Tahvîl-i Kıble

336

Gerek ilk günden itibaren kılınan nafile namazlarda gerekse İsrâ ve Miraç sonrasında farz kılınan namazlarda hep Kudüs tarafına dönülüyordu.1 Elbette burası da, içinde Beyt-i Makdis’i barındıran ve Allah’ın mübarek kıldığı bir mekândı; ancak Allah Resûlü’nün gönlü Kâbe’deydi ve bugüne kadar hep bir beklenti içindeydi. Mübarek başlarını semaya kaldırıyor ve yüzünü Kâbe’ye çevireceği zamanı hasretle bekliyordu. Hatta bu beklenti, sadece O’na has bir şey de değildi. Hz. Ömer gibi feraset sahibi bazı sahabîler de aynı duyarlılığı gösteriyor ve namazlarında Kâbe’ye yönelmek istiyorlardı.

Zira kıble, ilk insan Hz. Âdem’den bu yana Kâbe istikametindeydi. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail de Kâbe’ye dönerek namazlarını kılmış, Hz. Musa’dan Hz. Salih’e kadar birçok peygamber oraya yönelerek namaza durmuşlardı. Öyleyse Kâbe, Son Nebi’nin de kıblesi olacaktı. Ancak takdir, belli bir müddet kıblenin, Kudüs cihetine doğru olmasını murad etmişti ve artık bu süreç yaşanıyordu. Belki de bu, Medine’deki en etkin nüfusla çok önemli bir ortak paydada buluşma zemini oluşturuyordu. Ancak, ne var ki Medine Yahudileri, bunu bile dillerine dolamış, kendi kıblelerine dönülüyor olmayı bile bir üstünlük vesilesi olarak görmeye başlamışlardı. Bu da yetmiyormuş gibi bir de işi ilerletmiş ve konuyu hakaret boyutuna kadar taşımışlardı.

Nitekim, Cibril’le buluştuğu bir gün Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Yâ Cibril, diyordu. Rabbimin, yüzümü İsrâiloğullarının kıblesinden Kâbe’ye çevirmesini arzu ediyorum!

– Şüphe yok ki Ben de bir kulum; Sen bunu Rabbinden iste, diyordu Cibril de. Allah (celle celâluhû), elbetteki Habîb-i Ekremi’nin talebine cevap verecek ve arzu ettiği kıbleyi kendisine müyesser kılacaktı.

Yine bir pazartesi günüydü. Hicretin üzerinden on altı ay geçmişti ki Cibril-i Emîn, namazlarda Beyt-i Makdis yerine Kâbe’ye dönülmesi gerektiğini bildiren âyetler getirdi:

“Yüzünün, sürekli semayı süzdüğünü görüp duruyoruz; öyleyse Seni, razı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Bundan böyle Sen, yüzünü Mescid-i Haram cihetine çevir. Sizler de yüzünüzü o tarafa çevirin!”2

Bundan böyle kalıcı kıble tayin edilmişti. Artık namazlar da, hep Kâbe’ye dönülerek kılınacaktı.3 Ancak, fitnenin arkası kesilmiyordu sefer de bazı Yahudiler ileri atılmış ve bu değişikliği dillerine dolamışlardı. Allah’tan, sema ile irtibat sürekli idi ve yine Cibril-i Emîn yetişti imdada: “Bu Müslümanları, daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep de nedir?” diyerek ortalığı bulandırmak isteyen akılsızlara cevap olacak şu âyetleri getiriyordu:

“De ki; doğu da batı da Allah’ındır. O, dilediği kimseyi doğru yola yöneltir. Ve işte böylece Biz sizi, başkalarına da örnek olacak orta bir ümmet yaptık ki insanlar nezdinde Hakkın şahitleri olasınız! Ve Resûl de sizin hakkınızda şahit olsun! Senin arzulayıp da şu anda yöneldiğin Kâbe’yi kıble yapmamızın sebebi, sırf Peygamberin izinden gidenlerle ondan ayrılıp gerisin geriye dönecekleri meydana çıkarmaktır. Gerçi bu, oldukça ağır bir iştir; ancak, Allah’ın doğru yola erdirdiği kimseler için mesele teşkil etmez. Allah, imanınızı zayi edecek değildir. Çünkü Allah, insanlara karşı pek şefkatlidir, çok merhametlidir.”4

