Nebevî Eğitimin İlkeleri: “Cezalandırma” (1)
Çocukları ve gençleri eğitim ve öğretim faaliyetlerine yönlendirmek ve motive etmek için ödüllendirme yöntemi kullanıldığı gibi cezalandırma tekniği de kullanılır. Bu yöntemlerden hangisinin ve nasıl kullanılacağı muhatapların tutum ve davranışlarına göre belirlenir.
Ödüllendirme yöntemi talim ve terbiyede çok etkin bir metot olduğu gibi tabiatıyla rüşd döneminden sonra cezalandırmanın da belli ölçüler çerçevesinde katkısı vardır. Öncelikle çocuk/gençlerin yetiştirilmesi ve geleceğe hazırlanması onlarla kurulacak sağlıklı bir ilişki ve iletişime bağlıdır. Bundan sonra ise terğîb (teşvik) ve ödüllendirme esasları gelir. Ancak ödüllendirme yöntemin de kendi içinde dengelenmesi ve rantabl işletilebilmesi için cezalandırma unsuruna da ihtiyaç vardır. Sorumluluklarını yerine getiren ya da belli başarılar elde eden bir kimseye ödül varsa, mesuliyetlerini aksattığı zaman da bir karşılık mutlaka olmalıdır. Yoksa başarılı olduğunda ödül alacağını fakat başarı için gayret etmezse ya da sorumluluklarını yerine getirmezse bir şey olmayacağını düşünen kişi, kendi iç disiplinini kuramaz ve oturtamaz. Ceza sözcüğü her ne kadar soğuk ve ürkütücü bir kavram ise de ödüllendirmeyle birlikte düşünüldüğünde, dengeli ve şartlarına uygun bir şekilde uygulandığında muhatapların motivasyonuna; sonuçta eğitim ve öğretime katkısı büyüktür. Önemli olan bu yöntemin de ödül tekniğinde olduğu gibi sağlıklı bir şekilde uygulanmasıdır.
Çocukların Fıtratı İşlemeye Müsaittir
İnsanları şirk, inkâr ve kötülüklerden sakındırmak diğer taraftan imana ve salih amellere yönlendirmek için Kur’ân ödül vadettiği gibi ceza da va’d eder. Terhîb denilen bu usûl ikaz etmeyi, uyarmayı ifade eder. Bu manada bütün peygamberler “Nezîr” yani uyarıcı/ikaz edicidirler. Hak ve hakikate kulak verip tabi olmayanları kendilerini bekleyen cehennem ve azabına karşı uyarır ve muhataplarını şirk, inkâr ve her çeşit günah, kötülük ve ahlaksızlıklardan sakındırırlar. Bu metotla insan önceden bilgilendirilir, uyarılır ve kötülüklere karşı bir nevi aşılanır; koruma altına alınır. İnsanın kötü/olumsuz duygularına karşı mücadelesinde başarılı olması için iradesine güç ve kuvvet verilir; eğitim ve öğretim faaliyetine karşı ilgi uyarılır, muhatap öğrendiklerini yaşamaya motive edilir.
İnsanoğlu doğduğunda hiçbir şey bilmeden dünyaya gözlerini açar. Kur’ân bunu ifade ederken “Allah sizi analarınızın karınlarından öyle bir halde çıkardı ki hiçbir şey bilmiyordunuz…” buyurur. Ayetin fezlekesinde ise kendisine iyiyi-kötüyü, hayrı ya da şerri öğrenebileceği ve birbirinden ayırabileceği bir donanımın da verildiğini belirtir: “… Öyle iken size kulaklar, gözler, kalpler verdi ki şükredesiniz.”1 Dolayısıyla insan ilim ve terbiye ile kemâle erebilecek bir donanıma sahiptir. Allah Resûlü
“Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Sonrada içinde neşet ettiği çevreye göre şekillenmeye başlar. Ebeveyni Yahudi ise onu yahudileştirir, Hristiyan ise hristiyanlaştırır Mecûsî ise mecûsîleştirir…”2
buyurur ve insanın bu nötr ancak tertemiz yaratılışına/donanımına dikkat çeker. Dolayısıyla çocuklar yaratılış itibarıyla masum ve işlenmeye müsait bir tabiatta yaratılır. Hayra da şerre de iyiliğe de kötülüğü de yanlışa da erdemli davranışlara da yönlendirilmeye açıktır. Önemli olan onlara daima iyiliği öğretmek ve daima hayra/iyiliğe ve güzel davranışlara teşvik etmektir. Onların eğitim ve gelişiminde en etkili kurum da başlangıçta aile sonra okul ve yaşadığı çevredir.
