Suikast için gönderilen genç ve şefkatle gelen değişim
Hâlâ Bedir’in intikamını alamadığını ve Uhud gibi bir fırsatı değerlendiremediğini düşünen Mekke, inadından vazgeçmiş değildi; kin ve nefretle oturuyor, intikam yeminleri edip şiddetle kalkıyorlardı! Bir aralık Ebû Süfyân, etrafına topladığı bir grup delikanlıya şunları söyleyecekti:
– Aranızda Muhammed’in işini bitirecek bir yiğit yok mu? Baksanıza, biz bu kadar acı içinde kıvranırken O, çarşı-pazarda rahat dolaşabiliyor!
Topluluk içinden buna cesaret edecek birisi çıkmamıştı; zira bu, öncelikle ölümü göze almak demekti ve Medine’ye kadar tek başına gelip Muhammed’i öldürmek öyle her babayiğidin yapacağı bir iş değildi. Ebû Süfyân, yine eli boş evinin yolunu tutmuştu.
Bir müddet sonra Ebû Süfyân’ın kapısı çalmaya başladı. Açtığında, karşısında bedevî bir delikanlı duruyor ve:
– Şâyet bana söz verir ve taleplerim konusunda cömert davranırsan, ben gider ve O’nu öldürürüm! Çünkü ben, bu işleri iyi bilirim; bak, işte kuş tüyünden hafif hançerim bu işi yapmak için hazır bekliyor, diyordu.
Ümitleri tam kesildiği noktada yeniden yeşermişti Ebû Süfyân’ın. Gözlerinin içi parlıyordu. Bu iş, ancak böylesine fedâilerle gerçekleştirilebilirdi ve kapıdan içeri aldığı adama önce:
– Sen, tam aradığımız adamsın, dedi Ebû Süfyân. Keyfine diyecek yoktu. Delikanlıya yağız bir deve ve onu memnun edecek kadar mal mülk verdi. Artık anlaşmışlardı. Ardından da:
– Sakın bunu kimseye söyleme ve sadece seninle benim aramda kalsın! Çünkü ben, bunu birilerinin duymasından ve hemen gidip Muhammed’e yetiştirmesinden endişe ediyorum, diye tembih etti.
– Bunu kimse bilmeyecek, diye teminat verdi delikanlı da.
Derken, gecenin karanlığında devesine binen genç, altı günlük bir yolculuğun sonunda Medine’ye gelmişti. Dikkat çekmemeye çalışıyor ve karşılaştığı insanlara Efendimiz’i soruyordu. Mescid-i Nebevî’ye kadar gelmişti. O sırada Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) orada bulunmuyordu; Abdieşheloğullarının diyarına gitmişti. Delikanlı da doğruca buraya geldi. Devesini bir yere bağlayarak ashâb arasında oturup onlarla konuşan Allah Resûlü’nün yanına kadar yaklaştı.
Delikanlının gelişini görünce Efendiler Efendisi, yanındakilere dönmüş ve:
– Şu delikanlı var ya, niyeti hiç iyi değil; bir kötülük düşünüyor! Ama endişe etmeyin; Allah’a yemin olsun ki Allah (celle celâluhû), onunla planladığı şeylerin arasına girecek ve onun maksadını gerçekleştirmesine müsaade etmeyecektir, buyurmuştu.
Derken bu sırada genç de yanlarına gelmiş:
– Hanginiz Abdulmuttalib’in oğlu, diye soruyordu. Efendiler Efendisi ses verdi:
– Abdulmuttalib’in oğlu benim!
Bunun üzerine bedevî genç, sanki O’na gizli bir şey söyleyecekmiş gibi yanına yaklaşmak istedi. Onun bu niyetini sezen ve az önce Efendimiz’den duyduğu cümleleri de düşünen Üseyd İbn Hudayr:
– Resûlullah’ın yanından uzak dur, diyor ve elbisesinden tutmuş çekiyordu. O kadar çekmişti ki, adamın belinde sakladığı hançeri ortaya çıkıvermişti. Bunun üzerine Hz. Üseyd:
– Yâ Resûlallah! İşte niyeti kötü olan adam bu, diye seslenmeye başladı.
Delikanlının kolu kanadı kırılıvermişti! Canından korkuyordu! Üseyd İbn Hudayr, delikanlının yakasından tutmuş, herhangi bir zararı dokunmasın diye iyice çekiyordu. İyice sıkıştığını gören genç, bir taraftan:
– Kanım.. kanım yâ Muhammed, diye seslenip canını kurtarmak için Efendimiz’in şefkatine sığınırken diğer yandan da içinde bulunduğu zor durumdan kurtulabilmek için emân diliyordu. Efendiler Efendisi, delikanlıya döndü ve şunları söyledi:
– Doğruyu söyle! Sen kimsin ve buraya niçin geldin; şâyet doğruyu söylersen bu sana fayda verir. Zaten yalan beyanda bulunsan da Ben, senin gizlediklerine muttali olurum!
– Ben emniyette miyim? Güvenebilir miyim, diyordu. Resûl-ü Kibriyâ Hazretleri:
– Evet, güvendesin, diye teminat verdi. Bunun üzerine genç, Mekke’den itibaren yaşadıklarını anlatmaya başladı teker teker; Ebû Süfyân’ın gençlerden yardım dilemesini, Medine’ye ve Medinelilere duyduğu öfke ve kini, Resûlullah’tan intikam almak için nelere tevessül ettiklerini ve evine gittiği zaman kendisine vadettiği dünya nimetlerini anlattı bir bir…
Adam çözülmüştü ama ashâb-ı kirâm açısından mesele hâlâ tehlike arz etmeye devam ediyordu. Hâlâ emin olamıyorlardı; Üseyd İbn Hudayr, genci yakın takibe almış ve o akşam da evine götürüp hapsetmişti.
Ertesi gün, Allah Resûlü, genci yeniden yanına çağırdı ve:
– Ben sana emân vermiştim; şimdi istediğin yere gidebilir yahut senin için bundan daha hayırlı olan başka bir işi tercih edebilirsin, dedi. Belli ki, kendisine tuzak kuran bu genci de yanına almak istiyordu. Bakışlarındaki sıcaklık, ses tonundaki kucaklama zaten genci eritmişti ve hemen sordu:
– Daha hayırlı olan şey de ne?
– Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Benim de O’nun Resûlü olduğuma şehadet etmen, buyurdu Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem). Bu kadar sıcak ve içten bir davete icabet etmemek olur muydu hiç! İliklerine kadar huzur yudumlayan genç önce:
– Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve Sen de Allah’ın Resûlü’sün, dedi. Ardından da şunları söyledi Allah Resûlü’ne:
– Vallahi de yâ Muhammed! Sen ne kadar da şefkat dolu bir insansın! Seni görür görmez âdeta aklım başımdan gidiverdi ve elim-kolum bağlanıp ne yapacağımı şaşırıverdim! Sonra Sen, benim esas maksadımı ne çabuk da anlayıverdin; hâlbuki onu hiç kimse bilmiyordu ve zaten bilse de bunun haberini Sana getirecek kimse olmamıştı! İşte o zaman ben anladım ki Sen, olumsuzluklar karşısında muhafaza altındasın. Doğruyu temsil eden de Sensin; Ebû Süfyân’ın peşinden gidenler ise, şeytanın askerleri!
Efendiler Efendisine tebessüm ettiren cümlelerdi bunlar! Bir badire daha problemsiz atlatılmıştı… Yine öldürmek için gelen bir insan, Resûlullah’ın iklimine girince hayat bulmuş ve heybelerini huzurla doldurmuş öylece geri dönüyordu.
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.