yı nereden öğrendin? Halbuki Sen, gördüğüm kadarıyla okuma-yazma da bilmiyorsun ve ümmî bir kavmin içinde neş’et etmişsin!
– O, benim kardeşimdir; o da bir nebi idi, Ben de bir Nebi’yim!
Bunun ötesinde sorulacak başka bir soru olamazdı ve işin burasında Addâs, önce Efendimiz’in ayaklarına kapandı; belli ki buna muktedir olamayacaktı. Ardından ellerinden öpmek istedi, doyasıya… Sonra da, mübarek başından öptü, defalarca… Günün bütün sıkıntısını unutturacak bir neticeydi bu… Bir insan daha gelmişti ya, dünya bomba olup patlasa ne önemi vardı?
Ancak beri tarafta, köleleri Addâs’ın el-ayak öpmesini gören Utbe ve Şeybe yine eski hüviyetlerine geri dönmüş, bulundukları yerde homurdanmaya başlamışlardı. Kölelerini, iyilik olsun diye göndermişlerdi; ama şimdi o tutmuş bir de Muhammed’in el ve ayaklarına kapanıyor; bel büküp huzurunda el pençe divan duruyordu. Birisi diğerine dönecek ve:
– Görüyor musun, senin köleni de yoldan çıkardı, diyecekti.
Nihayet, Addâs yanlarına gelince ona da çıkışacaklar ve:
– Sana ne oldu da o adamın el ve ayaklarını öptün, diyeceklerdi. Addâs, çok sakindi:
– Ey efendim! Yeryüzünde bu adamdan daha hayırlı kimse yoktur; O’nun bana söylediklerini ancak bir Nebi haber verebilir, dedi.
– Yazıklar olsun sana ey Addâs! Sakın ola ki o adam, seni kendi dininden alıkoymasın; çünkü senin dinin ondan daha hayırlıdır,1 diyorlardı.