Rabb’inin Sanatını Gör ve O’nun Şanını Yücelt

483

Sanatı görüp sanatkârı görmemek ve onu takdir etmemek bir çeşit nankörlüktür. Onun içindir ki sanatla ilgili Kur’ân’da üzerinde durulan bir husus da Yüce Sanatkâr’ın sanat eserleri karşısında alınacak en isabetli tavırla ilgilidir: Yaratan ve her şeyi en güzel ve en sağlam şeklini veren, her şeyi takdirle/bir ölçü ve planla yapan ve yönlendiren, yüce Rabbinin adını an, onu tespih/takdis et.1

Allah, mikro ve makro alemde her şeyi yaratan ve yarattığı canlı-cansız her şeyin en son ve en mükemmel şeklini veren, sıfatlarını/özelliklerini, renklerini, tatlarını kokularını, güzelliklerini, çirkinliklerini yani iç-dış görüntülerini belirleyen ve her canlıya hayatını devam ettireceği gerekli kabiliyet ve donanımı bahşedendir. Yine her canlıya yaratıldığı gaye ve hikmetlere göre uzuvlar takdir eden, neslini devam ettirebileceği ve kendini koruyup müdafaa edebileceği üreme ve savunma mekanizmaları ihsan eden O’dur. Yaratıldığı vücuda ve donanımına göre her canlı için yaşayabileceği ortamı oluşturan, her şeyi bütün incelikleriyle planlayan ve güzellikten çirkinlikten, hidayet ve dalaletten herkese düşen payını takdir edendir.

Dolayısıyla A’la Sûresinde dile getirilen bu hakikatler daha ifade edilmeden önce Sûre “Rabbinin adını an!” diye tespih emriyle yani O’nun şanını yüceltme emriyle başlar. Demek ki onun ihtişamlı sanat eserleri karşısında adeta büyülenen insanoğlu aczini ve hiçliğini idrak edip tekbire ve tesbihe yönelmeli.. Rabbinin üzerine olan sonsuz nimetleri karşısında şükrünü artırmalı sanatı takdir ederken onu yaratan en büyük sanatkârdan gafil olunmamalıdır. Sanat, sanatkarın kendisi zannedilerek Yüce Sanatkâra karşı saygısızlık yapılmamalıdır. Sanat ve sanat eseri ya da ondaki güzellik değil asıl o sanatı ve eserleri ortaya koyan yüceltilmelidir. Sanat ya da güzellik ilahlaştırılmamalı onları yaradan ilmi, kudreti sonsuz ve bütün güzelliklerin kaynağı tek ilah Allah yüceltilmelidir.

Hz. Bediuzzaman’ın ifadesiyle tamamlayacak olursak:

“Her cemal ve kemal sahibi, kendi sahip olduğu güzellikleri ve kemalleri görmek ve göstermek istemesi sırrınca, sonsuz güzelliğin ve kemalin sahibi olan Allah da cemalini ve kemalini görmek ve göstermek istedi ve bu âlemi icat etti. Her bir mahluku da nakış nakış süsledi, cemalinin ve kemalinin her türlü tecellisini bu âlemde gösterdi ve seyretmek ve takdir etmek vazifesini ve şerefini de insanın omuzlarına yükledi. Dolayısıyla kâinatın yüzünde serilmiş olan, gayet güzel ve sanatlı, parlak ve süslü olan şu mevcudat ışık güneşi bildirdiği gibi; misilsiz manevi bir cemal sahibinin güzelliğini bildirir, emsalsiz gizli bir kemâlin letaifine işaret eder, o münezzeh hüsnün (güzelliğin) ve o mukaddes cemalin her isimde çok gizli hazinelerinin bulunduğunu gösterir ve ispat eder.”2

“Fâtır-ı Hakîm ve Kâdir-i Alîm kemâl-i intizamla, her şeyi en güzel bir şekilde yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere yönlendirmiş, güzel vazifelerle vazifelendirmiş. Bununla kalmamış onlara lisan-ı halleriyle en güzel tesbihâtı yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. İşte ey insan! Sen gerçekten insan isen, şu güzelliklere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti karıştırma; karıştırıp çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma.”3 Rabbinin adını şanına yaraşır ve yakışır bir şekilde haşyet ve samimiyetle an ve sanatlarının çehresinde O’nu takdir et ve yücelt. Büyüklüğünü duy ve aleme ilan et.

