Risâlet Öncesinde Hicaz ve Dünyanın Genel Durumu
O gün yeryüzü, Bizans ve Fars olmak üzere iki kutuplu bir dünyadan ibaretti. Bunlardan Bizans, ağırlıklı olarak Hristiyan, Fars ise ateşperest bir inanışa sahipti. Zaman zaman bu iki ülke arasında savaşlar, ardı arkası kesilmeyen mücadeleler sürüp giderdi.
Bu iki devletin arkasından kendini hissettiren diğer iki devlet ise, Yunan ve Hind olarak biliniyordu.
Fars imparatorluğu, içten içe çalkantılarla mefluçtu. İmparatorluk içindeki gruplar arasında derin ayrılıklar yaşanıyor ve her bir grubun içinde de, ayrı bir ahlakî çöküntü kendini hissettiriyordu. Zerdüşt ve Mezdekiyye olarak şekillenen iç yapıda devlet idaresi, ağırlıklı olarak Zerdüştlerin etkisi altındaydı. Bu iki devletin idari mânâda, konumlarında farklılık göze çarpsa da ahlakî çöküntü açısından aralarında pek fark görünmüyordu; kadını hor ve hakir görüyorlar; hatta bazıları onu, hava, su veya güneş gibi herkesin istifade etmesi gereken ortak bir emtia olarak telakki ediyordu. Bilhassa Mezdekiyye inanışında hâkim olan bu yaklaşım, özel mülkiyet açısından da farklı değildi; onlara göre özel hayat ve mahremiyetin hiçbir önemi yoktu.1
O gün, Rûmân olarak adlandırılan Bizans’a gelince onlar,tamamen güç ve kuvvetin yönlendirmesiyle hareket ediyor ve önlerine gelen beldeyi, istedikleri zaman istila ederek beldeye el koyuyorlardı. Hâkim inanış Hristiyanlık olsa da, bu din mensupları arasında da belli başlı kavgalar görülüyor, bilhassa mezhep kavgalarının yaşandığı bünye, derin fikir ayrılıklarına sahne oluyordu.
Yunanlılarda ise, felsefenin etkisiyle, kaba kuvvet yerine daha ziyade fikrî tartışmalar kendini gösteriyor, toplumla bilginler arasında büyük bir uçurum yaşanıyordu. Genellikle meclisler, pratikte bir fayda sağlamayan uzun tartışmalara sahne olur ve her bir ekol, ateşîn çıkışlarla kendi görüşünü savunmaya çalışırdı.
Hind’e gelince, tarihçilerin de ittifak ettiği gibi, onlarda da külli bir çöküş yaşanıyordu; dini hayat adına bir emare kalmamış, ahlak sükût içinde ve sosyal hayat da bunalımların pençesinde can çekişiyordu.2
Kısaca genel durum, karanlığın en koyu tonunun yaşandığı bir dönemi gösteriyordu. Bazıları itibariyle eldeki imkânlar, her ne kadar görünüşte iyi ve güzel olsa da, onu değerlendirecek beyin ve kalpten mahrum olan fertler için bu, bir şey ifade etmiyordu. Hatta denilebilir ki bu değerler, onların daha çok kötülük yapmasını netice veriyor ve bir türlü iyilik düşüncesini geliştirmeyi akıl edemiyorlardı.
Hicaz bölgesi de bu çöküşten nasibini almıştı; tamamen gücün egemen olduğu bir sosyal yapı kendini gösteriyordu. İnsanlar, ellerindeki imkân ve arkalarındaki destekçilerine göre değerlendiriliyor; kimsesizlerin yüzüne bile bakılmıyordu. Hak ve hukuk, yerini tamamen kaba kuvvete bırakmış ve güçlü olanlar ne derse, uygulama o istikamette cereyan ediyordu.
Toplum, kendi içinde sınıflara ayrılmıştı ve bu sınıflar arasında ancak, bir hizmet ilişkisi söz konusu olabiliyordu. Kölelere yapılan muamele ise yürek yakan cinstendi.
Hz. Âdem’den bu yana her peygamberin uğrak yeri olan Kâbe, putlarla doldurulmuş; Allah’a en yakın olunması gereken bu beldede, insanı Allah’tan uzaklaştırmak için adeta her şey yapılmıştı. Hz. İbrahim’den bu yana,yerine getirilmeye çalışılan hac ibadetinin şekli değişmiş ve insanlar, çıplak bir şekilde ve ellerini çırpıp alkış tutarak Kâbe’yi tavaf eder hâle gelmişlerdi. Onlara göre, içinde günah işledikleri elbise ile Kâbe’ye gelinmezdi. Bunun için, günahsız elbise ise karaborsaya düşmüş; onu alamayan insanlar için, çözüm olarak çıplak tavaf bir alternatif olmuştu.3
Kadın, horlanan bir metâ haline gelmişti. Bunlardan birisi için kız çocuğunun olması, hayat boyu üzerinde taşıyacağı bir âr olarak telakki edilir, bu âr ile yaşamayı kaldıramayanlar, kız çocuklarının hayatına son vermeyi tercih ederlerdi.4 Hatta, öfke ve kinlerine hâkim olamayan bazı insanlar işi, kız çocuklarını toprağa gömecek kadar ileri götürür ve bununla da iftihar ederlerdi.
Evlilik müessesesi, büyük oranda tahrip edilmiş, sefahete kapılar sonuna kadar açılmıştı. Fuhşun açıktan irtikap edildiği yerlerde bayraklar asılır ve böylelikle, insanlar buralara açıktan davet edilirdi. Soylu insanlardan çocuk sahibi olmak önemli bir değerdi ve bunun için bazı insanlar, hanımlarını soylu kabul ettikleri kişilere gönderir ve onlardan çocuk sahibi olmak isterlerdi. Birçok erkekle birlikte olan kadınlar hamile kaldıklarında, çocuğun babasını sadece kendileri belirlerdi. Doğurdukları çocuğun kime ait olduğunu söylerlerse bu, bir esas olarak kabul edilir ve itirazsız kabullenilmek zorunda kalınırdı.5
Bilhassa, kadın çok istismar edildiği için insanlar, çözüm olarak kendi çocuklarını daha erken yaşlarda evlendirmeye gayret gösterirler ve böylelikle sorumluluğu, damatlara yükleyerek işin içinden çıkmaya çalışırlardı. Kısaca dünya, Efendiler Efendisi’ne susamış, Allah tarafından yeniden hidayete aç hale gelmişti. Ve, karanlığın iyice koyulaştığı bu demlerde, artık zaman yaklaşmıştı. Her yönüyle dünya, O’nun gelişine hazırlanıyor, gözler ufukta, şafak gözleniyordu.
10 ocak 1965 yılında doğdu. İlk ve ortaokul eğitiminden sonra Endüstri Meslek Lisesi’nde elektrik okudu. 1982 yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde başladığı yüksek eğitimini, yine aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde devam ettirerek Temel İslam Bilimleri İslam Hukuku bölümünde yüksek lisans yaptı. Sonraki yıllarda Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri’ne kaydoldu ve burada da “Kur’ân’a Göre Akıl” konulu teziyle Tefsir alanında doktorasını tamamladı.
Çalışma hayatına, İzmir Özel Yamanlar Lisesi’nde öğretmen ve idareci olarak başladı. Askerlik görevini yerine getirdikten sonraki yılları onu, medya sektörüne taşıdı ve ilk olarak Zaman Gazetesi’nde yayın danışmanı olarak işe başladı. Ardından gelen yıllar onu, sesli ve görüntülü medyaya taşıdı ve Burç FM ile Samanyolu TV’nin denetim, redakte, musahhih, editör, yapımcı gibi alanlarında faaliyet gösterdi.
Bu arada, Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığı görevini de yürüten Haylamaz, bundan sonraki 5 yılını Cihan Haber Ajansı’nda genel müdür olarak devam ettirdi.
2005 yılından itibaren bünyesinde 24 farklı yayınevi ile 11 dergiyi barındıran Kaynak Kültür Yayın Grubu’nda genel yayın yönetmeni olarak görev alan Reşit Haylamaz, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında birçok seminer, konferans, sempozyuma katıldı, çok farklı alanlarda tebliğler sundu. Konuk olarak katıldığı birçok program yanında Haylamaz, Burç FM, Samanyolu TV, Mehtap TV ve Irmak TV gibi sesli ve görsel medya alanlarında çok sayıda programa da imza attı.
Her ne kadar farklı alanlarda ihtisas sahibi olsa da o, çalışmalarının çoğunu İslam Tarihi’nde yoğunlaştırdı ve eserlerinin büyük çoğunluğunu siyer muhtevalı kaleme aldı. Güvenilir Gıdalar Vakfı ve Tarih Akademisi gibi organizasyonlarda aktif vazife alan Haylamaz, Peygamberyolu Derneği etrafında bir araya gelen gönüllüler kadrosuyla deruhte ettiği “Herkes O’nu Okuyor” ve “O’nunla Bir Ömür” gibi organizasyonlarla yediden yetmişe milyonlarca insana bu vesileyle kitap okuttu, başta Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) olmak üzere Asr-ı Saâdet’i daha yakından tanımalarına vesile oldu. Gün gün Efendimiz’in hayatının izini sürdüğü ve bilinmeyen günlerini de bilinir kılmaya matuf olarak başlattığı geniş kapsamlı siyer çalışması, hâlen devam etmektedir.
Genel manada tarihe ve özelde ise İslâm Tarihi’ne farklı bakış açıları ile bakabilen Haylamaz’ın, bazıları farklı dillere de çevrilen Türkiye’de Domuz Gerçeği, İslâm Hukukuna Göre Organ ve Doku Nakli, Saadet Asrı’na Doğan İlk Yıldızlar, Güller ve Dikenler, Dillerdeki Müjde, Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz 1 – 2, Muhtasar Efendimiz, Efendimiz’in Nurlu Hayatı, En Öndekiler, Fethin Mü’minleri, Mü’minlerin En Mümtaz Annesi Hazreti Âişe, İslâm’ın İki Kutsal Şehri: Mekke Medine, Şefkat Güneşi, Bizim Firavun, Umre Rehberi, Bir Vedalaşma Günlüğü: Efendimiz’in Haccı, Âişe Validemiz’in Evlilik Yaşı, Efendimiz’in Aile Hayatı ve Mazlumların Hâmisi Hazreti Hadîce gibi eserleri vardır ki bilhassa bu eserler arasından “Efendimiz” konulu olanlar çok satanlar listesinde yerini aldı ve Türkiye’de üç milyonun üzerinde okur buldu. Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz adlı eseri, 175 bölüm halinde radyo tiyatrosu olarak uyarlandı.
Evli ve üç çocuk babası olan Reşit Haylamaz, sivil toplum faaliyetleri ve yayıncılık hayatına, Mısır ve ABD merkezli olarak devam etmektedir.
Dipnot:
- Bkz. Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 2/86, 87; Bûtî,Fıkhu’s-Sîre, 44, 45
- Ebû’l-Hasenen-Nedvî, Mâzâ Hasira’l-Âlem Binhitâti’l-Müslimîn, 28
- “Ey Âdem’in evlatları! Her namaz vaktinde mescide giderken, süsünüz olan elbisenizi giyinin. Yiyin, için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez.” (A’raf, 7/31) Edep yerlerini örtmek (setr-i avret) her zaman olduğu gibi, özellikle namaz, tavaf gibi ibadetlerde farzdır. Fakat israf etmemek şartı ile, her Müslüman’ın ibadet esnasında en güzel ve temiz elbisesini giymesi sünnettir. Cemaat ile olsun, camide oturuşta olsun edep, vakar,ağırbaşlılık da bu zinet ve güzel sûret cümlesindendir. Nitekim önceki ayetlerde geçen “yüzleri kıbleye döndürme” emrinde de bu intizama işaret vardır.Aynı zamanda, ayetin işaretinden şu da anlaşılır ki cami ve civarları, bir İslâm şehrinin teşkilatında, güzellik bakımından, en güzel ve merkezî noktalarda yer almalıdır. Bununla beraber mescidlerin asıl süsü, oraların ibadetle mamûr edilip şenlendirilmesi ve ibadet eden müminlerin hal ve davranışlarıdır.
- İlgili bir ayette konu şu ifadelerle anlatılmaktadır: “Onlardan birine bir kızının dünyaya geldiği müjdelenince, öfkesinden ve üzüntüsünden, yüzü mosmor kesilir. Müjdelendiği bu kötü haberin etkisiyle utanıp eşinden dostundan saklanmaya çalışır. Şimdi ne yapsın! Hor,hakir, itilip kakılan bir bela olarak hayatta mı bıraksın, yoksa toprağa mı gömsün, ne yapsın, diye kara kara düşünür! Dikkat ediniz, ne fena hükümlerdi verdikleri bu hükümler!” (Nahl, 16/ 58-59)
- Buhâri, Sahîh, 5: 1970 (4834)