Allah Resûlü bu istikamette öncelikle ebeveynlere sorumluluklarını hatırlatırken “Çocuklarınıza değer verin, onlara güzel muamelede bulunun. Bir de güzel terbiye kazandırın.” buyurur.3 Bu ifadeleriyle O, çocuklara değer verip, maddi-manevi bütün ihtiyaçlarını karşılamayı; temiz fıtrat ve tertemiz duygularını sevgi ve şefkatle hayra yönlendirmeyi, kalplerini imana/hakka açmayı vazife olarak ailenin omuzlarına yükler. O, bu beyanlarıyla yetinmez bir de “Onlara güzel muamelede bulunun!” diyerek, ihsan kavramı üzerinde durur; böylece onların duygusal ve ahlakî gelişimleri adına güzel davranışın eğitim değerine dikkat çeker. Bu hikmetle muamele onları Rabb’lerine bağladığı gibi insanlığa, hayata, içinde yaşadığı topluma ve çevreye de güvenle bağlar. Hayatında iyiliği yaşayan, daima hayır, hak ve adalet üzere hareket eden ve hakkı yaşatan bir insan olmasını temin eder. Bu anlamda Allah Resûlü “İyi/güzel muamele yümnü/iyiliği, feyzi ve bereketi artırır. Kötü muamele de bütün güzellikleri/iyilikleri alır-götürür.”4 buyurur.
Ancak bu vazife sadece ebeveynlerin değil eğitim müesseselerinin yanında toplumundur da. Bu anlamda Allah Resûlü yukarıdaki ilkeyi sadece ebeveynlere değil muallimlere/topluma da verir. Anne ve baba üzerinden onlara da “Talebelerinize/neslinize değer verin, onlara daima güzel muamelede bulunun. Bir de güzel terbiye kazandırmaya birlikte çalışın.” buyurur. Bunun için okul kurumu ve toplum da aileyle el ele çocuklara/gençlere değer vermeli; onların fizikî ve zihnî gelişimleri adına sistematik faaliyetler yürütmeli, ahlak ve ruh terbiyeleri adına güzel muamele sorumluluklarını yerine getirmelidirler. Aksi takdirde aile, okul ve toplum arasındaki itikadî, amelî, ahlakî ve kültürel çelişki ve çatışmalar, çocukların/gençlerin zihin ve gönül dünyalarını karıştırır ve onları bir ikilemin içine atar.
Dolayısıyla tertemiz masum fıtratlar cezalandırma yöntemiyle değil, öncelikle değer verilerek, kendilerine maddi-manevi ihsanda bulunularak iyilikle ele alınmalı ve geleceğe hazırlanmalıdırlar. Tabiatıyla her insan farklı kabiliyet ve duygusal donanımıyla başlı başına bir alemdir. Allah Resûlü, bu farklılığa dikkat çekerken madenler üzerinden misal verir: “İnsanlar altın ve gümüş madeni gibi madenlerdir. Cahiliye döneminde hayırlı olanlar Müslüman olduktan sonra İslâm’ı iyice anladıkları oranda daha hayırlı olurlar…”5 Burada önemli olan çocukları fıtrat ve kabiliyetleriyle iyice tanımak ve ona göre onları eğitime-öğretime tabi tutarak insanî, İslamî ve ahlakî değerlerle yoğurmak; iyilik, güzellik ve başarıyla buluşturmaktır.
Cezalandırmayı Düşüneceğine Önce Öğret!
Masumiyet, talim ve terbiye adına büyük bir avantaj ve imkândır. Bu bilgi ve kabul/bakış, muhatabı tam tanıma ve ona değer verme adına önemlidir. Bu kabulden sonra yapılacak ilk iş öncelikle çocuğa bilmediklerini öğretmektir. Allah Resûlü ve bütün peygamberler muallim/öğretici olarak gönderilmiştir.6 Allah’ın vahyettiği bütün kitaplar insana bilmediklerini öğretmek; nelerin iyi nelerin kötü olduğunu bildirmek için indirilmiştir. Dolayısıyla çocukların ya da gençlerin eğitiminde cezalandırma yöntemine gidilmeden önce ilk yapılacak şey onları bilgilendirmek, bilgi eksikliklerini gidermektir. Kötünün niçin kötü, iyinin niçin iyi olduğunu zarar, fayda ve hikmetleriyle iyice belletmektir. Yoksa hemen cezalandırmaya gitmek haksızlık ve adaletsizliklere sebebiyet verebilir. Asr-ı saadette Abbâd İbn Bişr’in başından geçen şu olay bunun çok ibretlik bir örneğidir. Hadiseyi bizatihi kendisinden dinleyelim:
“Köyümüzde çok ciddi bir kıtlığın olduğu bir dönemdi. Aç bir şekilde Medine’ye varmış ve bir bostanın duvarından içeri girmiş karnımı doyurmaya başlamıştım. Derken bahçe sahibi çıkageldi ve beni yakalayıp dövdü. Üstelik bununla yetinmedi bir de elbisemi aldı. Yapabilecek bir şeyim yoktu. Doğrudan Allah Resûlü’ne gittim ve olup bitenleri anlattım. O, hemen bahçe sahibini çağırttı ve olayı ona da sordu. O da yaptıklarını itiraf edince Allah Resûlü ona ‘Aç ise onu doyurmalı değil miydin? Ya da izinsiz yenilemeyeceğini bilmeyecek kadar cahil ise ona öğretmeli değil miydin? Ona Elbisesini geri ver.”7
Görüldüğü üzere Allah Resûlü, insanların talim ve terbiyesinde önce bilgilendirmeye/öğretmeye önem veren bir metot takip ediyordu. Hatanın vukuunda ise adaletsizlik yapmamak, haksız yere kimseyi cezalandırmamak için tam bilgi alıyor, hüküm vermek ya da muhatabı doğru yönlendirebilmek için de onun içinde bulunduğu hal, durum ve şartları gözetiyordu. Burada cezalandırmada acele eden sahabiyi “Evvela ona başkasının malını izinsiz yiyemeyeceğini, sahibini bulamazsa ağacın altına düşen ürünlerden ancak karnını doyurabileceğini öğretmeli değil miydin?” diye sorarak önce muhatabı bilgilendirmesi gerektiğini talim buyuruyor. Bununla yetinmiyor “Onu sen yedirmeli değil miydin?” buyurarak kendi hatasını da ona hatırlatıyor. Ardından da aldığı elbisesini ona iade etmesini emrediyor. Bu ikaz ve uyarılarıyla yetinmeyen Allah Resûlü, ardından o muhtaç kimseye 60 sa’ hurma (150 kilo) verilmesini de emrediyor.
Cezalandırmayı Düşüneceğine, Kötülüğün Sonuçlarını Göster!
Yanlışı tashih adına çözüm olarak ceza vermek düşünüleceğine önce kötü söz, fiil ve davranışların fert, aile ve toplum hayatında olumsuz sonuçları hikayelerle ve yaşanmış örneklerle iyice anlatılmalı; kötülüklere karşı sağlam bariyerler oluşturulmalı fertlerin iradesi güçlendirilmelidir. Bu yöntem Kur’ân ve Sünnetin takip ettiği bir yöntemdir. Bu anlamda peygamberlerin hayatı ve kötülerle mücadeleleri; onları dinlemeyen ve çağrılarına icabet etmeyen kavimlerin kötü akıbetleri -yaş seviyelerine uygun hazırlanmış eserlerden- mutlaka anlatılmalı ya da okutulmalıdır. Hatta Kur’ân bunun için hususi geziler düzenlemeye bile davet ve teşvik eder:
“Yeryüzünde gezin, dolaşın! Sizden önce yaşamış ve şirke, inkara ve günaha/isyana batmış milletlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna ibret nazarıyla bir bakın, inceleyin. Onların çoğu, ilâhlığında, hâkimiyetinde, mülkünde ve tasarruflarında Allah’a ortak koşan/her türlü kötülüğü yapan, zulmü işleyen müşriklerdi.”8
Cezalandırmayı Düşüneceğine Affı Dene!
Çocuklarda/gençlerde görülen ilk yanlış davranışlar görmezlikten gelinmeli ancak muhatap uzaktan takip edilmeli ve istenmeyen söz, fiil ve davranışlar devam ediyorsa utandırılmadan/hatası yüzüne vurulmadan hikmetle uyarılmalıdır. Bu durumda af dinamiği hemen cezalandırmaya gitmekten daha faydalı olacaktır. Nitekim Abdullah İbn Ömer’e talim ve terbiyede öncelikle affı bir yöntem olarak öğreten Allah Resûlünün şu yaklaşımı önemlidir: İbn-i Ömer bir gün Efendimize “Ey Allah’ın Resûlü! Hizmetçimi ne kadar affedeyim?” diye sorar. Peygamberimiz ise bu sorusuna cevap vermez ve susar. Ancak İbn-i Ömer sorusunu üç kere üst üste tekrar edince “Gerekirse onu her gün yetmiş defa affet” buyurur.9
Dolayısıyla af, muhatapların talim ve terbiyesinde cezadan daha etkili bir yöntemdir. Cezanın etkisi daha kısa ve geçici, affın etkisi ise daha uzun ve kalıcıdır. Cezadan daha etkili bir teknik varken onu kullanmamak eğitim adına büyük bir eksiklik ve kayıptır. Önemli olan burada da dengeli uygulama; yani affı istismar ettirmemektir. Bunun için de af uygulamasını bir adım daha ileriye taşıyıp muhatabın empati yapmasını temin etmektir. Yaptığı kötülükten zarar gören kimsenin yerine kendisini koymasını istemek; pişmanlık yaşamasını sağlamaktır. Bu hal onun vicdanını geliştirecek; içinde kötülüğe karşı tiksinti iyiliğe karşı ise iştiyak uyaracaktır. Zaten eğitimde gaye de muhatabı cezalandırmak değil af ve empatiyle vicdanları/duyguları geliştirmektir.
Cezalandıracağına Hatanın Kaynağına İn!
Olumsuz söz, fiil ve davranışın tekrarı halinde çocuklar/gençler tekrar dinlenilmeli onunla daha yakın iletişime geçip yanlışın kaynağına inilmelidir. Hemen kavlî ve fiilî cezalandırmaya başvurmamalı, bunun yerine üslûpta tasrife gidilerek farklı örnekler ve anlatım teknikleriyle muhatabın aklına duygularına ve kalbine bir bütün halinde bir kez daha hitap/nasihat edilmelidir. Muhatap yanlışıyla ve onun istenmeyen sonucuyla baş başa bırakılmamalıdır. Zira yanlışına rağmen kendisine gösterilen yakın ilgi, sevgi ve şefkat muhatabı daha da uyarır ve kötülüğe değil ebeveynine ya da muallimine/rehberine yaklaştırır; zaman içinde cezalandırma yöntemine ihtiyaç bırakmaz. Hatta imkân ölçüsünde kendisini yanlışa sevk eden sebepler ortadan kaldırılınca muhatap doğruyla buluşur. Şayet bu sebep ortam ise, arkadaş çevresinin değiştirilmesi de faydalı olur. Allah Resûlünün hayatı bunun yüzlerce örnekleriyle doludur.