Kaldı ki O’nu tespihle yüceltme sadece insan değil zerreden şemse bütün varlığın bir vazifesidir. Zira her şey O’nu tesbih eder, lisan-ı haliyle anar ve yüceltir.4 Bunun en güzel örneklerini yine Hz. Bediuzzaman verir. Mesela bir misalde şöyle der:

“Güya çiçek açmış her bir ağaç, güzel yazılmış manzum bir kasidedir ki o kaside Fâtır-ı Zülcelal’in medhini lisan-ı hal ile şairane seslendirip söylüyor. Veyahut o çiçek açmış her bir ağaç, binler bakar ve baktırır gözlerini açmış, tâ Sâni’-i Zülcelal’in neşir ve teşhir olunan acayip sanatını bir iki gözle değil belki binler gözlerle baksın; tâ ehl-i dikkati öyle baktırsın.

Veyahut o çiçek açan her bir ağaç, umumî bayram olan baharın içindeki hususi bayramında ve resmî geçit misal bir anda yeşillenmiş azalarını en süslü malzemelerle süslemiş. Tâ ki onun Sultan-ı Zülcelal’i, ona ihsan ettiği hediyeleri ve latifeleri ve âsâr-ı nuraniyesini (nurlu eserlerini) müşahede etsin. Hem meşher-i sanat-ı ilahiye olan zeminin yüzünde ve bahar mevsiminde, rahmetinin süslemelerini halkın nazarlarına teşhir etsin. Ve ağacın yaratılış hikmetini beşere ilan etsin. İncecik dallarında ne kadar mühim hazineler bulunduğunu ve ihsanat-ı Rahmaniyenin meyvelerinde ne derece mühim defineler var olduğunu göstermekle kemâl-i kudret-i ilahiyeyi göstersin.5

Yeryüzünde ve semalardaki sonsuz kudrete ve ilahi sanatlara şahit olan insan farklı ayetlerde O’nu tenzihe ve takdise yönlendirilir: Her şeyin tasarrufu/işleyiş disiplini ve aslî düzeni elinde olan Allah’ı tenzih, tespih ve takdis ederiz. Siz de onun huzuruna götürülüp hesaba çekileceksiniz.”6 O’nun bu hakimiyeti ve muhkem sanatı bir başka ayette de şöyle dile getirilir: “Hiç kuşku yok ki gökleri ve yeri kurduğu sistem ile bir dengede tutan ve onları yıkılıp gitmekten/yok olmaktan koruyan Allah’tır. Şayet göklerin ve yerin kurulu düzeni bozulmuş olsa onu yeniden düzene koyabilecek olan da Allah’tan başkası değildir. Hiç şüphe yok ki O, kullarına karşı çok müsamahakâr/adil ve çok bağışlayıcıdır.”7

Dolayısıyla O’nun bu hakimiyetini, yeryüzüne yaydığı güzellikleri, onların muhkem ve sanatlı yaratılışını görüp O’nu takdir etmemek mümkün değildir. Hatta bu bir salih amel olarak insana hatırlatılır ve evrende yaratılan varlıklar ve ihtişamlı manzaralar üzerinde düşünmeye davet edilir: Ey insanlar! “Şu bakıp durduğunuz gökleri görebileceğiniz bir direk olmadan yükselten, mükemmel bir sistem hâlinde boşlukta ve dengede tutan Allah’tır. Bunu her an görüyor ve biliyorsunuz. Ayrıca, kâinatın mutlak hâkimi olarak hakimiyet tahtı olan Arş’ta bulunan ve her biri, belirli bir vakte kadar yörüngelerinde akıp gitmekte olan Güneş’i ve Ay’ı insanlığın faydası için, koyduğu kanunlara boyun eğdiren, yine O’dur.

