Konum Kaybı, Kin ve Kötülük

1.127

Allah, Âdem’i yaratınca “Haydi, Âdem’e secde edin!” buyurur; melekler, ilahî emri duyar duymaz boyun eğer ve secdeye kapanır. Emrin muhatapları arasında İblis de vardır ve o, ilahî emre karşı gelir; secde etmez.1 İsyanının sebebi sorulunca kibir dolu şu karşılığı verir: “Ben ondan daha üstünüm; çünkü Sen beni ateşten, onu ise bir çamur parçasından yarattın.” Bunun üzerine Allah, “Çabuk in oradan! Öyle orada kurulup da büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çabuk çık, çünkü sen alçağın tekisin!” buyurur ve onu, konumundan indirir.2

Zira İblis, secde emri karşısında hasede kapılır, kibre girer, isyan eder ve neticede Allah’ın kendisini yükselttiği konuma yakışmayan bir duruş sergiler. İblis, konumunu kaybetmenin iç dünyasında hasıl ettiği hislerle bir anda her türlü kötülüğü işleyecek bir varlığa; şeytana dönüşür.

Muhasebe yapıp pişmanlık duyguları içerisinde ilahi affa yönelmektense az önce değersiz kabul ettiği insanı, konumunu kaybetmesinin müsebbibi olarak görür ve o andan itibaren insana apaçık düşman kesilir. “Allah’ın yeryüzündeki halifesi” olma gibi çok âli bir konumda yaratılan, muazzam ilim kabiliyeti verilen, maddî ve manevî istidatlarla donatılan insanı, kaybettiği konumuna karşılık konumundan etmek ve yaratılış gayesini gerçekleştirmesin önüne geçmek için kıyamete kadar mühlet ister.

Bu durum, insanın yaratılış gayesine hizmet edeceği ve insana, hak ile batılı, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü, hayır ile şerri gösteren kitap ve peygamberler göndereceği için Allah, ona istediği mühleti verir ve “Alçak ve kovulmuş olarak çık oradan! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki sizin hepinizi cehenneme dolduracağım.” buyurur.

İblis ile yaşanan bu diyalogdan sonra Allah, “Sana gelince Âdem, seninle eşin cennete yerleşin, istediğiniz her tarafından yiyip içip yararlanın! Yalnız sakın şu ağaca yaklaşmayın! Böyle yaparsanız zalimlerden olursunuz.”3 buyurur; Âdem ile Havva’yı cennette çok yüce bir konuma yerleştirir.

Makamını kaybetmenin hırsı, kini ve insana duyduğu kıskançlık ile şeytana dönüşen İblis, onları bu konumlarından etmek ve intikam almak için hemen işe koyulur. Onlara, gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verir, “Rabbinizin size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi, sizin meleklerden veya ölümsüz hayata kavuşanlardan olmanızı önlemektir!” şeklinde telkinde bulunur ve kendisinin onların iyiliğini istediğine dair yemin üstüne yemin eder.4

Âdem ve Havva, yasaklanan ağacın meyvesini tadar tatmaz, edep yerlerinin açık olduğunu fark eder ve hemen buldukları cennet yapraklarıyla edep yerlerini örtmeye başlarlar. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, kendilerine nida eder ve “Ben sizi o ağaçtan menetmedim mi? Ben şeytanın sizin besbelli düşmanınız olduğunu söylemedim mi? Niçin Beni dinlemediniz de bu perişan duruma düştünüz?” diye sorar.5

Tam burada Âdem ve Havva, İblis’ten farklı olarak muhasebe yapar, hatalarını idrak eder ve İblis’i suçlamaktansa konum ve kabiliyetlerinin hakkını verememenin pişmanlığı içerisinde “Ey bizim Rabbimiz, kendimize yazık ettik. Şayet Sen kusurumuzu örtüp, bize merhamet buyurmazsan, en büyük kayba uğrayanlardan oluruz!” diye yalvarıp yakarırlar.6

İblis’in, Konum Zaafını Vesileye Dönüştürmesi

Bütün bunlar üzerine Cenâb-ı Hak, “Birbirinize düşman olarak inin! Size dünyada bir süreye kadar kalma ve yararlanma imkânı veriyorum: Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan diriltilip çıkarılacaksınız.” buyurur; Âdem’i de İblis’i de yeryüzünü gönderir. Böylece insanoğlunun imtihana tabi dünya hayatı, İblis ve avenesinin yoğun ve sinsi düşmanlık faaliyetleri altında başlar. Bu konunun önemini kavrayan İblis, bunu da faaliyetlerinde yaygın bir vesile olarak kullanır. Verdiği vesveselerle kimilerini makam sevgisi peşinde insana yakışmayacak şeylere sürükler. Kimilerini konumunu kaybetme korkusuyla her türlü entrikayı çevirmeye ehil hale getirir. Kimilerini de konumunu kaybetmiş olmanın verdiği duygusal boşlukta yakalar ve uyandırdığı kin, kibir, haset, adavet ve hırs gibi hislerle muhataplarına karşı yıkıcı faaliyetlerin içine itmeye çabalar. 

