Tâif’teki İltica ve Bir Tecelli

185

Nihayet, bu musibet mekândan uzaklaşmış ve bir ağacın altında dinlenmek için mola vermişlerdi. Önce, gözümün nuru dediği namaza durdu Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve burada iki rekat namaz kıldı. Belli ki, böyle durumlarda güç ve kuvvetin gerçek sahibine gönülden yönelmek gerekiyordu. Demek ki, beşeri arızalardan kurtulup Rahmânî bir boyaya bürünebilmek için, öncelikle duruşun iyi ayarlanması lazımdı. Belli ki bütün bunlar, öfkeyle kalkıp zararla oturmamak için ümmetine birer mesajdı. Çünkü O, her yönüyle takip edilecek bir modeldi ve bir beşer olarak öfkelenmesi gereken durumlarla da karşılaşacak ve böylesi durumlarda da ümmetine, nasıl davranılması gerektiğini bizzat gösterecekti.

Namazını tamamlayınca da, ellerini açtı açabildiği kadar ve dua dua yalvarmaya başladı… Hz. Zeyd, hayranlıkla seyre dalmıştı; karşısında adeta nurdan bir heykel duruyordu. Biraz daha dikkatlice kulak verdi; Efendiler Efendisi şunları söylüyordu:

– Allah’ım! Güç ve kuvvetimdeki zaafı, çözüm üretmedeki eksikliğimi ve insanların beni istihkar edip hor görmelerini Sana arz ediyorum.

Ey merhametlilerin en merhametlisi!

Zayıf ve güçsüzlerin Rabbi!

Benim de Rabbim!

Beni, kime bırakıyorsun?

Bana karşı kin kusan kötü ve gaddar düşmanlara mı, yoksa işimi kendisine teslim ettiğin yüzsüz ve acımasız yakınlara mı?

Şayet, Senin bana hâlâ kızıp gazap etmen söz konusu değilse, hiçbir şeye aldırmam; Senin afiyet vermen, benim için her şeyden daha önemlidir!

Senin, Bana gadabınla muamele etmemen ve dolayısıyla da bana celalinle tecelli etmemen için, dünya ve ahirete ait işleri yoluna koyan ve kendisiyle bütün karanlıkların aydınlığa kavuştuğu vech-i nûruna dehalet edip rahmetine iltica ediyorum.

Rızanı elde edip hoşnutluğunu kazanana kadar hep Senin kapındayım!

Senden başka ne bir dayanak ne de itimat edilip güvenilecek bir güç vardır!1

Efendiler Efendisi, daha duasını bitirmemişti ki, birden yanında Cibril-i Emîn ve dağlara müvekkel melek beliriverdi. Belli ki Mahzûn Nebi’nin yakarışları Arş-a A’la’yı titretmiş ve Allah, imdadına iki meleğini göndermişti. Şöyle diyordu:

– Yâ Muhammed! Şüphesiz Allah (celle celâluhû), kavminin Sana söylediklerinden ve yüz çevirip yapageldiklerinden haberdar oldu. Ve işte, Sana bunları reva görenlere istediğin her şeyi yapması için dağlara müvekkel meleği gönderdi!

Bu arada dağlara müvekkel melek de Efendimiz’e selam vermiş ve ardından da:

– Şayet istersen yâ Muhammed! Ben, şu iki dağı bunların üzerine geçirmek için geldim, diyordu.

Rahmet Peygamberi’nin farkı ortaya çıkacaktı. Her şeye rağmen edeceği tercih, kendisinden sonrakiler için de bir metod olarak tescil ediliyordu. Onun için Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ani bir refleksle hemen tepki verdi:

– Hayır, asla! Umuyorum ki ben, Allah (celle celâluhû), bunların da neslinden kendisine ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan kullar yaratacak!

Fıtrat böylesine kritik noktalarda kendini gösterirdi; işte Resûl-ü Kibriyâ Hazretlerinin tepkileri de, O’nun nasıl bir yapıda olduğunu ortaya koyuyordu. İşin burasında, talep ettiği takdirde dağları Tâiflilerin başına geçirmek üzere görevli gelen melek şunları söylemeye başladı:

– Gerçekten de Sen, Rabbi’nin Seni isimlendirdiği gibi ne kadar da Raûf ve Rahîm’sin!2


Dipnot:

  1. İbn Hişâm, Sîre, 2/268; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 6/68 (29528)
  2. Halebî, Sîre, 2/57, 58
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.