Peygamber Efendimiz’e Yapılan Suikast Girişimleri

914

Efendimiz’e (aleyhissalâtu vesselâm), temsil ve tebliğ ettiği mesaja, düşmanca yaklaşan muhatapları, insanları O’ndan uzaklaştırmak, O’nu durdurmak için plan üstüne planlar yapmış, tuzak üstüne tuzaklar kurmuş, sözlü ve fiilî her türlü şiddete başvurmuşlardı. Peygamber Efendimize yapılan suikast girişimlerini Yüce Allah, akim bırakmış ve O’nu, şerirlerin kötülüklerinden muhafaza buyurmuş ve kötülük peşinde koşanlar istediklerine bir türlü nail olamamışlardı.

Onların maksatlarını çok iyi bilen Efendimiz, şiddet karşısındaki duruşuyla bütün yapılmak istenenleri akim bırakmıştı. Sürekli genişleyen hidayet halkası karşısında hüsrana uğrayan ve hazımsızlık üstüne hazımsızlık yaşayan can alıcı hasımları, zaman zaman Peygamber Efendimiz’in (sav) canına kastetmek istemiş ve bunu uygulamak için bazı  suikast girişimlerinde bulunmuşlardı. İşte onların bazıları:

1-Umeyr İbn-İ Vehb’in Peygamber Efendimize Suikast Girişimi

Bedir, yıllardır Efendimiz’e ve Müslümanlara kin, nefret ve zulümle oturup kalkan Mekkeliler için tam bir yıkım olmuştu. Zira hiçbir hak ve hukuk tanımaksızın yaptıkları zulüm ve işkenceden dolayı, inandıkları değerleri baskı altında kalmadan yaşayabilmek ve muhtaç sinelere ulaştırabilmek için yurtlarından yuvalarından ayrılmak zorunda kalan Müslümanlar, Efendimiz’in komutanlığında açık ve net bir zafer kazanmıştı. Ebû Cehil başta olmak üzere şirkin, şiddetin ve her türlü şirretin elebaşılığını yapanlar orada kalmış ve Mekke, müşrikler için âdeta bir matemhâne hâlini almıştı.

Onlar yaşananlardan düşünüp ders ve ibret almaktansa, putlarla pislettikleri mübarek Kâbe’nin etrafında küfürler savuruyor, dünyayı Müslümanlara dar etmenin, organlarını kesip yemenin yeminlerini ediyor, Rahmet Peygamberi’nden öç almanın ve O’nu öldürmenin planlarını yapıyorlardı.

Cahiliye devrinin “şeytan adamı” Umeyr İbn-i Vehb onlardandı. Bedir’den sonra yaşamada hayır görmeyen Safvan İbn-i Ümeyye ile Hicr’de oturup anlaşmıştı. Medine’ye gidecek, şüphe uyandırmamak için Bedir esirleri arasındaki oğlu için geldiğini söyleyecek ve zehir sürdüğü kılıcıyla Allah Resûlü’nü öldürecekti. Buna karşılık da Safvan İbn-i Ümeyye, onun borçlarını üzerine alacak ve eğer ona bir şey olursa ailesine bakacaktı.

Umeyr, kılıcını biledi, zehirledi ve ikisi arasında sır kalacak suikast planını uygulamak için yola koyuldu. Medine’ye gelip devesini mescidin kapısına bağladığında Hazreti Ömer onu fark etti ve hemen hızla Efendimiz’in yanına geldi. Allah düşmanı Umeyr İbn-i Vehb’in kılıcını kuşanmış bir hâlde geldiğini haber verdi. Efendimiz “Onu benim yanıma getir!” buyurdu fakat Hazreti Ömer’in Umeyr’e hiç itimadı yoktu. Bundan dolayı onu Allah Resûlü’yle yalnız bırakmaya razı değildi.

Onun işaretiyle sahabe etten, kemikten kale gibi Allah Resûlü’nün etrafına dizildiler ve kendisini gözetlemeye başladılar. Umeyr mescide girince, Allah Resûlü, niçin geldiğini sordu. Umeyr, bir sürü yalan söyledi fakat hiçbirine de Allah Resûlü’nü inandıramadı. Sonunda İki Cihan Serveri şöyle buyurdu: “Mademki sen doğruyu söylemiyorsun, o hâlde ben söyleyeyim. Sen Safvan ile şurada şöyle şöyle konuştun ve beni öldürmek için geldin. Buna karşılık da Safvan senin borcunu ödeyip ailene bakacaktı.”

Umeyr, beyninden vurulmuşa dönmüştü. Zira bunu Safvan’dan başka hiç kimse bilmiyordu. Üstelik canına kastedeceğini bildiği hâlde Allah Resûlü onu meclisine, mescidine almış ve canını yakacak hiçbir şey yapmamış, yaptırmamıştı. Bunlar onun kalbindeki kin ve nefret buzlarını eritmeye yetmişti. Oracıkta şehadet getirip Müslüman oldu ve kendisine hidayet kapısını açan Allah’a hamd etti.