Her üç halde de irade, akıl, mantık ve muhakemesinin hakkını veremeyen, nefsî ve hissî yaklaşımlarla şeytanın tuzağına düşen insanlar, tarih boyunca nice yanlışlara bulaşır, suçlar irtikap eder, zulüm ve haksızlıklara girer, peygamberler dahil nice masumların canını yakar ve nice din, devlet ve medeniyetin ocağını söndürürler.

Bu çerçevede konumunu kaybetme korkusuyla Nemrut, Hz. İbrahim’i ateşlere atar; Firavun, İsrailoğullarının erkek çocuklarını katleder, Hz. Musa’ya ve mü’minlere ne zulümler eder. İnsan başta olmakla alemlere rahmet olarak gönderilen, ‘Rabb’im Allah’tır’ diyen ve dünya namına hiçbir isteği ve beklentisi olmadığını defalarca deklare eden Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), sırf bu yüzden peygamberlik hayatı boyunca ne zorluklar çeker, ne kayıplar verir ve ne büyük gailelerle uğraşmak zorunda kalır. İşte birkaç örnek ve yapıp ettikleri:

Konum Korkusu İle Akrebe Dönüşen Akraba: Ebû Leheb

Peygamberlik sonrası Hz. Muhammed’e (aleyhissalâtu vesselâm) düşman kesilenlerin başında amcası Ebû Leheb gelir. Ebû Leheb, O’nunla alay etmekle yetinmez ve her zeminde tebliğ faaliyetlerini sabote etme adına elinden geleni yapar. Allah Resûlü, akrabalarını topladığında menfi çıkışlarıyla, iddia ve ithamlarıyla davet ortamını baltalar.

Kureyş’i Safa tepesinin eteğine topladığında hakaretler savurur ve O’nun insanlar üzerinde oluşturduğu müspet etkinin imana dönüşmesine engel olur. Panayır ve hac mevsiminde O’nu adım adım takip eder; muhatap olduğu insanlara O’nu kötüler ve tehdit içerikli söylemleri ile onları, zulme sevk eder. 

Allah Resûlü’nün evini taşlar. İnsanlarla buluşmasını engelleme adına defalarca üzerine insan ve hayvan pislikleri dökmeye yeltenir. O’nun karşısına dikilen müşriklere yaranmaya çalışır ve bu uğurda elinden gelen kötülüğü ardına bırakmaz. Ağır boykot yıllarında Ebû Cehil’in yanında yer alır ve akrabalarını ölüme terk eder. Oğullarına baskı yapar ve Allah Resûlü’nün kızlarını boşamalarını sağlar. Duruşuyla Allah Resûlü’nü yok etmek isteyenlerin cesaret kaynağına dönüşür. Hatta aile üyelerini, O’nu bitirme faaliyetinin en aktif saha elemanı haline getirir. Yaptığı şeylerin etkisi o kadar büyük olur ki hükmü, hesap gününe bırakılmaz ve ismi ile Kur’ân’da açıklanır.7

Ebû Leheb’i bu denli ağır düşmanlıklara iten sebep, kibir, haset, inat, atalarından miras kalan geleneklere körü körüne bağlılık gibi genel sebeplerin yanında özelde konumunu kaybetme endişesidir. Abdulmuttalib’ten sonra Mekke’nin idaresi ve Haşim oğullarının reisliği Ebû Talib’e geçer. Ebû Talib’in yaşı ileridir ve ondan sonra bu işe Cahiliye kültürü içerisinde en yakın Ebû Leheb’tir.

Fakat ahlakı ile herkesin güvenini ve saygısını kazanan yeğeni bir de peygamberlik görevi ile toplumun karşısına çıkınca üstelik daha ilk günden itibaren gönüllerde taht kurmaya başlayınca Ebû Leheb, liderlik ve reislik hayallerinin tehlikeye düştüğü zannına kapılır. Bütün gelişmelere bu zaviyeden bakar ve olayları buna göre yorumlar.

