Ulaşan acı haber ve Mekke’nin yası

284

Beri tarafta Mekke’ye acı haberi ilk ulaştıran kişi, Haysümân İbn İyâs olmuştu. Bu sırada Mekkeliler, Hıcr’da oturmuş muhabbet ediyorlardı. Onun, üstü başı dağılmış, korku dolu ve bitkin hâlde geldiğini görenler zaten gelişinden mesajı almışlardı:

– Ne o? Ne haber getirdin, diye soruyorlardı. Nereden başlayacağını şaşırmıştı Haysümân. Önce şunları sıralamaya başladı:

– Öldürüldü, diyordu. Utbe İbn Rebîa, Şeybe İbn Rebîa, Ebu’l-Hakem İbn Hişâm (Ebû Cehil), Ümeyye İbn Halef, Zem’a İbn Esved, Haccâc’ın iki oğlu Nebîh ve Münebbeh, Ebu’l-Bahterî İbn Hişâm.

Neredeyse herkesin ölüm haberini verecek gibi saymaya devam eden Haysümân’ın sözünü, meraktan çatlayacak seviyeye gelen Safvân İbn Ümeyye kesti ve:

– Vallahi de, bu adamın aklı yerinden uçup gitmiş! Kalbi de kalmamış! İsterseniz ona, bir de beni sorun bakalım; bana ne olmuş!

Etrafındaki adamlar gerçekten onu ciddiye almış ve Haysümân’a Safvân’a ne olduğunu sormaya başlamışlardı. O da, bir taraftan Hıcr’i göstererek:

– Aha, işte o şurada oturuyor, dedi ve ilave etti:

– Vallahi, onun babası da, kardeşi de öldürüldü!

Bir anlık, sanki Mekke’de hayat duruverdi! Anlaşılan Haysü­mân’ın aklı da kalbi de yerindeydi. Safvân’ı tanımış, üstelik onun babasının ve kardeşinin Bedir’de öldürüldüğünün haberini vermişti. Tam manasıyla Mekke buz kesilmişti!

Getirdiği haberin doğruluk testini başarıyla veren Haysümân’ın etrafını sarmış, teker teker Bedir’de olup bitenlerin haberini almaya çalışıyorlardı. Aldıkları her haber, onlar için bir yıkım demekti. Mekke, gerçekten de ciğerparelerini feda etmişti, Lider konumundaki adamlarının neredeyse tamamı artık yaşamıyordu.

Kolay değildi; önde gelenlerin hemen hepsi burada ölmüştü. Dokuz yüz elli kişi arasından yetmiş tane askerini Bedir’de cansız bırakan Kureyş ordusu, yetmiş tanesini de Müslümanlara esir vererek hem de kaçarak geri dönmekteydi. Üstelik, ordu içinde birçok da yaralı bulunmaktaydı.

Yıllar önce Mekke’de ektiklerinin neticesini bugün görüyorlardı. Belki onların akıllarına bile gelmiyordu ama Efendiler Efendi­si’nin (sallallahu aleyhi ve sellem), namaz kılarken üzerine atılan deve işkembesi sonrasında ellerini açıp da yaptığı şu dua unutulacak gibi değildi:

– Allah’ım! Kureyş’i Sana havale ediyorum. Allah’ım! Kureyş’i Sana havale ediyorum. Allah’ım! Kureyş’i Sana havale ediyorum.

Allah’ım! Ebû Cehil’i de… Utbe İbn Ebî Rebîa’yı da… Şeybe İbn Ebî Rebîa’yı da…Velîd İbn Utbe’yi de… Ümeyye İbn Halef’i de… Ukbe İbn Ebî Muayt’ı da Sana havale ediyorum; onların hakkından Sen gelirsin ey Allah’ım!1

Ve… Peygamberini bu hâle getirip de hayatına kasteden, üzerine deve işkembesi atıp da karşısında katıla katıla gülen ve O’nun boynuna sarık sarıp da yerde sürüklemek isteyen bu adamların hepsi de Bedir’de takılıp kalmış, Allah Resûlü’nün Allah’a havale ettiği bu adamlardan geriye dönen bir kişi bile olmamıştı.

Mekke’nin Yası

Mekke’de tam bir matem havası hâkimdi; kime gidip sorulsa mutlaka ağlıyor ve ölülerinin arkasından ağıtlar yakıyordu. Zira hemen her evden bir veya birkaç kişi o gün orada ya ölmüştü ya da esir olarak hâlâ Müslümanların elinde bulunuyordu. Küfrün kasvet havasına bir de matemin yası sinmiş, sineler, intikam yeminleriyle inip kalkıyordu. Bedir’de öldürülenlerin arkada bıraktıkları eşyalar ortaya dökülüyor, başta kadınlar olmak üzere bunların etrafına toplanan insanlar günlerce ağıt yakıyorlardı. Bu durum tam bir ay sürecekti.

Nihâyet, her gün matem havasıyla ruhu daralan bir Mekkeli ileri atıldı ve:

– Bunu böyle yapmayın, dedi. Çünkü sizin bu hâliniz Muhammed ve arkadaşlarına ulaşır ve bu davranışlarınız onları hoşnut eder!

Başlangıç itibarıyla bu fikre pek sıcak bakmasalar da daha sonraları adamın haklı olduğunu iyice anlayacak ve aralarında ağlaşarak ağıtlar yakmayı, yaka paça yırtarak dövünmeyi ve buna benzer daha birçok garip davranışlarını bir kenara bırakacaklardı.

Esirler konusunda da aceleci davranmamayı kararlaştırmışlardı. Onlara göre fidye ödemede acele etmemek, ödenecek fidyenin miktarını düşürecek bir adımdı. Çünkü onlar, fidye ödemekte acele edildiğini gören Müslümanların, esirlerin bedelini yükselteceklerine inanıyor ve sırf daha az bedel ödemek için kendi adamlarıyla ilgilenmiyor görüntüsü vermeyi planlıyorlardı.

Müşriklerden Esved İbn Muttalib’in Bedir’de, Zem’a, Akîl ve Hâris adında üç oğlu öldürülmüştü ve bu kişi, içinden geldiği gibi oğullarına ağıt yakıp ağlamak istiyordu. Ancak o da, müşriklerin ağlama yasağına takılmış ve hüznünü içine atmak zorunda kalmıştı. Bir gece dışarıda ağlama sesi duymuş ve kölesini çağırarak bu sesin nereden geldiğini kendisine haber vermesini istemişti. Gidip de durumu öğrenen köle, ağlayan kişinin devesini kaybeden bir kadın olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Esved, devesi kaybolan bir kadının ağlayabildiği Mekke’de, öldürülen üç oğluna ağıt yakamamaktan kaynaklanan hüznünü şiirin diliyle insanlara duyurmaya çalışacaktı.

Dipnot:

  1. Bkz. Müslim, Sahîh, 3/1418-1419 (1794)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.