Bu hadise, Medine’de bulunan her kesim için önem arz etmeye başlamış ve herkes, kendi baktığı yerden konuyu yorumlamaya çalışıyordu. Yahudiler, Efendimiz’in kendisinden önceki peygamberlerin kıblesine muhalefet ettiğini ifade ederek, “Gerçekten peygamber olsaydı kendisinden önceki nebilerin kıblesinden ayrılmazdı.” diye rahatsızlıklarını dile getirirken müşrikler, “O’nun geri adım atıp da değiştirdiği kararlar isabetli; baksanıza, kıblesini değiştirip bizim kıblemize yöneldiği gibi mutlaka dinini de değiştirip bizim safımıza gelecek!’ diyorlardı. Bu arada, yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlayan yeni bir grup olan münafıklar da, ‘Muhammed de nereye döneceğini bilmiyor!” Önceki hak idiyse niye ondan vazgeçti veya ikincisi doğru ise bugüne kadar batılın peşindeydi demektir!’ diye dil uzatmaya başlamışlardı.

Bütün bunlara rağmen gelen âyetler, kıblenin değiştirilmesi gibi önemli bir olayın, mutlaka Allah katından gelen bir emirle cereyan ettiğini bildikleri hâlde konuyu çarpıtmak isteyenlerin olabileceğine de dikkat çekiyor ve şunları söylüyordu:

“Kendilerine kitap verilmiş olanlara her türlü delili de getirsen onlar, Senin kıblene yönelmezler; Sen de onların kıblesine yönelecek değilsin! Zaten, onların bazısı da diğer bazısının kıblesine dönmezler! Faraza, Sana gelen bunca ilimden sonra onların keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, o takdirde Sen de zalimlerden olursun!”5

Zaten Allah (celle celâluhû), daha işin başında bütün bunların olacağını haber vermiş ve sefihlerin böyle davranacaklarından bahsetmişti. Öyleyse, bu türlü insanların tavırlarına aldırış etmeden yola devam edilmeli ve söylentilere aldırış edilmeden mesafe alma yolu tercih edilmeliydi.

Mü’minler açısından yaşanan problem daha farklıydı; onlar, kıble değişmeden önce vefat edip de Kâbe cihetine dönerek namaz kılma imkânı bulamayan arkadaşlarının durumunu merak ediyorlardı. İşin içinden çıkamayınca meseleyi Efendimiz’e taşıdılar. O da, konuyla ilgili âyetlere yöneltti dikkatlerini. Evet, bu âyetlerde Allah (celle celâluhû), önceden  bu sorunun cevabını açıkça veriyor ve kimsenin imanını zayi etmeyeceğini anlatıyordu.


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz

Dipnot:

  1. Efendimiz’in, hicretten önce Mekke’de kıldığı namazlarında Kudüs’e dönerken Kâbe’yi de karşısına aldığı, Medine’ye hicretten sonra fiziki şartlar buna müsaade etmediği için arayışının arttığı şeklinde de bir yorum bulunmaktadır. Bkz. İbn Kesîr, Tefsir, 3/158-160; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 3/370
  2. Bakara, 2/144
  3. Bu âyet geldiğinde Efendimiz’in ashâbıyla birlikte öğle namazı kıldığı ve üçüncü rekâttan sonra yönünü Kâbe istikametine çevirerek namazını tamamladığı; Benî Seleme yurduna gelip burada Bişr İbn Berâ’nın annesi Ümmü Bişr’i ziyareti sonrasında öğle namazını kılarken bu âyetin indiği (ki burada, iki kıbleli mescid manasında ‘Mescid-i Kıbleteyn’ adında bir mescid bulunmaktadır); hadisenin gerçekleştiği namazın ikindi namazı olduğu veya Efendimiz’le birlikte ikindi veya sabah namazını Kâbe’ye karşı kılıp da kendi mahallelerine dönen insanların haber vermesiyle birlikte sahabenin, namaz esnasında Kâbe’ye doğru yöneldikleri şeklinde değişik rivâyetler vardır. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, 1/241, 242
  4. Bakara, 2/142, 143
  5. Bakara, 2/144, 145
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.