İkinci olarak Ebû Leheb, Mekke dahil Arap yarımadasındaki müşrik kabile reisleri arasında bilinen ve itibarı olan bir kimsedir. Yeğeninin şirki ve şirk etrafında şekillenen Cahiliye kültürünü ve anlayışını temelinden sarsan bir din ve dava ile ortaya çıkmasının, müşrik kabile reisleri arasındaki konum ve itibarına zarar vereceğini de düşünür.

Üçüncü olarak müşrik Araplar arasında adı konulmamış bir kast sistemi vardır ve Ebû Leheb, konum olarak bu sistemin zirvesinde yer alanlardan birisidir. Sosyal hayatta adaleti ve kardeşliği esas alan İslam dini, onları köleleri ile eşit tutmaktadır ki bu noktada da kast sisteminin kendisine sunduğu konumu ve avantajlarını kaybetmek istemez ve şöyle der: “Benim şunlarla bir tutulacağım dine yazıklar olsun!”8  

Üç ayrı hususta yaşadığı konum kaybı korkusu onu, Allah Resûlü’ne (aleyhissalâtu vesselâm) açık düşmanlığa iter. Ondaki bu korkuyu çok iyi değerlendiren Ebû Cehil (ve İblis), kendisini yakın körlüğüne düşürür, yeğenine yaptığı kötülüklerden dolayı onu alkışlar ve âdeta tepe tepe kullanırlar.

Konum Peşinde Şeytanlaşan Şaki: Ebû Cehil

Mekke döneminde Allah Resûlü ve ashâbına yapılan kötülüklerin planlayıcısı, organizatörü ve takipçisi Ebû Cehil’dir. Vahyin ilk günü başladığı bitirme faaliyetlerini Bedir’de son nefesini verinceye kadar on beş yıl kesintisiz sürdürür. Allah Resûlü, Kur’ân ve mü’minler ile alay eder, hakaretler savurur, şair, kâhin, sihirbaz ve mecnun gibi ithamlarda bulunur ve insanlara ağır baskı uygular. Açıktan davetin başlamasıyla birlikte zulüm ve işkenceye yönelir ve her türlü kötülüğü yapmaya başlar. Hatta bu noktada canlara bile kıyar.

Müslümanlar bu badireleri atlatma adına farklı diyarlara göç ettiğinde onları geri getirmek için heyetler ve o heyetlerle birlikte rüşvetler gönderir. Karşı tarafı katliamla tehdit eder. Suikastler tertipler, O’nu ve akrabalarını ortadan kaldırmak için toplumdan izole eder ve ağır boykota maruz bırakır. Dışardan Mekke’ye gelenleri şehrin girişinde karşılar ve nefret söylemleri ile insanları Allah Resûlü’ne düşman haline getirir. Hicretten sonra ise peşine taktığı ordu ile Bedir’e kadar gelir. 

Ebu Cehil’i şirkte tutan, haset ve kibir; ümmetin Firavun’u ve insanlık tarihinin en şaki insanı haline getiren ise İblis ve Ebû Leheb de olduğu gibi konumunu kaybetme korkusudur. Velid İbn-i Muğire, Mekke’nin idaresini ele alma adına yıllarca onun üzerine yatırım yapar; kendisini yetiştirir ve ön plana çıkarır. Yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiklerini düşündükleri sırada Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), bir peygamber olarak Hira’dan aralarına döner. Hiç hesaba katmadıkları bu gelişme karşısında âdeta şok yaşar ve çılgına dönerler.

Kâbe’ye ait en itibarlı işler, Allah Resûlü’nün sülalesindedir ve bir de bu peygamberlik ortaya çıkınca mümkün değil bu işi devşiremezler. Zira Allah Resûlü, toplumdaki en asil, en saygın ve kendisine en fazla güvenilen kimsedir ve Ebû Cehil, peygamberlikle birlikte O’nun daha aktif hale gelebileceğini ve kendi hareket alanının iyice daralacağını düşünür.9

Allah Resûlü’nün bizzat ona ve gönderdiği kimselere defalarca ifade ettiği üzere kesinlikle böyle bir gayesi yoktur. Fakat Ebû Cehil, inanmak ve anlamak istemez. Hayalini kurduğu konuma giden yolda Allah Resûlü’nü en büyük rakip görür; bitirmek için ‘atalardan tevarüs edilen milli (Cahiliye kültürü) ve manevi (putperestlik) değerleri koruma’ kılıfında yukarıda bir kısmına işaret ettiğimiz kötülükler dahil yapılmadık zulüm ve haksızlık bırakmaz.