Efendimiz, sahabeye İslâm’ı, Kur’ân’ı ona iyice öğretmelerini ve esir oğlunu da serbest bırakmalarını emretti. Medine’ye Efendimiz’i öldürmeye gelen Hazreti Umeyr, Efendiler Efendisi’nden İslâm’ı i’lâ için izin alıp Mekke’ye döndü. Allah Resûlü’nün şefkati, “şeytan adamı” İslâm’ın evrensel değerlerinin bir temsilcisine dönüştürmüş ve bu dönüşüm neticesinde birçok insan onun vesilesiyle İslâm’la tanışmıştı.1

2-Dü’sûr2 İbn-i Hâris’in Peygamber Efendimize Suikast Girişimi

İslâm’ın akılları hayrette bırakan hakikatleri ve Allah Resûlü’nün herkesi kendisine hayran bırakan hâl, hareket ve ahlâkı karşısında batıl inançlarını muhafaza etmenin yolunu bulamayan müşrik Arap kabileleri sürekli kavgaya başvuruyor ve çözümü şiddette arıyorlardı. Bunun içinde sürekli fırsat kolluyor, Müslümanları tuzağa düşürmenin ve Medine’ye sinsice saldırmanın planlarını yapıyorlardı. Hicretin üçüncü yılında Benû Sa’lebe ve Muhârib kabilelerinin de bu niyetle hazırlık yaptıkları, ansızın Medine’yi kuşatmak ve Müslümanların mallarını yağmalamak istedikleri bilgisi Efendimiz’e ulaşmıştı.

Böylesi durumlarda Medine sakinlerinin güvenliklerini sürdürmek, huzur ve barışı devam ettirmek isteyen Efendimiz, çok hızlı, tedbirli ve temkinli hareket eder ve tehlikeyi büyümeden bertaraf ederdi. Bu sefer de öyle olmuş ve yanına aldığı dört yüz elli kişilik bir birlikle hemen onların toplanma yeri Gatafân’a, Zûemer’e hareket etmişti.

Efendimiz’in stratejisi hemen semeresini vermiş ve O’nun harekete geçtiğini haber alan kabileler tam toplanamadan kaçıp gitmişlerdi. Efendimiz Zûemer’deyken şiddetli bir yağmur yağmış ve Efendimiz’in elbiseleri ıslanmıştı. Yağmur bitince Allah Resûlü bir kenara çekilip ıslanan elbiselerini kurutmak için bir ağacın üzerine sermiş ve ardından da ağacın altında istirahate çekilmişti. Kaçtıkları dağ başından durumu fark eden müşrikler, Dü’sûr İbn-i Hâris’i ashâb-ı kiram gelene kadar Efendimiz’e suikast düzenlemek için gönderdiler.

Eline aldığı keskin kılıcıyla harekete geçen Dü’sûr İbn-i Hâris, sinsice Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) yaklaştı ve kılıcını kaldırıp önce “Benden korkuyor musun?” diye sordu. Efendimiz “Hayır!” dedi. Bunun üzerine o: “Peki bugün Seni benden kim kurtaracak?” diye sordu. Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) tam bir tevekkül içerisinde: “Allah!” buyurdu.

Adam tam kılıcını kaldırdığı anda Cibril-i Emîn temessül edip adamın göğsüne bir darbe indirdi. Yere yuvarlanan adam kılıcını elinden düşürdü. Neye uğradığını şaşırmıştı. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) düşen kılıcı aldı ve sordu: “Peki, seni Benim elimden kim kurtaracak?” Dü’sûr, korku ve çaresizlik içinde “Hiç kimse! Sen kılıç tutanların hayırlısı ol!” diyebildi. Hayatından endişe ediyordu. İşi oracıkta bitebilirdi. Çünkü o başarabilseydi, bunu Rahmet Peygamberi’ne yapacaktı fakat Dü’sûr’un bilmediği bir şey vardı. Karşısındaki insan, insanlığı ebedi helaketten ve felaketten kurtarmak için kendini feda edercesine çalışan, yaşatma sevdasıyla her türlü çile ve ızdıraba göğüs geren ve kılıcında bir damla kan bulunmayan Hazreti Muhammed’di (sallallahu aleyhi ve sellem).

Efendimiz, tir tir titreyen Dü’sûr’a baktı ve şefkat dolu bir sesle “Sen Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim de Resûlullah olduğuma şehadet ediyor musun?” diye sordu. Dü’sûr “Hayır!” dedi ve ardından ekledi “Bundan sonra ben, ne senin karşına çıkıp kılıç çekerim ne de Sana kılıç çeken bir topluluğun içinde yer alırım!”

O hem suikasta yeltenmiş ve hem de Müslüman olmayı reddedip şirk üzere hayatını devam ettireceğini söylemişti. Orada öldürülse direkt cehennemlikti. Ama bir gün gerçeği o da anlayıp diğerleri gibi Hazreti Muhammed’in gemisine binebilir ve O’nun halkasındaki yerini alabilirdi.

Efendimiz onu affetti ve serbest bıraktı. Dü’sûr âdeta yeniden doğmuş gibi sevinçliydi. Koşar adım kavminin yanına döndü ve kendisinden Rahmet Peygamberi’nin ölüm haberini gözleyen kavmine ilk sözü şu oldu: “Şu anda ben, insanların en hayırlısının yanından geliyorum!”3

3-Ebû Süfyân’ın Gönderdiği Bedevinin Hz. Muhammed’e (sav.) Suikast Girişimi

Uhud’da şehitlere yaptıkları insanlık dışı uygulamalara rağmen Mekkelilerin intikam ve kan dökme hırsı bir türlü dinmiyordu. Onlara göre Bedir’in öcü ancak Peygamber Efendimiz’in canına kastetmekle alınabilirdi. O yaşadığı müddetçe rahat nefes almak onlara yasaktı. Mutlaka bir şeyler yapılmalıydı. Bunun için Ebû Süfyân, bir grup delikanlıyı etrafına topladı ve şunları söyledi: “Aranızda Muhammed’in işini bitirecek bir yiğit yok mu? Baksanıza, biz bu kadar acı içinde kıvranırken O, çarşı-pazarda rahat dolaşabiliyor!”

Hepsi başını önüne eğdi. Zira istenilen büyük bir cinayetti ve işin ucunda canından olmak da vardı. Onun için kimse cesaret edip “Bunu ben yaparım!” diyemedi. Ebû Süfyân istediği kiralık katili bulamamış ve hayal kırıklığı içerisinde evinin yolunu tutmuştu. Fakat Ebû Süfyân, zengin bir insandı ve para, mal mülk karşılığında her kötülüğü işleyebilecek çok kimse vardı. Bir müddet sonra onlardan biri, Fedfed İbn-i Hunâfe el-Bekrî, Ebû Süfyân’ın kapısını çaldı ve: “Şayet bana söz verir ve taleplerim konusunda cömert davranırsan, gider ve O’nu öldürürüm! Çünkü ben, bu işleri iyi bilirim; bak, işte kuş tüyünden hafif hançerim bu işi yapmak için hazır bekliyor!” dedi.

Mutsuz ve umutsuz bir şekilde evinde oturan Ebû Süfyan’ın gözlerinin içi parlıyordu. Böyle bir işte istediklerinin lafı mı olurdu. Onu hemen içeri aldı ve: “Sen, tam aradığımız adamsın!” dedi. Ardından onunla yirmi deve karşılığında anlaştı. İstediğini fazlasıyla alan adamın artık alacağı tek bir şey kalmıştı: Efendiler Efendisi’nin canı. Tam kapıdan çıkıyordu ki Ebû Süfyân: “Sakın bunu kimseye söyleme ve sadece seninle benim aramda kalsın! Çünkü ben, bunu birilerinin duymasından ve hemen gidip Muhammed’e yetiştirmesinden endişe ediyorum!” diye tembihte bulundu. “Bunu kimse bilmeyecek!” diye teminat veren adam artık Medine yolundaydı.

Mekke-Medine arasında ki yollar, dağlar, dereler, tepeler ve yalçın kayalar sürekli iki şeye şahitlik eder olmuşlardı. Bir tarafta yaşatma sevdasıyla yaşayan Hazreti Muhammed ve ashâbı diğer tarafta ise onların canına kastetmeye çalışan Mekkeliler ve onları kışkırtmak için iki şehir arasında mekik dokuyan münafık ve Yahudiler.

Bu arada Medine’ye varan adam karşılaştıklarına Efendimiz’i sormuş ve dikkat çekmeden Mescid-i Nebevî’ye kadar gelmişti. Orada Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) Abdieşheloğullarının diyarına gittiğini haber alıp doğruca buraya gelmişti. Ardından da sinsice, ashâbıyla sohbet eden Allah Resûlü’nün yanına yaklaşmaya başlamıştı. Fakat Efendiler Efendisi onun gelişini fark etmiş ve yanındakilere dönüp “Şu delikanlı var ya, niyeti hiç iyi değil; bir kötülük düşünüyor! Ama endişe etmeyin; Allah’a yemin olsun ki Allah (celle celâluhû), onunla planladığı şeylerin arasına girecek ve onun maksadını gerçekleştirmesine müsaade etmeyecektir!” buyurdu.

Genç suikastçı yaklaşıp “Hanginiz Abdulmuttalib’in oğlu?” diye sordu. “Abdulmuttalib’in oğlu benim!” diye cevap verdi Efendimiz. Bunun üzerine Allah Resûlü’nün canına kastetmek için ilerlemeye başladı. Az önce Efendimiz’den duyduklarının neticesinde tetikte bekleyen Hazreti Üseyd İbn-i Hudayr, onu elbisesinden tutup çekti ve “Resûlullah’ın yanından uzak dur!” dedi. Elbise çekilince adamın suikastta kullanmak için sakladığı zehirli hançer ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Hazreti Üseyd, “Yâ Resûlallah! İşte niyeti kötü olan adam bu!” diye seslendi.