Ceza Yerine Manevi Ödülle Ödüllendirme
Hatalı ve yanlış davranışları karşısında çocukları/gençleri bazen cezayla değil manevi ödüllerle mükafatlandırma daha kesin ve hızlı sonuç almaya vesile olabilir. Bu konuda Allah Resûlü’nün kendisine getirilen şu vakada ortaya koyduğu uygulama çok manidardır:
Rafi’ İbn-i Amr, bir gün Ensar’dan bir sahabînin bahçesine girer ve hurma ağaçlarından birine taş atar ve düşürdüğü hurmalardan yer. Bu esnada bahçe sahibi kendisini görür ve yakalayarak Efendimiz’in huzuruna getirir; şikayetçi olur ve onun cezalandırılmasını ister. Allah Resûlü ise sakin bir şekilde kendisine yaklaşır ve şefkat dolu bir ses tonuyla, “Yavrum! Hurma ağacını niçin taşladın?” diye sorar. Çocuk “Karnım açtı, yemek için taşladım.” cevabını verir. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Bir daha ağacı taşlama! Fakat dibine dökülenlerden yiyebilirsin!” buyurur.
Allah Resûlü, olaya hikmetle müdahalesini burada bırakmaz ve çocuğa biraz daha yaklaşır ve bir taraftan başını okşarken diğer taraftan ona şöyle dua eder: “Allahım! Buna karnını doyuracağı rızık lütfet.”10
Görüldüğü üzere Allah Resûlü, olayı sakin bir şekilde dinler, öfkelenip çocuğu azarlamaz, “Sen nasıl böyle bir şey yaparsın?” diye çıkışmaz ve onu korkutmaz. Bilakis ona sevgi ve şefkatle yaklaşır, “Yavrum!” diyerek hitap eder, onunla sakin bir şekilde konuşur ve “Bir daha acıktığında ağacın dibine düşenlerden yiyebilirsin.” diyerek alternatif de gösterir. Hatta bununla da yetinmeyip başını okşayarak duayla da ödüllendirir. Ceza yerine manevi ödül verir; onu ceza ile değil manevi ödüllerle terbiye yolunu tercih eder.
Cezalandırma Yöntemi Faydalı mı?
Talim ve terbiyede yukarıda belirtilen aşamalar yerine getirildiği halde olumlu sonuç alınamıyorsa belli kıstaslar çerçevesinde ceza yöntemine de başvurulabilir. Ancak ebeveynler ya da muallimler/rehberler şunu bilmelidirler ki sözlü ya da fizikî ceza vererek, istedikleri iyi/güzel davranışı zorla yaptırabilirler. Fakat bu davranışı onların tabiatının bir derinliği haline getiremezler. Zorla güzellik olmayacağı içindir ki Kur’ân “Dinde zorlama/baskı yoktur.”11 prensibini koyar. Akla, kalbe, ruha ve düşünceye birlikte hitap eder, hürriyete vurgu yapar mükafat ve ceza va’d eder ama zorlamaz. Resûlüne de “Sen onlar üzerine hakimiyet kurup baskı yapmak için gönderilmiş bir zorlayıcı değilsin.” 12 buyurur.
Zorlamakla insan, mümin ve güzel ahlaklı, kâmil bir kişi olmaz ancak münafık olur. İstenerek ve sevilerek gönülden yapılan davranışlar; benliğe mal edilen fiiller değerlidir. Zira iradeye değil de baskıya dayalı yapılan davranışlar insanı kemâle taşımaz. Baskının olduğu yerde faziletli davranış gider yerine keyfilik gelir. Halbuki cezalandırmada hedef doğru davranışı yerleştirmektir.