Ve gerek tabiat kanunları gerekse inanç ve ahlâk kurallarıyla ilgili- bütün işleri yönetip yönlendiren de O’dur. İşte Allah, hiçbir şüpheye, kapalılığa meydan vermeyecek biçimde ayetlerini böyle açık ve net olarak ortaya koyuyor ki, bütün bunları yapan/yaratan Rabb’inizin, ölümünüzden sonra sizi yeniden diriltmeye kadir olduğunu bilesiniz de günün birinde hesap vermek üzere Rabb’inizin huzuruna çıkacağınıza yürekten inanasınız!”8

Yine O Allah ki: “Yeryüzünü hayata elverişli bir şekilde yeryüzünü yayıp döşeyen, oraya başı bulutlara değen sarsılmaz dağlar yerleştiren; yemyeşil vadilerde dereler, çaylar ve ırmaklar akıtan; orada, her renk ve her çeşit bitkiden erkek-dişi olarak birer çift yaratan ve geceyi -siyah bir tül gibi- gündüzün üzerine örten, O’dur. İşte bütün bu muhteşem yaratılış ve manzaralarda, hakikati anlamak amacıyla inceden inceye düşünen insanlar için Allah’ın Rab ve ilâh olarak varlığını ve birliğini gözler önüne seren nice deliller, ibretler ve dersler vardır.”9

“Yeryüzünde, birbirine komşu oldukları hâlde; bitki örtüsü, doğal güzellikleri ve maden kaynakları bakımından farklı özellikler taşıyan toprak parçaları; bu topraklarda yetişen üzüm bağları, ekin tarlaları, bir kökten birkaç gövde halinde sürgün veren çatallı ve tek gövdeden oluşan çatalsız hurma bahçeleri var ki, bunların hepsi aynı topraktan, aynı havadan ve aynı sudan beslendiği hâlde, bir kısmının meyvelerini diğerlerinden daha lezzetli, daha üstün kılıyoruz. Evet, işte bunlarda da aklını kullanan bir toplum için ilâhî hakimiyet ve sanatın hayranlık verici güzelliklerini ortaya koyan nice ibret verici mucizeler/deliller vardır.”10

Allah Resûlü’nden Bir Örnek

Allah Resûlü, Kur’ân’ın öğrettiği bu ayetlerden hareketle kâinatın mükemmel ve sanatlı/ihtişamlı yaratılışı ve evrenin içinde olup-biten fiziki olaylar üzerine derinlemesine düşünür hatta bunun sonucunda gözyaşlarına boğulurdu. Hz. Aişe validemiz O’nun bu tefekkür cehdini bize şöyle anlatır:

“Allah Resûlü bir gece bana ‘Müsaade edersen geceyi Rabbime ibadet ederek geçirmek istiyorum.’ dedi. Ben de “Vallahi, seninle beraber olmayı çok severim. Ancak seni sevindiren şeyi daha çok severim.” dedim. Bunun üzerine kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Biraz sonra ağlamaya başladı. O kadar ağlamaya devam etti ki mübarek sakalları hatta secde ettiği yer bile sırılsıklam oldu. O bu haldeyken Hz. Bilal sabah namazı için çağırmaya geldi. O’nun ağladığını görünce ‘Ey Allah’ın Resûlü! Allah, sizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarınızı affettiği halde niçin bu kadar ağlıyorsunuz?’ diye sordu. Bu soru üzerine Efendimiz, ‘Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı? Vallahi bu gece bana öyle ayetler nazil oldu ki onları okuyup üzerinde tefekkür etmeyenlere yazık olur.’ buyurdu. Ardından da şu ayetleri okudu: “Muhakkak göklerin ve yerin -muhteşem, mükemmel ve sanatlı- yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip sürelerinin uzayıp kısalmasında -gece ve gündüzün içinde olup biten kevnî olaylarda- düşünen insanlar için elbette birçok dersler vardır.”11

Görüldüğü üzere Allah Resûlü, namazın içinde okuduğu ayetin manalarını düşünür; arz ve semanın muhteşem ve sanatlı yaratılışı üzerine tefekkür eder ve etkilenir; duygularını gözyaşlarına dönüştürür. Kendisine bunun sebebi sorulunca da muhatabının dikkatini mikro ve makro alemdeki muhteşem yaratılış üzerine yönlendirir. Onu yaratılış kanunları ve incelikleri üzerinde, gece ve gündüzünüzün oluşumu ve içinde olup-biten bütün kevnî olaylar üzerinde düşünmeye davet eder. Düşünmeyi ibadetin içine taşıyarak bu eylemin ibadetin bir parçası olduğunu da ortaya koyar. Kur’ân’ın kâinat kitabıyla birlikte/paralel okunmasını ders verir.

