Mekkelilerin Bedir’e hareketi ve Ebû Süfyân’ın geri dönün çağrısı
Kervandan haber getiren Damdam’ın Mekke’ye gelişi üzerinden iki gün geçmişti ve artık Kureyş ordusu tam tekmil savaşa hazırdı. Kendilerine güvenleri tam, galip geleceklerine dair inançları da doruk noktadaydı. Onun için alımlı alımlı yürüyor ve âdeta gövde gösterisi yapıyorlardı.
Çok geçmeden de, düğüne giden gelin alayları gibi şen ve şakrak yola koyuldular. Kendilerinden o kadar emin idiler ki, savaş sonrasında âlem yapmak için, yanlarına içki, kadın ve çalgı malzemeleri de almayı ihmâl etmemişlerdi.
Başlangıç itibarıyla bin üç yüz kadar insanın bulunduğu ve Ebû Cehil’in komuta ettiği Mekke ordusunda, yüz at ve yedi yüz de deve vardı. Onlar için kervan, artık ikinci plandaki bir işti. Muhammed ve ashâbını şehir dışında bir yerde yakalayıp, bir daha karşılarına çıkmamak üzere ve kesin olarak işlerini bitireceklerini düşünüyorlardı.
Ordunun yiyecek meselesini de kendi aralarında paylaşmış ve bu yükü, belli başlı kimselere ihale etmişlerdi. Mekke’den çıktıkları ilk gün, Ebû Cehil on deve kesmiş ve ordunun karnını doyurmuştu. Usfân’a geldiklerinde Ümeyye İbn Halef devreye girecek ve dokuz deve de o kesecekti. Kudeyd’e ulaştıklarında, meşhur şair Süheyl İbn Amr kolları sıvayacak ve on deve de o boğazlayacaktı. Daha sonraki günlerde ise, on deve Utbe İbn Rebîa ve on deve de, Haccâc’ın oğulları Münebbih ve Nübeyh kesecek ve böylelikle ordunun karnını ortaklaşa doyurmuş olacaklardı.
Cuhfe denilen yere geldiklerinde, Cüheym İbn Salt arkadaşlarına dönecek ve:
– Biraz önce benim yanımda duran süvariyi gördünüz mü, diye soracaktı. Kimsenin bir şey gördüğü yoktu ve:
– Hayır, dediler. Ardından da:
– Şüphesiz sen de delirmiş olmalısın! Anlaşılan, seninle şeytan oyun oynuyor, demeyi ihmâl etmediler. Meğer, Cüheym de, uyku ile uyanıklık arasında bir rüya görmüş ve bir türlü bunun tesirinden kurtulamamıştı. Rüyasında, yedeğinde bir deve olduğu hâlde karşısından kendisine doğru bir atlı geliyor ve Rebîa’nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Ebu’l-Hakem İbn Hişâm (Ebû Cehil), Ümeyye İbn Halef, Ebu’l-Bahterî ve Kureyş’in eşrafından sayılan daha birçok ismi zikredip bunların öldürüldüğünü söylüyordu. Sonra da, devesinin boynuna kılıçla vurup, onu askerlerin arasına doğru gönderiyor; boynundan fışkıran kanlar da, orada bulunan çadırların hepsinin üzerine bulaşıyordu.
Bu rüya da konuşulmaya başlanıp Ebû Cehil’in kulağına geldiğinde Ebû Cehil:
– İşte, Muttaliboğullarından yeni bir peygamber daha, diye tepki verdi. Ona göre, Hâşimoğullarının yalanlarına şimdi bir de Muttaliboğullarının yalanları ilave ediliyordu. Hâlbuki, öldürülecekler arasında kendi adı da zikredilmişti ama o, söylenilenleri alaya alıyor ve böylelikle bunların, boş şeyler olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Arkasından da şunu ilave etti:
– Eğer onlarla karşılaşırsak, yarın kimin öldürüleceğini göreceksiniz!
Ebû Süfyân’ın Geri Dönüş Çağrısı
Ebû Süfyân’ın gönderdiği Kays İbn İmriülkays da, Cuhfe denilen yerde Kureyş ordusuna ulaşmış ve:
– Şüphesiz ki sizler, kervandaki mallarınızı ve onunla birlikte olan adamlarınızı düşünerek yola çıkmıştınız; şimdi ise hem mallarınızı, hem de canlarınızı Allah tehlikelerden kurtardı; öyleyse geri dönün, diyerek onlara, savaşın gereksiz olduğu mesajını iletiyordu.
Bu haberi duyan ve zaten savaşmak istemeyen Hâris İbn Âmir, Ümeyye İbn Halef, Rebîa’nın oğulları Utbe ve Şeybe kardeşler, Hakîm İbn Hizâm, Ebu’l-Bahterî, Ali İbn Ümeyye ve Âs İbn Münebbih gibi bazı insanlar, geri dönüş için belli başlı girişimlere bile başlamışlardı.
Ebû Cehil, bu girişimi ve geri dönmek isteyen herkesi korkaklıkla itham ediyor ve onları insanlar önünde zor durumda bırakıyor; ayrıca Ukbe İbn Ebî Muayt ve Nadr İbn Hâris de ona destek verip yol gösteriyorlardı. Küfür adına kinini kusuyor ve göz göre göre insanları ölüme sürüklüyordu. Son hükmü de yine o verecekti:
– Vallahi de, Bedir’e ulaşıncaya kadar asla geri dönmeyiz! Sonra da orada üç gün kalır; develer keser, yemek yeyip içki içer ve çalgıcı kadınlarla âlem yaparız! Böylelikle Araplar, bizim toplanıp da buraya kadar geldiğimizi duyar ve bundan sonra da asla bize karşı laf üretemezler! Haydi, yolunuza devam edin!
Ancak, herkes aynı kanaatte değildi; Ahnes İbn Şerîk, Zühreoğullarına seslenerek artık kervanın emniyette olduğunu ve dolayısıyla da savaşmalarına gerek kalmadığını söyleyip onlarla birlikte geri dönecekti. Zühreoğullarını, Adiyyoğulları da takip edecek ve bu iki kabileden, savaş için yola devam eden kimse kalmayacaktı.
Her türlü çabaya rağmen Ebû Cehil’in, inatla Kureyş’i savaşa sürüklediğini duyan Ebû Süfyân şunları söyleyecekti:
– Vah kavmimin başına gelenlere! Hiç şüphe yok ki bu, Amr İbn Hişâm’a (Ebû Cehil) ait bir hırstan başka bir şey değil!
Hatta, Kureyş’in habercisi gelip de, kendisine her şeye rağmen ordunun, Ebû Cehil’in teşvikiyle Bedir’e doğru ilerlediğini söylediğinde çok üzülmüştü. Üstüne üstlük bir de bu adamlar, kendisini de arkadan çağırıyor ve kervanı Mekke’de bırakarak orduya yetişmesini istiyorlardı. Şaşılacak bir işti; göz göre göre ölüme gidiyorlardı ve o, bunların hiçbirine iltifat etmeyecek ve böylelikle, Ebû Cehil’in hırsına kendisini de kurban etmeyeceğini beyan etmiş olacaktı.
Çok geçmeden Mekke’de, Kureyş’in kervanından ayrılan Zühre ve Adiyyoğullarıyla karşılaşacak olan Ebû Süfyân, diğerleri gittiği hâlde kendilerinin neden döndüklerini soracak ve karşılık olarak da, onlar, Ebû Süfyân’ın gönderdiği haber sebebiyle döndüklerini söyleyeceklerdi.
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz