Uhud’daki hutbe ve ümmetin havarisi
Allah Resûlü, yüzü Medine’ye gelecek şekilde konuşlanacak ve sırtını da Uhud dağına verecekti. Neredeyse sabah vakti çıkmak üzereydi ve orada ashâbıyla birlikte sabah namazını kıldılar.
Sonra da ashâbına döndü ve uzun uzun konuştu onlarla. Savaş başlamadan önceki son hutbesiydi bu. Allah’ın kitabına uyarak helali helal, haramı da haram bilmeyi tavsiye ediyor, sabır ve temkine vurgu yapıyordu. Birlik ve beraberlik konusuna da ayrıca değinen Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), hayatta iken dikkat edilmesi gereken hususlardan ölüm sonrasında karşılaşılacak manzaralara kadar birçok konuyu ashâbıyla paylaşıyor ve onları düşman konusunda daha dikkatli olmaya davet ediyordu. Ashâbından savaş vaziyeti almalarını istiyor ve sağa-sola yürüyerek safları bizzat kendisi hizaya sokuyordu. Artık ordu, her yönüyle hazırdı ve Allah Resûlü’nden son bir uyarı daha geldi:
– Ben savaşma izni vermedikçe hiç kimse savaşa başlamasın!
Bu arada elli kadar okçu seçmiş ve başlarına Abdullah İbn Cübeyr’i komutan tayin ederek sıkı sıkı şunları tembih etmişti:
– Şu atlıları bizden uzak tutun; arkamızdan gelip bizi kuşatamasınlar! Zafer bizim lehimize tecelli etmiş olsa bile sizler yerinizde kalın! Sakın sizin taraftan bir saldırıya maruz kalmayalım; yerinize gidin ve oradan asla ayrılmayın! Onları tamamen bozguna uğrattığımızı ve askerlerinin arasına kadar girdiğimizi bile görseniz yerinizden kıpırdamayın! Başımıza kuşların üşüştüğünü ve etlerimizi parçalamaya başladıklarını bile görseniz, Ben size haber gönderinceye kadar sakın yerinizden ayrılmayın! Öldürüldüğümüzü görseniz; gelip bize yardım etmeye, müdafaa edip destek olmaya kalkışmayın! Aksine onlara ok atın; çünkü atlar, kendilerine ok atılırken ilerleyemez! Ve unutmayın ki sizler yerinizde kaldığınız sürece galip olan taraf mutlaka biz olacağız.1
Bu arada müşriklerin sancağını kimlerin taşıdığını sorarak öğrenmiş ve:
– Vefa konusunda bizler, onlardan daha öndeyiz, demiş ve ardından da:
– Mus’ab İbn Umeyr nerede, diye sormuştu.
– Buradayım, diyerek hemen huzurda beliriveren Mus’ab İbn Umeyr’e iltifat edecek ve:
– Sancağı sen al, diyerek ana sancağı ona verecekti.
O gün Müslümanların şiârı, öldür manasında ‘Emit.. Emit’ şeklindeydi.
Ümmetin Havarisi
Müşrikler arasından biri çıkmış, kendisiyle mübareze yapacak bir yiğit istiyordu. İnsanlar onun heybetli duruşunu görünce, belli ki biraz çekinmişlerdi. Boz devesinin üzerinde bekleyen adam sözünü ikinci, arkasından da üçüncü kez tekrarladı. Nihâyet bir anlık geçici tevakkuftan sonra Hz. Zübeyr ileri atıldı. O kadar hızlı hareket ediyordu ki, arkasından bakanlar onun hareketlerini takip edemez olmuşlardı.
Devesinin üzerinde meydan okuyan müşrikin yanına gelir gelmez, avına atlayan aslanlar gibi devenin üzerine sıçrayıverdi. Görülmedik bir manzaraydı; mübareze devenin üzerinde devam ediyordu. Adamı öylesine yakalamıştı ki, elindeki kılıcı sallamasına bile müsaade etmiyordu. Onların bu durumunu uzaktan seyreden Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):
– Sırtı yere yakın olan öldürülecek, buyurdu. Nazarlar yeniden devenin üzerine yöneldi. Sırtı yere yakın olan adam müşrikti. Rahat bir nefes almışlardı. Çok geçmeden Hz. Zübeyr, devesinden aşağıya indirdiği müşrike son darbeyi de indirdi ve adamı yere seriverdi. İşini bitirip de huzura gelirken Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), şefkat dolu gözlerle onu süzecek ve:
– Her nebinin bir havarîsi vardır; Benim havarîm de Zübeyr’dir, buyurdu. Ardından da ashâb-ı kirâm hazretlerine döndü. Bakışlarında, dikkat etmeleri gereken bir noktayı hatırlatma hassasiyeti gizliydi ve onlara şunu söyledi:
– Şâyet bu mübarezeye Zübeyr çıkmasaydı, adamın davetine icabet edip mübarezeye Ben çıkacaktım.
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz