Ramazan ve Efendimiz’de Cömertliğin Çağlayana Dönüşmesi

740

Peygamberimiz, İnsanların En Cömertiydi

Nebiler Sultanı insanların en cömerdiydi. Her zaman çevre­sindeki insanların ihtiyaçlarını gözetir, adeta başkaları için yaşar­dı. O, çoğu gönüllere keremiyle girmişti. Kendisi’nden bir şey is­tenildiğinde, varsa verir, olmadığı takdirde de vaad ederdi. Bazen üzerine giydiği tek elbisesini bile isteyen olur, O da hiç çekinme­den hemen hediye ederdi. 

O’nun dilinde cömertlik, insanı Allah’a yaklaştıran güzel huylar­dan biriydi. Bu durumu ifade için: “Cömert; Allah’a, Cennet’e ve insanlara yakın, Cehennem’e uzaktır. Cimri ise; Allah’a, Cennet’e ve insanlara uzak, Cehennem’e yakındır.”1 buyurmuşlardı. 

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetini bu yüksek ahlâka ve insani ufka ulaş­ması için daima teşvik etmiştir. “Ey insanlar! Allah sizin için din olarak İslâm’ı seçti. Öyleyse siz de İslâm’la olan arkadaşlığınızı, cömertlik ve güzel ahlâkla bütünleştirin.” “Yarım hurmayla bile olsa kendini­zi ateşten koruyun!” ve “Ey Müslüman kadınlar! Bir koyun paçası da olsa hayır hesabına hiçbir iyiliği küçük görmeyin.” 

Nakledeceğimiz şu olay Peygamber Efendimiz’in, sadece ken­dileri sadaka vermekle kalmadığı, ashâbını da her fırsatta teşvik ettiği konusunda açık bir misaldir. Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) üstü başı perişan, ayakları çıp­lak, sadece kaplan postu gibi çizgili bedevi peştamalı -veya abala­rına- sarınmış, kılıçları boyunlarında asılı olarak hepsi de Mudarlı olan bir grup geldi. Onların bu fakir ve sefil hâlini gördüğü için Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselâm) yüzü değişti (hüzünlendi). Odasına girdi tekrar geri geldi. Hz. Bilâl’e ezan okumasını söyledi. O da ezan okudu, sonra kâmet getirdi. Namaz kılındı.” Resûlullah (sallal­lahu aleyhi ve sellem) namazdan sonra cemaate şöyle hitab etti: “Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini ya­ratıp o ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının. Adını anıp Kendisini vesile ederek birbirinizden dilekte bulun­duğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını kopar­maktan sakınınız. Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.”2 âyetini okudu. Bundan sonra Haşir Sûresi’ndeki şu âyeti okudu: “Ey iman edenler! Allah’ın azabına mâruz kalmaktan ko­runun. Herkes yarın âhireti için ne gönderdiğine dikkat etsin. Allah’ın azabına dûçar olmaktan korunun. Çünkü Allah yaptığı­nız her şeyden haberdardır.”3 Resûlullah sonra sözüne devamla: “Kişi dinarından, dirheminden, giyeceğinden, bir sa’ buğdayından, bir sa’ hurmasından tasaddukta bulunsun. Hiçbir şeyi olmayan, yarım hurma da olsa mutlaka bir bağışta bulunmaya gayret etsin!” buyurdu. 

Derken Ensâr’dan bir zât, nerdeyse taşıyamayacağı kadar ağır bir bohça ile geldi. Sonra halk sökün ediverdi (herkes bir şey getirmeye başladı). Öyle ki, az sonra biri yiyecek, diğeri giyecek maddesinden müteşekkil iki yığının meydana geldiğini gördüm. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) memnun kalmıştı, yüzünün yaldız­lanmış gibi parladığım gördüm. Şöyle buyurdular: “İslâm’da kim bir hayırlı yol açarsa, ona bu hayrın ecri ile kendi­sinden sonra o hayrı işleyenlerin ecrinin bir misli verilir. Bu, onların ecrinden hiçbir şey eksiltmez. Kim de İslâm’da kötü bir yol açarsa, ona bunun günahı ile kendinden sonra onu işleyenlerin günahı da verilir. Bu da onların günahından hiçbir şey eksiltmez.”4 

Bu hususta başka bir hadis de şudur: “Bir Müslüman bir Müslümana elbise giydirdiğinde, o elbise­den bir parça bile o kişinin üzerinde bulundukça giydiren mutla­ka Allah’ın hıfzı altındadır.”5

Peygamberimiz’in Ramazan’daki İnfakı

Nebiyy-i Muhterem bir infak abidesi olarak Allah’a, insanlara ve Cennet’e yakın duran bir insandı. Cimrilikten Allah’a sığınır, dalları dünyaya uzanmış cömertlik ağacının gölgesi altında yaşar ve o dallardan birine tutunup Cennet’e ulaşacağı güne kadar insanlara cömertliği öğretmenin yollarını kollardı. 

Sahabe efendilerimizin şahadetiyle O, hayır adına, esen rüzgârdan daha cömert ve beşerin o güne kadar görüp bildiği insanlardan daha civanmertti. Bir şeyler dağıtıp insanların yüzünü güldüremediği zamanlar mahzunlaşır, verebildiği zamanlar ise kendisini huzurlu ve bahtiyar addederdi. Tam bir inanmışlık hissi içinde ihsanda bulunur, Allah’ın üzerimizdeki sayısız nimetini hatırladıkça O’nun ahlâkıyla bezenme yolunda fedakârlık ve isâr ruhunun en olmaz örnekleriyle hayatını süslerdi. 

Evet, O tam bir infak tutkunuydu. Onunla tanışıncaya kadar insanlar cömertliğin ne olduğunu az çok bilir, ama bunu bir gurur ve övünç vesilesi olarak kullanırlardı. Allah Resûlü her konuda olduğu gibi, bu hususta da iyi eğitim verebilmiş ender bir insandı. O kadar ki, O’nun mektebinde talim ve terbiye görmüş bir sahabî adeta bir infak tiryakisi halini alıyor ve akşam olduğunda, yevmiye olarak kazandığı iki avuç hurmanın yarısını Allah Resûlü’nün önüne koyabilecek kadar bu işe inanıyordu. Yeri geldiğinde yarım hurmayla dahi olsa sadaka veriyor ve böylece kendilerini Cehennem’in azgın ateşinden korumaya çalışıyorlardı. 

Resûl-i Ekrem’in hayatında temsil, her zaman tebliğden önde giderdi. Bir şeyi emrettiğinde önce kendisi uygular, yasakladığında da başta kendisi uzak dururdu. İslam’ın ilk yıllarından itibaren sadaka vermeyi ve infakta bulunmayı teşvik eden Allah Resûlü, hanımı Hz. Hatice annemizin mal varlığını adeta bu uğurda tüketmişti. Birkaç yıl içinde o koca servet Hak yolunda harcanmış, gönülleri kazanma heyecanının verdiği mutluluk, maddi kayıpları onlara hiç hissettirmemişti. 

Efendimiz, mal biriktirmeyi ve yığmayı sevmez, yanında olanı en kısa zamanda muhtaçlara vermeyi adeta bir vazife bilirdi. Öyle ki bundan ötürü bazen uykusu kaçar rahatsızlığı yüzüne aksederdi. İnfak ettikçe üzerindeki kara bulutlar kalkar adeta üzerinde bir meltem esintisi hissedilirdi. 

İhtiyaç kadar dünya durağından istifade eden ve sonra da ebedi yolculuğuna devam eden bir garip yolcu gibi resmederdi kendini. Bundan dolayı hiçbir zaman eline geçeni bir köşeye koymazdı. O, verdikçe sevinen, tutmayı, biriktirmeyi hiç sevmeyen bir Peygamber’di. Talebelerinin de böyle olmasını arzu eder, cimrilikten Allah sığınır ve cimri insanların Cennet’ten uzak düşeceklerini haber verirdi. Veren ele Allah’ın yenisini vereceğini, sakınan elin sakladıklarının yokluğa mahkûm olacağını söylerdi. Ta baştan beri dünya ve dünyalıklara karşı arasına bir mesafe koymuş, hiçbir zaman onların aldatan cazibesine kendini kaptırmamıştı. Hususiyle cömertlik ve güzel ahlâkıyla temayüz etmiş olan Resûl-i Ekrem, temsil ettiği risalet davasını bu iki yüce haslet üzerinde bir abide gibi ikame etmişti. 

İşte her zaman cömert davranan Allah Resûlü, Ramazan’ın gel­mesiyle adeta coşardı. İbn Abbas’ın ifadesiyle, “Bilhassa Ramazan ayında, Cebrâil aleyhisselâmla buluştuğu zaman cömertliği daha da artardı… O günlerde Allah Resûlü insanla­ra rahmet getiren rüzgârlardan daha cömert olurdu.”6 Yani elinde-avucunda kalan en son şeyleri de dağıtıverirdi. 

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem); “Ramazan ayında verilen sa­daka daha faziletlidir.”7 buyurarak insanları özellikle bu ayda daha da infaka teş­vik etmişlerdir. Ramazan’da müminlerin zaten gönülleri açılır, o günlerde daha bir cömertleşirler; hayır ve hasenât hesabına bütün fırsatları değerlendirirler; zekât, sadaka ve fıtır sadakası adı altın­da sürekli ihsanlarda bulunurlar. Bütün bunlar, Ramazan’ın ayrı bir bereketidir. Bu fırsatları değerlendiren bir insan, Ramazan geçince hayıflanmaz. Çünkü o, Ramazan ayını iyi değerlendirmiş ve Cenâb-ı Hakk’ın mağfiretine mazhar olmuştur. O, burnunun yere sürtülmesine mâruz kalmayacak, kendisine “yazıklar olsun” denmeyecek bir insan kıvamını kazanır. İki sevinçten birini her akşam iftar sofrasında yaşamıştır, diğerini de Rabbine kavuştuğu an tadacaktır. 

Ramazan ve Fıtır Sadakası

Ramazan’a has infak ve ibadet çeşitlerinden birisi de “Fıtır sadakası”dır. Türkçemizde öteden beri “fitre” olarak adlandırılan bu sadaka çeşiti; Allah’ın insana yaşama, Ramazan ayını idrak etme, onun bereketinden istifade etme imkânını vermesine karşılık infak türünden bir şük­randır. Fıtır sadakasına “baş zekâtı” veya “beden zekâtı” da denmektedir. Bu isimlendir­meler onun şahsa bağlı, yani her şahıs başına konmuş bir malî yükümlü­lük olması özelliğine dayanmaktadır. 

Fıtır sadakası, Ramazan orucunun farz olduğu hicrî 2. yı­lın Ramazan ayının 28’inde emredilmiştir. Abdullah b. Ömer’in rivayetine göre: “Hz. Peygamber fıtır sadakasını 1 sâ’ (ölçek) hurma ve 1 sâ’ arpa olmak üzere köle, erkek, kadın, küçük ve büyüklere farz kılmış ve insanlar bayram namazına çıkma­dan önce verilmesini emretmiştir.”8 

Bu konuda Ebû Saîd el-Hudrî’den gelen bir rivayet de şöy­ledir: “Biz Hz. Peygamber devrinde fitreyi yiyecek maddelerin­den 1 sâ’ olarak verirdik. O zaman bizim yiyeceğimiz arpa, kuru üzüm, hurma ve keş (yağı alınmış peynir) idi.”9 

Dolayısıyla fıtır sadakası, nisab mikdarı bir mala sahib olan her hür müslüman için vacibdir, ister çocuk olsun, ister mecnun olsun. Bunların velileri, bunların mallarından bu sadakayı vermezlerse, kendileri baliğ olduktan veya iyileştikten sonra bu sadakayı ödemekle yükümlü bulunurlar. Bu mesele, İmam Azam ile İmam Ebû Yusuf’a göredir. Bir genelleme yaparak ifade edecek olursak kişi, nafakalarını te­min ile mükellef olduğu ailesinin her bir ferdi için fitre ver­mek zorundadır. Mecnun olan çocuğun fitresini de yine babası verir. Dede, baba menzilindedir. Dolayısıyla torunlarının fitrelerini vermek -şa­yet çocukların babası ölmüş ise- dedeleri üzerine vacibtir. 

Oruç tutan kişi, beşeriyeti icabı kendisine ve hele hele oruçlu bir insana yakışmayacak davranışlarda, konuşmalarda hattâ düşüncelerde bulunabilir. Bunlar oruç ibadeti adına bir eksikliktir. Bu eksikliklerin telafi edilmesi ibadetin kâmil ve mükemmel olması için şarttır. İşte bu açıdan fitre, oruc ibadetimize ait eksiklikleri tamamlayan bir ibadettir. Nitekim bazı âlimler, fitreyi, namazdaki sehiv secdesine benzetmişlerdir. Bilindiği gibi sehiv secdesi, namazda yanılma sonucu meydana gelen kusuru telafi eden bir ameldir. Tabii biz bunu bir hikmet olarak zikrediyoruz. Yoksa Ramazan’da bir özür sebebiyle oruç tutamayan kimseye de fitre sadakasını vermesi vacibdir. Hasta, yolcu ve oruç tutamayacak kadar takatsiz kalmış ihtiyar gibi…

Bayram namazından önce verilmeyen fitreler ileriki günlerde verilebilir. Fitre, zamanından önce de verilebilir. Bu konuda on beş gün, bir ay gibi sınırlama getirenler olmakla birlikte, İmam-ı A’zam’a göre bir yıl öncesinden bile verilebilir. 

Fitre, kendisine zekât verilebilecek her sınıf insana verilebilir. Yani fa­kirler, düşkünler, zekât memurları, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlar, köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolcular.10 Fitre verilecek şahıslar arasında da geliri giderini karşılamayan ama iyi ahlâk sahibi nezih kişiler veya İslâmî aşk, şevk ve heyecanla dolu muhtaç talebeler tercih edilmelidir. 

El-hasıl; fıtır sadakası az da olsa bir yardımlaşmadır. Hem orucun kabulüne hem de kabir azabından kurtuluşa bir vesiledir. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye ve bayram gününün sevincine katılmalarına bir yardımdır.

Dipnot:

  1. Tirmizî, Birr 40
  2. Nisâ Sûresi, 4/1
  3. Haşr Sûresi, 59/18
  4. Müslim, Zekât 69; Nesâî, Zekât 64
  5. Tirmizî, Kıyâmet 42
  6. Buhârî, Bedü’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Müslim, Fedâil 48
  7. Tirmizî, Zekât 28
  8. Buhârî, Zekât 76; Müslim, Zekât 12
  9. Buhârî, Zekât 74
  10. Bkz. Tevbe Sûresi, 9/60
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.