“Savaş onları yiyip bitirdi.” (7 Zilkâde 6 Hicrî)
Mekke’den ayrılığın, Medine’ye hicretin altıncı yılında Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), umre niyetiyle yola çıkmıştı. Fakat Mekkelilerin nasıl bir tepki vereceğini ve ne tür bir hamle yapacağını önceden haber almak istiyordu. Böylece hem O’nun hem de yanında bulunan 1400 sahabenin pusuya düşmesinin önüne geçebilirdi. Bunun için görevlendirdiği ve henüz Müslümanlığı Mekkeliler tarafından bilinmeyen Hz. Büsr İbn-i Süfyan, Mekke’ye girmiş, gerekli bütün malumatları toplamış ve bunları Allah Resûlü’ne iletmek için yola koyulmuştu.
Allah Resûlü, yolculuğun yedinci gününde Usfan yakınlarındaki Gadîru’l-Eştat’a ulaşmıştıki Hz. Büsr (radiyallahü anh) burada kendisine kavuştu. Efendimiz, “Ey Büsr! Mekkelilerden ne haber var?” diye sorunca şunları söyledi:
“Yâ Resûlallah! Şu Kureyş, Senin geliş haberini almış ve sağmal develerle çoluk çocuklarını da yanlarına alarak zırhlarını giymiş vaziyette Zû Tuvâ’da karargâh kurmuş. Seni Mekke’ye sokmamak için Allah adına yeminler edip ahitleşiyorlar. Hâlid İbn Velîd de, iki yüz atlıyla birlikte Kürâü’l-Ganîm denilen yerde bekliyor!”
Hz. Büsr’ü büyük bir dikkatle dinleyen Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Mekkelilerin bu anlaşılmaz tavırlarını hayretle karşılayacak ve her defasında kılıca sarılıp şiddet ve kavgadan yana olan Kureyş’e için şunları ifade etti:
“Yazık! Kureyş helâk oldu. Savaş onları yiyip bitirdi. Ne olurdu benimle kabileler arasından çekilseydiler ve beni onlarla baş başa bıraksaydılar. Şayet onlar bana galip gelecek olursa böylece onların da istediği şey gerçekleşir. Yok eğer ben muvaffak olursam onlar da gelip akın akın İslam’a girerlerdi. Ne zannediyorlar. Vallahi, Allah’ın insanlara ulaştırmak için beni görderdiği din adına mücahedeye devam edeceğim. Allah bu yolda ya bu dini galip ve üstün kılar ya da boynumun yanı gider (şehit olurum)!”
Haberler, yeni bir krizin daha sinyalini veriyordu ve Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), önce yolun değiştirilmesini emir buyurdu; ardından da ashâbına dönerek, Allah’a hamd edip layık olduğu vechile O’nu tazim ettikten sonra şunları söylemeye başladı:
– Ey Müslümanlar topluluğu! Fikrinizi söyleyerek Bana yol gösterin; ne diyorsunuz? Kureyş, Ahâbîş kabilelerine yemekler yedirerek Beytullah’ı tavaftan bizi alıkoymak istiyor; ne yapalım? Doğruca Beytullah’a yönelip ilerlememizi ve bizi ondan alıkoymak isteyenlerle çarpışmamızı mı uygun görüyorsunuz? Yoksa şunlara yardım eden etraftaki kabilelere yönelip onların hakkından mı gelelim ki, bu durumda bizimle uğraşacak vakit bulamazlar ve Allah da, onları rezil ve rüsva eder, haklarından gelir.
– Doğrusunu, Allah ve Resûlü bilir, diyordu Hz. Ebû Bekir. “Ancak yâ Resûlallah! Bizler savaş niyetiyle gelmedik; kimseyle savaşmak gibi bir düşüncemiz de yok! Dolayısıyla biz, yolumuza devam edelim; bizi Beytullah’ı tavaftan engelleyenler olursa onlarla savaşırız.”
Üseyd İbn Hudayr da benzeri şeyler söylemişti; ashâbın genel olarak niyeti buydu ve hep birlikte Hz. Ebû Bekir’in söylediklerini tekrarlıyorlardı. Bu arada Mikdâd İbn Esved ileri atılmış ve:
– Allah’a yemin olsun ki bizler, yâ Resûlallah! Benî İsrâil’in Hz. Musa’ya söyledikleri gibi Sana, ‘Sen ve Rabbin git, bizler burada oturuyoruz’ demeyiz; bilakis bizler, ‘Sen ve Rabbin dilediğin gibi hükmünü verip yürü, bizler de Seninle birlikte savaşmaya hazırız’ deriz, diyordu.
Kıvam, yerindeydi ve Allah Resûlü de:
– Haydi, Allah’ın adıyla yürüyün, buyurdu. Yeniden hareket edilmişti. Nihâyet Usfân’la Decnân arasındaki Gamîm denilen vadiye kadar gelip burada konakladılar.