Müslümanlar rahat bir nefes almış, gencin ise kolu kanadı kırılıvermişti! Zira yakayı ele vermiş ve artık canından korkmaya başlamıştı. Hazreti Üseyd kendisini sıkıca tutmuştu. Hiçbir kaçış yolu gözükmüyordu. Başına geleceğini tahmin ettiği şeylerin çaresizliği içerisinde “Kanım, kanım yâ Muhammed!” diye sesleniyor ve canını kurtarmak için Efendimiz’in şefkatine sığınıp emân dileniyordu. Efendimiz kendisine döndü ve “Doğruyu söyle! Sen kimsin ve buraya niçin geldin; şayet doğruyu söylersen bu sana fayda verir. Zaten yalan beyanda bulunsan da Ben, senin gizlediklerine muttali olurum!” buyurdu. Adam bir çıkış yolu arıyordu ve sordu “Ben emniyette miyim? Güvenebilir miyim?”. Resûl-ü Kibriyâ Hazretleri “Evet, güvendesin!” diye teminat verince adam Mekke’de ki havayı, olayın o ana kadar yaşanan bütün süreçlerini, Ebû Süfyân’ın ruh hâlini ve kendisine verilen bütün malı mülkü teker teker anlattı. Adam çözülüp bütün planları anlatınca Hazreti Üseyd onu yakın takibe aldı ve götürüp evine hapsetti çünkü hâlâ tehlike arz ediyordu ve hakkındaki hüküm henüz verilmemişti.

Ertesi gün, Allah Resûlü, genci yeniden yanına çağırdı ve “Ben sana emân vermiştim; şimdi istediğin yere gidebilir yahut senin için bundan daha hayırlı olan başka bir işi tercih edebilirsin!” buyurdu. Belli ki Allah Resûlü, canına kastetmek için gelen bu genci affetmek ve kalbini kazanıp hidayetine vesile olmak istiyordu. Hilm ve silm Peygamberi’nin nazarlarındaki sıcaklık ve ses tonundaki kucaklama gencin dikkatinden kaçmamış ve bir anda kalbindeki bütün buzlar eriyivermişti.

Hemen sordu “Daha hayırlı olan şey de ne?”. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Benim de O’nun Resûlü olduğuma şehadet etmen!” buyurdu. Efendimiz’in affı, hilmi, silmi ve şefkati yine semeresini veriyor; canına kastetmek için gelen bir insan daha O’na teslim olup sahabî adını alıyordu: “Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Sen de Allah’ın Resûlü’sün!” Tepeden tırnağa huzurla dolan bu genç konuşmasına şöyle devam etti: “Vallahi de yâ Muhammed! Sen ne kadar da şefkat dolu bir insansın! Seni görür görmez âdeta aklım başımdan gidiverdi ve elim-kolum bağlanıp ne yapacağımı şaşırıverdim! Sonra Sen, benim esas maksadımı ne çabuk da anlayıverdin; hâlbuki onu hiç kimse bilmiyordu ve zaten bilse de bunun haberini Sana getirecek kimse olmamıştı! İşte o zaman ben anladım ki Sen, olumsuzluklar karşısında muhafaza altındasın. Doğruyu temsil eden de Sensin; Ebû Süfyân’ın peşinden gidenler ise şeytanın askerleri!” Efendiler Efendisi ise hem onun dediklerinden ve hem de bir gönlün daha Allah’la irtibat kurmasından ötürü seviniyor ve bu sevinç çehresine tebessüm olarak yansıyordu.4

hz-muhammede-yapilan-suikast-girisimleri-magaranin-onundeki-insanlar

4-Zeyneb Bint-i Hâris’in Peygamber Efendimize Suikast Girişimi

Medine ve Müslümanlar üzerindeki şiddetin, baskının ve baskınların en aktif faillerinden birisi de Hayberlilerdi. Efendimiz, Hudeybiye sulhundan birkaç ay sonra Hayber’e hareket etmiş ve Allah’ın izniyle orayı da fethetmişti. Fakat yıllardır Medine aleyhine tuzaklar kuran, kurulan tuzaklara destek veren Hayberliler, yenilgiyi içlerine sindirememiş ve savaşla bileğini bükemedikleri Efendimiz’i, O Hayber’den ayrılmadan öldürmeye karar vermişlerdi. Bunu da çok masumane bir yolla yapacak ve O’nunla beraber ashâbtan çoğunu da ortadan kaldırmış olacaklardı.

Bunun için aralarında oturup konuşmuşlar ve düşündükleri planı uygulama işini Zeyneb Bint-i Hâris’e vermişlerdi. Onun kocası Sellâm İbn-i Mişkem, babası Hâris, kardeşi Merhab ve amcası Yesâr, Hayber’de öldürülmüştü ve o, intikam almak için can atıyordu. Yaptıkları plan gereği bir keçi kestirmiş ve onu zehirleyerek Allah Resûlü’ne göndermişti. Hatta O’nun, keçinin ön kolunu daha çok tercih ettiğini öğrendiği için bilhassa onun üzerinde yoğunlaşmış ve böylelikle Efendimiz’i, kısa yoldan öldürmeyi planlamıştı.

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), akşam namazını kılmış konak yerinde oturuyordu. Tepsinin içinde kızartılıp kebap yapılmış zehirli keçiyle gelen Zeyneb Bint-i Hâris, “Yâ Ebe’l-Kâsım!” diye seslenmiş ve elindeki tepsiyi göstererek “Sana bunu ikram ediyorum!” demişti. Efendimiz, insanların ikramlarını geri çevirmez ve onların davetine icabet etmek suretiyle gönüllerini hoş etmeye çalışırdı. Bunun için onun da ikramını kabul etmiş ve ashabını da sofraya davet etmişti. Ardından da kızarmış keçi sofraya, Efendimiz’in önüne konulmuştu.

Ona ilk uzanan, elbette Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) olacaktı ve öyle de oldu; kızarmış keçinin ön koluna uzanan Allah Resûlü, onu mübarek ağzına götürür götürmez ortada bir garipliğin döndüğünü hissetti. Hemen elini çekerek: “Sakın buna el sürmeyin; elinizdekileri de kaldırıp atın!” buyurdu. Ortalık birden buz kesilmişti. Herkes bu kadar ani değişikliğin sebebini merak ediyordu. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) buna da açıklık getirecekti: “Şüphesiz ki bu keçinin ön kolu bana, kendisinin zehirlendiğini söylüyor!” buyurdu.

Herkes anlamıştı ki bu, bir suikast girişimiydi ve ana hedef de Allah Resûlü’ydü (sallallahu aleyhi ve sellem). O’nun emriyle kendilerine bu ziyafeti çekmek isteyen Zeyneb Bint-i Hâris yakalanıp getirildi. Efendimiz, ona “Bu keçiyi sen mi zehirledin!” diye sordu. Kadın zehirin fark edildiğini duyunca korku ve endişe dolu bakışlarla “Bunu Sana kim haber verdi?” diye sordu. Resûlullah: “Şu elimdeki ön kolu!” diye cevap verdi. Bunun üzerine kadın suçunu itiraf etti ve “Evet! Ben yaptım!” dedi. Hayber’in fethinden sonra onlara hiçbir kınamada bulunmayan ve razı olacakları şartlar koyan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ona, niçin böyle bir işe giriştiğini sordu.

Olayı farklı bir yöne çekmek isteyen kadın: “Kavmimin başına gelenleri biliyorsun; onlara yapacağını yaptın! Kendi kendime dedim ki şayet O bir melik ise böylelikle O’ndan kurtulmuş oluruz ancak gerçekten bir Nebi ise zaten bundan haberi olur ve kurtulur!” diye cevap verdi.5

Efendimiz, şahsına karşı işlenilen suçtan dolayı intikam duygusu içine girmez, insanlara kaba ve sert davranıp onların kalblerini kırmak istemezdi. Canına kastedilmek istense bile muhataplarını affederdi.6 Her şeye rağmen Zeyneb Bint-i Hâris’i de affetmişti. Hatta sahabe: “Onu öldürelim mi?” diye sorduğunda “Hayır!” cevabını vermiş ve ardından da “Ona ne dokunulsun, ne de işkence yapılsın!” buyurmuştu.7

5-Fedâle İbn-i Umeyr’in Peygamber Efendimize Suikast Girişimi

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) önce Hudeybiye Anlaşmasına ihanet eden Mekke’yi ardından da gösterdiği şefkat ve merhametle Mekkelilerin gönüllerini fethetmişti. İnsanlar ön yargı ve şartlanmışlıklarını aşıp O’na koşuyorlardı. Yıllarca sürdürülen kin, nefret, kıskançlık kalblerden sökülüp atılmıştı fakat az da olsa hâlâ düşmanlıkta diretenler vardı. Onlar Mekke’de bir devrin kapanışına şahit oluyor, oturup kalkıp İslâm’a ve Müslümanlara zarar vermenin, kötülük yapmanın planlarını kuruyorlardı.

Fedâle İbn-i Umeyr de onlardandı. O, Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) gizlice saldırmayı ve Kâbe’yi tavaf ederken suikast düzenleyip O’nu öldürmeyi planlıyordu. Bunun için Müslüman gibi gözüküyor ve niyetini gizli tutuyordu. Planını uygulamak için harekete geçmiş ve adım adım Allah Resûlü’ne doğru ilerlemeye başlamıştı. Tam yaklaştığı sırada Allah Resûlü: “Sen Fedâle misin?” diye seslendi. Sanki ne yapmak istediğini anlamıştı. Mecburen Fedâle: “Evet!” diye cevap verdi. Allah Resûlü yeniden sordu: “Peki, şu anda içinden ne geçiriyor, neyin hesabını yapıyorsun?” Bir anda paniklemişti Fedâle. Öylesine: “Hiçbir şey!” dedi önce.

Ancak Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinden cevap bekliyordu. Bunun üzerine Efendimiz’i başından savmak istercesine: “Allah’ı zikrediyordum!” deyiverdi. Onun niyetini bilen Efendiler Efendisi tebessüm ederek ona yaklaştı. Önce: “Esteğfirullah!” dedi ve ardından da mübarek elini, Fedâle’nin göğsüne koydu. Herkese nasip olmayacak bir lütuftu bu ve o andan itibaren Fedâle’nin kalbinde çok farklı şeyler yeşermeye başladı. Artık o, Allah Resûlü’ne tuzak kuran Fedâle değil, Efendiler Efendisi’nin sevgisiyle dolu mükemmel bir mümindi. Kalbinde olumsuzluk adına ne kadar ukde varsa hepsi silinip gitmiş ve yerini, Allah ve Resûlü’nün muhabbeti doldurmuştu. Zira Allah Resûlü kendisine karşı şiddetle bilenmiş Fedale’yi de affetmiş, ona hilm ve silm ile yaklaşıp kalbinde yanan nefret ateşini söndürmüştü.8

6-Şeybe İbn-i Osman’ın Peygamber Efendimize Suikast Girişimi

Müslümanların Medine’ye hicretine rağmen Mekkelilerin kin ve nefreti bitmemişti. Onlar her fırsatta şiddete başvuruyor ve Medine’ye sürekli savaşa zorluyorlardı. Neticede yakınlarını savaş meydanlarında bırakıyor ve bu kısır döngü onların düşmanlıklarının daha da artmasına sebep oluyordu. Kin ve nefrete, intikam duyguları ekleniyor, öfkeler kabardıkça kabarıyor ve kafalar öç almaktan başka bir şey düşünemez hâle geliyordu. İşte babası Ümeyye İbn-i Halef’i Bedir’de bırakan Safvan İbn-i Ümeyye ve babası Osman İbn-i Ebû Talha’yı Uhud’da bırakan Şeybe İbn-i Osman da onlardandı.

İslâm ordusu Huneyn’e hareket ederken ikisi birlikte çıkmak için sözleşmişlerdi. Huneyn´de gidişatı takip edecek ve eğer Müslümanlar yenilirlerse fırsat kollayıp Efendiler Efendisi’nin üzerine saldıracak ve babalarının intikamını alacaklardı. Bunun için Şeybe İbn-i Osman bir taraftan savaş meydanını gözetliyor diğer taraftan da Efendimiz’i dikkatle izliyordu. Savaşın başında fetihden sonra orduya katılan ve ordunun en önünde hareket eden iki bin Mekkeli bozguna uğramış, telaşa kapılan askerler Efendimiz’in devreye gireceği ana kadar sağa sola kaçışmaya başlamışlardı. Bu sırada Allah Resûlü bineğinden inmişti. Yanında çok az sahabî bulunuyordu. Tam fırsatı diyen Şeybe İbn-i Osman kılıcını sıyırmış ve Efendimiz’i öldürmek için sağ tarafından O’na doğru yaklaşmaya başlamıştı fakat amcası Hazreti Abbas, ayakta Efendimiz’in yanında dikiliyordu. Onu görünce kendi kendine: “Amcası onu yardımsız bırakmaz! Onun yanından ayrılmaz!” dedi. Sonra da sol yanından Efendimiz’e yaklaşmak istedi. O tarafta da amcasının oğlu Ebû Süfyan İbn-i Hâris´i gördü. “Bu da onun amcasının oğludur. Onu yardımsız bırakmaz!” dedi.

Bu imkânı mutlaka değerlendirmek ve intikam almak istiyordu. Ardından tekrar harekete geçti ve arka taraftan yaklaşmaya başladı. Tam kılıcını kaldırıp vurmaktan başka bir iş kalmamıştı ki aralarında birdenbire yıldırımı andıran bir ateş yalımı peyda oldu! Yalımın kendisini yakıp helak etmesinden korktu, gözlerini elleriyle kapadı ve geri çekildi. Şeybe İbn-i Osman anlamıştı ki O, Allah tarafından korunuyor!

Bu arada Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), başını az önce kendisini öldürmeye yeltenen Şeybe İbn-i Osman´a doğru çevirdi. Şefkat ve tebessümle: “Ey Şeybe! Yanıma gel!” buyurdu. Şeybe titremeye başlamıştı. O gelince Efendimiz, elini onun göğsüne koydu ve: “Allah´ım! Bundan şeytanı defet, gider!” diyerek dua etti. Şeybe gördüğü şefkat karşısında şaşkına dönmüştü. Efendimiz’in duası ve hilmi semeresini vermiş ve Yüce Allah onun kalbindeki bütün kin ve düşmanlıkları giderip kalbini imanla doldurmuştu. Şeybe başını kaldırıp Efendimiz’e baktı. Az önce öldürmek istediği Allah Resûlü şimdi ona, gözünden, kulağından, kalbinden daha sevgili olmuştu! Efendimiz hiçbir şey olmamış gibi kendisine: “Ey Şeybe! Artık kâfirlerle savaş!” buyurdu. Hazreti Şeybe artık Efendimiz’in önünde kılıç vuruyor ve savaşıyordu. O’nu korumak için her şeyini ortaya koyuyordu. Hâlbuki o, Efendimiz’in hilmini ve affını görünceye kadar “Araplardan ve Arap olmayanlardan Muhammed´e tâbi olmadık hiç kimse kalmasa, ben ona tâbi olmam!” diyordu.9

7-Nudayr İbn-i Hâris’in Peygamber Efendimize Suikast Girişimi

Huneyn’de Efendimiz’e suikast düzenlemek isteyenlerden birisi de Nudayr İbn-i Hâris’ti. O, Mekke’nin fethine kadar her yerde Mekkelilerin yanında yer almış ve onların her türlü şiddet girişimine ortak olup destek vermişti. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) fetihten sonra Huneyn’e hareket edince o da orduya katılmış ve Müslümanların bozguna uğramasını beklemeye başlamıştı. Zira bozgun yaşanırsa ani bir saldırı düzenleyecek ve Efendimiz’i ortadan kaldıracaktı. Fakat çok istemesine rağmen bu planını hayata geçirme imkânını bulamamıştı. Ama Nudayr, suikast fikrinden vazgeçmemiş ve bunun için fırsat kollamaya devam etmişti.

İstediği imkânı Taif kuşatmasında da bulamamış ve dönüp Ci´râne´ye kadar gelmişti. Efendimiz, Ci´râne’de onunla karşılaşınca mütebessim bir çehreyle ona “Nudayr! Sen misin?” diye sordu. O, “Buyur!” dedi. Bunun üzerine Efendimiz, önce ona “Ben sana Huneyn’de yapmak istediğin fakat Allah’ın mâni olduğu şeyden daha hayırlısını göstereyim mi?” ardından da “İçinde bulunduğun şeyin boş ve faydasız olduğunu anlayacağın zaman daha gelmedi mi?” diye sordu.

Allah Resûlü’nün, onun ve benzerlerinin şiddeti karşısında sergilediği duruş Nudayr’ı derin düşüncelere sevk etmişti. Artık o anlamıştı ki Allah ile birlikte başka ilahlar bulunması asla mümkün değildi. Olsaydı, herhâlde onların kendisine bir yararı dokunurdu. Tercihini yapmıştı. Başını kaldırdı ve tok bir sesle bütün varlığın şehadet ettiği hakikati haykırdı: “Şehadet ederim ki Allah´tan başka ilah yoktur! O, Birdir. O’nun eşi, ortağı yoktur…”

Efendimiz’in, şahsına karşı kin ve nefretle hareket edip suikast dâhil her türlü şiddete başvuranlar karşısında takındığı af ve yumuşak huy, yine semeresini vermiş ve içinde kötülüğün zirve yaptığı bir gönül daha her türlü kötülükten arınıp Allah’ın izniyle hidayete ermişti. Bir can daha Cehennem’e giden çukurlardan çıkmış, rıza-yı ilahîye götüren şehrahlara ulaşmıştı. Efendimiz çok sevinçliydi. Ellerini açtı ve şöyle dua etti: “Allah’ım! Onun sebatını arttır!” Bundan sonrasını Hazreti Nudayr şöyle ifade ediyor: “Resûlullah’ı hak ve gerçek dinle peygamber gönderen Allah´a yemin ederim ki kalbim dinde sebatta bir kaya gibi sapasağlam durdu ve beni destekler oldu.” Onun bu hâlini gören Efendimiz: “Hamdolsun Allah’a ki ona doğru yolu gösterdi!” buyurdu. Hazreti Nudayr sık sık iman nimetini hatırlar ve kendisine Müslümanlığı nasip edip, atalarının üzerinde ölüp gittikleri, kardeşiyle amcaoğullarının öldürüldükleri şey üzerinde öldürmediği için Yüce Allah´a çokça şükrederdi.10

8-Münafıkların Peygamber Efendimize Suikast Girişimi

Efendimiz’e düşmanlıkta Mekkelilerden geri kalmayan münafıklar da sürekli O’na ve ashâbına kötülük düşünüyor ve nifak perdesinin arkasına saklanıp fırsat kolluyorlardı. Onların hâl ve hareketlerini yakından takip eden Allah Resûlü tedbir ve temkini elden bırakmıyor ve belli bir süreç çerçevesinde onları kendi ikliminden tecrit etmeden hilmiyle ve silmiyle eritmeye ve hakiki imana erdirmeye çalışıyordu.

O’nun bu duruşu semerelerini verdikçe, nifakın önderleri kin ve nefretlerini bir adım daha ileriye taşıyor ve uygun zamanı bulunca şiddete başvurmadan çekinmiyorlardı. Efendimiz çok çetin şartlar altında büyük bir orduyla, Müslümanlara saldırmak için hazırlık yapan Romalılara gözdağı vermek için Tebûk’e hareket etmiş ve orada yirmi gün bekledikten sonra Medine’ye dönmek için yola çıkmıştı. Yolda askerleri daha geniş ve geçilmesi daha kolay olan vadi yoluna yönlendirmiş, kendisi boğaz yolunu tutmuş ve görevli hariç hiç kimsenin o yolu tutmamasını emretmişti. O (sallallahu aleyhi ve sellem), yokuşu tırmanırken Hazreti Ammâr İbn-i Yâsir devesinin yularından çekiyordu.

Bu arada münafıklardan bir grup kendi aralarında oturup konuşmuş ve bu durumu bir fırsat olarak değerlendirmeye karar vermişlerdi. Onlar Efendimiz’i dar bir boğazda devesinden iterek düşürecek, boynunu kırıp öldürecek ve böylece kendisinden kurtulup rahata ereceklerdi! Tasarladıkları suikast planını uygulamak için Efendimiz’i takip etmeye başlamış ve tanınmamak için de yüzlerini peçeyle maskelemişlerdi.

Onların kendi aralarında ki konuşmalarını işiten Hazreti Huzeyfe (radıyallahu anh) hemen harekete geçmiş ve Efendimiz’i uyarmak için yüksek sesle Kur’ân okumaya başlamıştı. Sesi duyan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kim bu?” diye sordu. O, “Huzeyfe!” dedi. Efendiler Efendisi olan bitenden haberdardı: “Arkadakilerin söylediklerini işittin mi?” diye sordu. O “Evet! İşittim!” dedi ve ekledi: “Onlarla Senin arana bunun için girip yürüdüm!”