Sonuç
- Ceza eğitici ve öğretici değildir. Onun için ebeveyn, öğretmen ve öğrenci ilişkilerinin/iletişiminin sağlam ve sağlıklı olduğu bir ortamda ihtiyaç duyulmayacak bir yöntemdir. Bir diğer ifadeyle ailede ya da okulda ortada cezayı gerektirecek bir davranış varsa önce ilişkinin/iletişimin ve eğitimin kalitesi gözden geçirilmelidir.
- Cezanın etkisi hem kısa hem de geçicidir. Cezalandırmanın ya da baskının verdiği korku, üzüntü ya da acı geçince iyi davranış da çoğu zaman biter. Çoğu zaman cezasını çeken kimse nasıl olsa ceza aldığını ve bedel ödediğini düşünerek artık özgür olduğuna karar verir. Bir de muhatap cezalandırmaya ve baskılara bağımlılık kazanmışsa artık talim ve terbiye fasit bir daire içerisine girer. Her defasında daha fazlası uygulanan ceza ise ebeveynlik ya da öğretmenlik/öğrencilik ilişkilerine zarar verir, eğitim-öğretimin gerektirdiği saygın ortam/zemin tamamen kaybedilir. Dolayısıyla ödüllendirme yönteminde olduğu gibi cezalandırma yöntemi de kısa vadede çözüm getiriyor gibi gözükse de tam olarak tabiata mal edilmesi istenen davranışın kazandırılmasında yeterli değildir.
- Faydalı olduğu düşünülen cezalandırmaların, antibiyotikler gibi getirdiği fayda kadar verdiği zarar; yani olumsuz yan tesirleri de hesaba katılmalıdır. Mesela cezayı veren kimseye karşı içte büyütülecek bir öfke, nefret ve intikam duyguları çocukları/gençleri muallimlerinden/ebeveynlerinden tamamen koparabilir; şiddete daha meyilli hale getirebilir. Verilen cezayla iyi bir davranış kazandırılmak istenirken muhataba şiddet öğretilmiş olabilir. Bunun için ebeveynin çocuklarına/gençlerine ve muallimlerin öğrencilerine karşı ödül ve ceza uygulamaları, onların fizikî ve duygusal/ruhsal gelişimlerine uygun olmalıdır. Verilen ödüller onları şımartmamalı, ödül bağımlısı haline getirmemeli, uygulanan ceza da sadece bedenlerinde değil, duygularında da kalıcı hasarlara sebebiyet vermemelidir. Ceza, talim ve terbiyenin başına indirilmiş bir topuza/balyoza dönüştürülmemelidir.
- Ceza ve tehditlerle baskılanmış çocuklar/gençler iyiliği öğrenip benliklerine mal edeceklerine riyakâr, iki yüzlü iyi birer münafık olabilirler. Kendilerini takip eden ve cezalandıracak birisinin olmadığı yerde istedikleri gibi davranır, büyükleri tarafından görüldükleri ortamlarda ise onların istedikleri gibi davranır gözlerine girmeye çalışırlar.
Yazar: Dr. Selim Koç
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Nahl, 16/78
- Buhârî, Cenâiz 78 (1359); Müslim, Kader 6/23-25 (2658)
- İbn Mâce, Edeb 3 (3671)
- Ebu Davud, Edeb 133 (5162, 5163)
- Müslim, Birr 49/160 (2638)
- Bkz. İbn Mâce, Mukaddime 17 (229); Dârimî, Mukaddime 32/361
- Ebû Davud, Cihad 93 (2620); İbn Mâce, Ticârât 67
- Rûm, 30/42
- Ebû Dâvud, Edeb 133 (5164); Tirmizî, Birr 31 (1949)
- Ebû Dâvud, Cihad 94 (2622)İbn Mâce, Ticârât 67 (2299)
- Bakara, 2/256
- Ğâşiye, 88/22