Bir başka ayette Allah’ın varlığını, birliğini ve mükemmel sanatını gösteren kâinat kitabındaki ayetleri görüp okumayanları; onlar üzerinde tefekkür etmeyenleri şiddetli bir şekilde tenkit eder: “Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki -gafiller onların yanından hiç düşünmeden, yüz çevirerek geçip gitmektedirler.”12

Bu anlamda Kur’ân, müminlerin dikkatini göklerin ve yerin yaratılışının yanında başka ayetlere de çevirmelerini ders verir. Mesela, insanlara fayda sağlayan gemilerin süzülüşü, kendisiyle ölü arazilerin canlandığı yağmur, hayat verip yeryüzüne yaydığı milyonlarca canlı türü, rüzgarların yönlerini değiştirip durması, gökle yer arasında bulutların emre hazır bir asker gibi beklemesi,13, hayat vermesi ve öldürmesi14 vs. bunun bazı örnekleridir.

Kur’ân, saydığı bu ilahî icraatlarla insan için sıradanlaşmış olaylara, değişen canlı/hareketli sanat tablolarına dikkat çeker ve bu hadiseler/kanunlar ve sanat eserleri arkasında Yüce Sanatkâr’ın sonsuz kudret ve üstün sanatının görülmesini emreder. Bunun için insan kendisine verilen donanımdan habersiz yaşamaması adına da özellikle uyarılır: “Ey insanlar! Rabbinizden gelene kulak verin! Çünkü sizi işitme, görme ve düşünüp hissetme yetenekleriyle donatan O’dur. Fakat yine de sizler, ne kadar az düşünüyor/ne kadar da az şükrediyorsunuz.”15

Bir başka ayette ise bu donanımlarını kullanmayan kimselerin insanlık onur ve değerini kaybedeceklerine dikkat çekilir: “Onların akılları ve kalpleri var. Onları, hakkı, hakikati, hayrı ve gerçek güzelliği anlamakta kullanmıyorlar. Onların gözleri var. Allah’ın birliğini, kudretini, muhteşem nizamını ve mükemmel sanatını görüp takdir etmekte kullanmıyorlar. Onların kulakları var. Onları Allah’ın kitabını, peygamberinin tebliğini, öğütlerini duymakta ve duyurmakta kullanmıyorlar. İşte onlar, duyu organlarında insanlara mahsus özellik ve anlayış bulunmayan hayvanlar gibidir. Belki hayvanlardan daha şaşkın, daha başıbozukturlar. Zira onlar, büsbütün gaflet içindedirler.”16

Elhasıl, kâinatta Samanyolu galaksisinde ve Güneş sisteminde bütün gezegenlerin birbirine uzaklık ve yakınlıklarındaki takdir, dönüş süratleri ve yörünge ayarları ve çevrelerini kuşatan gazların miktarı ve oranlarındaki hassas ölçü ve dengeler,17 evrenin her an genişlemeye devam etmesinin yanında18 korunan nizam ve ahenk, sanat ve ihtişam, ilmiyle her şeyi ihata eden, hikmeti ve kudreti sonsuz bir Zat-ı ecelli A’la’nın varlığını ve idaresini açıkça gösterir. Kur’ân’ın bu konudaki ayetleri incelendiğinde, Allah’ın varlığını ispatlama, O’nun sonsuz ilim, hikmet, kudret ve mutlak iradesini ortaya koymak için kâinatın yaratılışındaki mükemmellik/sanatlılık ile işleyişindeki düzenin sıkça dile getirildiği görülür. Bu minvalde insanın yaratılması, diğer canlıların var edilmesi, yağmurun yağdırılması, bitkilerin yeşermesi, bahçelerin inşa edilmesi vs. gibi konulara girilir. Hem yaratılış hem de tabiat olaylarının ele alındığı bu ayetler, Kur’ân’ın estetiğe yaklaşımının çerçevesini de çizer.

Zira bu ayetlerde özellikle üzerinde durulan noktalar, güzel, sağlam/mükemmel ve renkli yaratılış, ölçü, oran, nizam/düzen, uyum/ahenk ve fayda gibi hususlar tamamen estetik değerlerdir. Bu ifadelerle tefekkürün yanında müminlere kazandırılmak istenen ikinci kazanım, estetik bir bakış açısı ve sanat tasavvurudur. Onun için inanan insanın enfûsî ve âfâkî dairede tefekkürünü yaptıktan sonra ağzından dökülecek söz şudur: “Rabbimiz! Sen bunu rastgele ve boşuna yaratmadın.”19 Mümin, her şeyin sanatlı ve bir gayeye matuf yaratıldığını; varlığın arkasındaki asıl hikmetleri görüp anlayınca hayretini tespihe dönüştürür ve Allah ile irtibatını güçlendirir.

Estetik anlayış ve bakışın asıl vesilesi kâinat kitabının ayetlerini doğru okuyup anlamak ve isabetli yorumlamaktır. Her varlık üstünde, Yüce Sanatkâr’a ait güzel isim ve sıfatlarının tecelliyâtını seyretmek ve o sanatlı/güzel manzaraları kalp peteğinde imana/marifetullaha çevirip muhabbetullahı kazanmak, O’nun rızasına ermektir.

Bu açıdan evrenin her tarafına serpiştirilmiş bütün sanat ve güzellikler, Yüce Yaratıcı’nın hem varlığını ispat hem de O’nu hakkıyla tanımaya ve takdire götüren estetik delillerdir. Nitekim Kur’ân’ın üzerinde özellikle durduğu hususlardan birisi de Allah’ı hakkıyla tanıyıp takdir etmektir: “Ama onlar, Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla bilip-takdir edemediler, O’na lâyık tazimi göstermediler. Halbuki bütün bir dünya kıyamet günü O’nun tasarrufundadır; gökler âlemi de O’nun kudret eliyle dürülmüştür. Böyle bir azamet ve hâkimiyet sahibi olan Allah, onların uydurdukları ortaklardan yücedir, münezzehtir.”20 Bilimsel ve estetik bakış açısı olmadan Rabbimizin istediği seviyede bir takdirin gerçekleşmesi de mümkün değildir. Bu anlamda estetik ve sanatsal bakış hedef değil fakat o ölçüde önemli ve değerlidir.

Yazar: Dr. Selim Koç

Dipnot:

  1. A’la, 87/1-4
  2. Bkz. Said Nursî, Mektûbât, 24. Mektup, 1. nci Makam, Sadeleştirilerek alınmıştır.
  3. Said Nursî, Sözler, s. 321
  4. Bkz. İsra, 17/44; Hadîd, 57/1; Haşr, 59/1, 24; Saf, 61/; Ra’d, 13/13; Nûr, 24/41; Cum’a, 62/1; Teğâbun, 64/1
  5. 32. Söz Birinci mevkıf
  6. Yasin, 36/83
  7. Fâtır, 35/41
  8. Ra’d, 13/2
  9. Ra’d, 13/3
  10. Ra’d, 13/4
  11. Âl-i İmrân, 3/190; İbn Hıbbân, Sahîh, (620); Âlûsî, Ruhu’l-Meânî, IV/157
  12. Yusuf, 12/105
  13. Bkz. Bakara, 2/164; Yunus, 10/22; İbrahim, 14/32; Nahl, 16/14; İsrâ, 17/66; Hac, 22/65; Lokman, 31/31; Rûm, 30/46; Câsiye, 45/12
  14. Müminûn, 23/80
  15. Müminûn, 23/78
  16. A’râf, 7/179
  17. Bkz. Rahman, 55/7
  18. Bkz. Zâriyât, 51/47
  19. Âl-i İmrân, 3/191
  20. Zümer, 39/67; Hac, 22/74
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.