En son O’nu ve ashâbını yok etmek için geldiği Bedir’de can verir. Ondan sonra Kureyş’in başına geçen Ebû Süfyan, Bedir’i haber alınca “Vâh kavmime! Bu, Amr İbn-i Hişam’ın/Ebû Cehil’in işidir. Kendisinin geri dönmeyi reddetmesi, halka baş olmak içindir. Bu, azgınlıktır ve azgınlık; akıl, mantık ve muhakemeyi devre dışı bırakan bir eksiklik ve uğursuzluktur!”10 der ve onun, on beş yıl boyunca Allah Resûlü’ne karşı yürüttüğü faaliyetlerin arkasında yatan gerçek sebebi ve asıl motivasyonu istemeden de olsa tarihe not düşer. 

Makam sevgisi hayali ve bu hayali gerçekleştirememe korkusu, Ebû Cehil’in vicdanını devre dışı bırakır. Vicdansızlığı da kendisini insanlıktan çıkarır; doğruluğunu tasdik ettiği insana karşı, bile bile firavunlaşır ve şeytanlaşır.

Konum Kaybıyla Fitne Kralına Dönüşen Münafık: Abdullah İbn-i Übeyy

Çıkardığı fitne ve sebep olduğu hadiselerle Allah Resûlü’nü ve mü’minleri en fazla yoranlardan birisi de Abdullah İbn-i Übeyy’dir. Allah Resûlü, Kuba’dan Medine’ye geçerken yolda yanına uğramak ister fakat o, daha ilk karşılaşmada “Seni buraya kimler davet ettiyse onların yanına konuk ol.”11 diyerek büyük bir saygısızlıkta bulunur. Yine, hastalanan Hz. Sa’d İbn-i Ubâde’yi ziyaret etmek için yola koyulan Allah Resûlü, yolda onun da aralarında bulunduğu bir gruba denk gelir ve bineğini durdurup yanlarına uğrar.

Bu durumdan ve mecliste anlattıklarından hoşlanmayan İbn-i Übeyy, “Ey kişi! Senin bu anlattıkların hak ve gerçekse, bundan daha güzel bir şey olamaz! Fakat Sen, bizim meclisimize gelip de bizi bununla rahatsız etme! Konak yerine git! Sana gelen olursa, bunları onlara anlat! Evinde otur! Sana gelmeyen kimseyi bununla rahatsız etme ve onun meclisine de onun hoşlanmadığı bir şeyle gelme!” diyerek ikinci bir densizlik yapar. Mekkeli müşriklerin kendisine gönderdiği ültimatom mektubu üzerine Allah Resûlü’nü ve muhacirleri Medine’den çıkarmak için halkı organize etmeye kalkar ama Allah Resûlü’nün zamanında müdahalesi ile hevesi kursağında kalır.12

Sürekli Mekke ile temas halinde olur; Medine’deki gelişmeleri onlara haber verir ve oradan getirdiği haberlerle Müslümanların moral ve motivasyonlarını çökertmeye çalışır. Allah Resûlü ile anlaşma imzalayan Yahudi kabilelerini isyana teşvik eder. Bedir onun için bir dönüm noktası olur. Kendilerinden çok şeyler umduğu Kureyş hezimete uğrayınca aleni düşmanlığı bırakır, adamları ile güce teslim olur ve yıkıcı faaliyetlerini içerden sürdürme adına İslam’a girdiğini söyler.

Onunla nifak hareketi doğar ve münafıklar, onun reisliği ve yönlendirmeleri altında Allah Resûlü’nü bitirmek için çalışmalar yürütmeye başlar. Medine’ye saldırmak isteyenlere her türlü desteği verir, en kritik anlarda Müslümanları yüzüstü bırakır, en hassas zamanlarda ürettiği yalan haber ve söylemlerle mü’minlerin birlik ve beraberliğini sarsmaya ve onları birbirine düşürmeye çalışır. Attığı iftiralarla Allah Resûlü’nün hareket alanını daraltmaya çalışır.

Abdullah İbn-i Übeyy’in, Allah Resûlü ve mü’minlere yaptığı bütün düşmanlıkların arkasında da genel sebeplerin yanında özelde konum kaybı, bu kaybın beraberinde getirdiği memnuniyetsizlik, hazımsızlık ve kin vardır. Zira o, Medine’nin ileri gelen yaşlılarını yani rakiplerini ortadan kaldırma adına ‘gizlice’ başlattığı Buas savaşını ‘açıkça’ devreye girerek bitirdiği için sivrilir, sevilir ve kral seçilir. Tac giyme hazırlıkları yapar ki siparişini verdiği tacı beklerken Evs’in ve Hazrec’in ‘ileri gelen gençleri’ İslam’a girer, inisiyatif alır ve Allah Resûlü’nü Medine’ye davet ederler.

