Nûr Sûresi’nin Nuzûlü ve İfk Hadisesinin Sonu (26 Ramazan 5 Hicrî)
Mustalıkoğulları gazvesinden dönülüyordu. Bir ihtiyacını gidermek için konaklama yerinden ayrılan Hazreti Âişe validemizin hevdecin içinde olmadığı fark edilememişti. Ordu ayrıldıktan sonra ortalığı kontrol etmekle görevli Safvan İbn-i Muattal ise son kontrolleri yapmış ve konaklama mahallinde unutulan annesini alıp kervana yetiştirmişti. Orduya ulaştıklarında ise münafıklar olayı büyütüp-çarpıtmış ve Medine’de bir iftira kampanyasına dönüştürmüşlerdi. İffet abidesi annemiz üzerinden Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) tertemiz yuvasına karşı itibar suikastine girişmişlerdi.
Gazveden dönüldüğünde zaten Ramazan ayı girmişti. Yolculuğun yorgunluğu, hava değişikliği vs. ile Hazreti Aişe validemiz yatağa düşmüştü. Olup bitenlerden habersiz bir taraftan hastalıklarıyla mücadele ederken diğer taraftan Ramazan ayını değerlendirmeye çalışıyordu. Allah Resûlü ise hadisenin akışına müdahale edilmesi gerekli olan en isabetli zamanı gözetliyordu. Bu şekilde hadisenin üzerinden yirmi günden fazla geçmişti ki Efendimiz, bir hutbe irad buyurdu: “Ey insanlar! Bazı kimselere ne oluyor ki ailem üzerinden bana eziyet ediyorlar. Ehlimin aleyhinde gerçek dışı uygunsuz sözler sarf ediyorlar. Kaldı ki ben onlar hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Hakkında dedikodu yapılan adama gelince onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. O, asla ben olmadan evlerimden birine de girmiş değildir.” Meseleyi her iki tarafı çok iyi tanıyan insanlara sorduğunda da aldığı kanaat aynı olmuştu: Bu apak iffete atılmış apaçık bir iftiradır!
İftirayı haber alan Hazreti Âişe annemiz de çok yıpranmıştı. Ağlamaktan gözyaşı pınarları kurumuştu. Ramazan ayının yirmi altıncı günüydü ki olup bitenleri konuşmak için Efendimiz, Annemizin yanına geldi Herkes söyleyeceğini söylemişti. Artık sözün tükendiği noktaya gelmişlerdi. Sadece dua dua yalvarıyorlardı. Dualar, külliyet kazanmıştı. Ne kadar bekleyeceklerini bilmeseler de “ferec” beklemenin de faziletli bir ibadet olduğunu iyi biliyorlardı. Ancak Allah Resûlü oturduğu yerden daha kalkmamıştı ki kendisine vahiy inmeye başladı.
Vahyin inişi tamamlandığında ise Efendimiz’in yüzünde tatlı bir tebessüm belirmişti. Hemen Validemize dönerek, “Müjdeler olsun ey Âişe! Allah’a hamdet. Senin tertemiz olduğunu bana vahiyle bildirdi” buyurdu. Artık yüzler gülüyordu. Ebu Bekr ailesindeki derin acılar büyük bir sevince dönüşmüştü. Bir aydır üzüntüden kan ağlayan aile şimdi sevinçten gözyaşları döküyordu. Kızlarının iffetini herhangi bir kimse değil Allah tasdik etmişti: “O iftirayı çıkaranlar, içinizden küçük bir gruptur. Siz o iftirayı kendi hakkınızda şer sanmayın, bilakis o sizin için hayırlıdır. O iftiracılara gelince, onlardan her birinin, kazandığı günah nisbetinde cezası vardır. Bu yaygaranın elebaşılığını yapan şahsa ise cezanın en büyüğü vardır.”1