Efendimiz onların uzaklaştırılmalarını emredince Hazreti Huzeyfe münafık grubun develerini elindeki değnekle ürküttü. Develer ürküp geri dönünce kurdukları tuzağın anlaşıldığını düşünen suikast ekibi korkup yokuştan indiler ve yakalanmamak için hızla halkın arasına karıştılar. Efendimiz, Hazreti Huzeyfe’ye “Bu süvarilerden herhangi birini tanıyabildin mi?” diye sordu. O, bindikleri develerin kimlere ait olduğunu bilse de yüzleri örtülü ve hava karanlık olduğu için onları teşhis edemediğini söyledi. Hazreti Ammâr’a dönünce o da aynı şekilde cevap verdi. Bunun üzerine Efendimiz, onların deveyi ürküterek kendisini uçuruma yuvarlamak ve böylece canına kastetmek istediklerini Hazreti Ammâr’a haber verdi. Ardından da kendisine tuzak kurup öldürmeye teşebbüs edenlerin isimlerini bir bir Hazreti Ammâr’a bildirdi ve bu bilgiyi gizli tutmasını emretti.

Sabahleyin Hazreti Üseyd İbn-i Hudayr hadiseyi haber alınca Peygamber Efendimiz’e “Yâ Resûlallah! Konakladıkları zaman, halkı topla! Her kabileye bu cinayete teşebbüs etmiş olan adamlarını öldürmelerini emret! Onlar kendi kabilelerinden olan adamları öldürsünler! İstersen, onların kimler olduğunu bana bildir! Seni hak ile peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki çok geçmez, onların boyunlarını vurur, sana getiririm! Eğer onlar Nabt oğulları içinde bulunuyorlarsa, senin adına, onların da hemen hakkından gelirim! Hazreclilerin ulu kişisine, büyüğüne de emret! O da senin adına, kendi taraflarındaki kişilerin hakkından gelir. Yâ Resûlallah! Bunlar gibiler, yaptıklarıyla bırakılacaklar mı? Onlar bugün az, hakir ve düşkün durumdadırlar. İslâmiyet ise yayılmış, yerleşmiş bulunuyorken biz daha ne zamana kadar onların yüzüne güleceğiz?” dedi. Hazreti Üseyd’i dinleyen Efendimiz, kendisini öldürmek isteyenleri bildiği hâlde onların öldürülmesini kabul etmedi ve affetmeyi tercih etti. Böylelikle kapıyı açık bıraktı ve onların İslâm’ın silm atmosferinde zamanla eriyip gidecekleri günü bekledi.

Evet, burada bir kısmını zikrettiğimiz suikastlar karşısında da Allah Resûlü, muhataplarına karşı hep af yolunu tutmuş ve bu duruşuyla canına kastetmek için gelenlerin neredeyse tamamının gönlünü fethetmiştir. Öyle ki onlar, hayatlarının kalan kısmını O’nun yoluna vakfetmiş ve canları pahasına koşturmuşlardır.


Yazar: Yücel MEN

Dipnot:

  1. Vâkıdî, Megâzî 119, 120; İbn-i Sa’d, Tabakât 4/151, 152
  2. Gavres ve Avf olarak da kaynaklarda zikredilmektedir.
  3. Buhârî, Megâzî 31, 32; Cihad 84, 87; İbn-i Hanbel, Müsned 22/238 (14335); 23/191, 193, 369 (14928, 14929, 15190; Nesâî, Kübrâ 8/91, 130 (8719, 8801; İbn-i Hibbân, Sâhîh 7/136, 138 (2882, 2883); Beyhakî, Kübrâ 6/518 (12834); 9/114 (18035) Bazı kaynaklarda Efendimiz, “Peki, seni benim elimden kim kurtaracak?” buyurduğunda onun “Hiç kimse!” diye cevap verdiği, ardından kelime-i şehâdet getirip Müslüman olduğu ve kavminin yanına dönünce onları İslâm’a davet ettiği de ifade edilmektedir. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî 164-165; İbn-i Sa’d, Tabakât 2/26-27
  4. İbn-i Sa’d, Tabakât 2/72
  5. Bu soru karşısında Efendimiz’i zehirlemeye kalkışan bu kadının “Şimdi mesele tebeyyün etti ki sen, gerçekten de Allah’ın Resûlü’sün!” diye cevap verip kelime-i tevhidi söyleyerek Müslüman olduğu da rivayet edilmektedir. Bkz. Süheylî, Ravdu’l-Unf, 4/81
  6. Ebû Dâvud, Diyât 6; Beyhakî, Kübrâ 8/83 (16008)
  7. Buhârî, Edebü’l-Müfred 74; Hibe 28; Müslim, Selâm 18; Ebû Dâvud, Diyât 6; İbn-i Hanbel, Müsned 21/15 (13285); Beyhakî, Kübrâ 8/82 (16005, 16006)
  8. İbn-i Hişâm, Sîre 2/261; İbn-i Hacer, İsâbe 3/1584
  9. İbn-i Kesîr, el-Bidâye 4/358, 359; İbn-i Asâkir, Târîh 23/255-258; İbn-i Hişâm, Sîre 2/278; Taberî, Târîh 3/182; İbn-i Esîr, Kâmil 2/135
  10. İbn-i Kesîr, el-Bidâye 4/393, 394; İbn-i Asâkir, Târîh 62/101, 102
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.