Bunun üzerine hicret gerçekleşir. Evs’in başındaki Sa’d İbn-i Muaz ve Hazrec’in başındaki Sa’d İbn-i Ubade, Allah Resûlü’ne tabi olunca Medine’nin idaresi tabii olarak Allah Resûlü’ne geçer. Bu gelişme neticesinde Abdullah İbn-i Übeyy’in krallık hayalleri suya düşer hem müstakbel tahtını hem de Arap kabileleri nezdinde elde edeceği konumu kaybeder.

Ömrünün sonuna kadar ve İslam toplumu içinde kendisine gösterilen saygıya rağmen krallık konumunu kaybetmeyi bir türlü kabullenemeyen İbn-i Übeyy, Allah Resûlü’ne ve O’nunla irtibatlı her şeye düşman kesilir ve intikam alma adına yukarıda bir kısmına işaret ettiğimiz faaliyetlerin içerisine girer. Nitekim Allah Resûlü ziyaretine gittiği Hz. Sa’d İbn-i Ubâde’ye, İbn-i Übeyy’in yolda yaptığı densizliği anlatınca Hz. Sa’d, “Yâ Resûlallah! Onu affedin;kusuruna bakmayın! Sana Kitab’ı indiren Zât-ı Zülcelâl’e yemin ederim ki Allah’ın iradesi Sana peygamberlik vermek suretiyle tecelli etti.

Hâlbuki şu beldeciğin ahalisi, ona taç giydirmeye ve tacın üzerine de krallığa mahsus sarık sarmaya hazırlanmış bulunuyorlardı. Fakat Allah, Sana ihsan buyurduğu peygamberlik hakkı ile onların bu tasavvurlarını imkânsız hâle koydu. Bu mahrumiyetle, İbn-i Übeyy mahzun ve mükedder oldu. Yâ Resûlallah! İşte bu nedenle o, gördüğünüz çirkin harekette bulundu. Vallahi, o umup durduğu krallığı kendisinden Senin soyup aldığın görüşüne kapıldı. Sen onu af buyur!”13 der ve işin altında yatan gerçek sebebi haber verir.

Netice

Konum; makam ve mevki sevgisi, irade sahibi ve hayatı imtihana tabi insan için beraberinde getirdiği güç, kazanım ve ayrıcalıklar, ilgi, itibar ve şöhret gibi sebeplerden dolayı duyguları okşayan ve çoğu kimseyi peşinde koşturacak, entrikalar çevirmeye itecek, başkalarının elinde oyuncak haline getirecek, kötülük yapmaya sevk edecek, elde edince kibre sokacak, kaybetme korkusuyla paranoya yaşatacak, karakter ve kişiliğini değiştirecek, zulüm ve haksızlıklara itecek, kaybedince de kayba sebep gördüğü kimselere karşı kin ve düşmanlığa, intikam duygularıyla mücadele etmeye götürecek bir olgudur.

Bu konuda iradenin, vicdanın, akıl, mantık ve muhakemenin, hikmetin, ahlakın ve adaletin hakkını veremeyenler insanlık tarihi boyunca ne sıkıntılara, zulüm ve haksızlıklara sebebiyet vermişlerdir. Misallerde de görüleceği üzere Allah Resûlü ve ashâbının yaşadığı çilelerin arkasında da birilerinin makam sevgisi, hırsı, konumunu kaybetme korkusu ve kaybedenlerin de intikam almak için birtakım yolları ve değerleri kullanarak çevreyi iğfal etmesi yatar. 

Dipnot:

  1. Bkz. A’râf Sûresi, 7/11
  2. Bkz. A’râf Sûresi, 7/12, 13
  3. A’râf Sûresi, 7/19
  4. Bkz. A’râf Sûresi, 7/20, 21
  5. Bkz. A’râf Sûresi, 7/22
  6. Bkz. A’râf Sûresi, 7/23
  7. Bkz. Tebbet Sûresi, 111/1-5
  8. Taberî, Tefsîr 24/675
  9. Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre 1/202
  10. Vâkıdî, Megâzî 1/56
  11. Semhûdî, Vefâu’l-Vefa 1/445
  12. Bkz. Ebû Dâvûd, Harâc 23; Beyhakî, Delâil 3/178, 179
  13. Buhârî, Tefsîr 15, Mardâ 15, Edeb 115, İsti’zân 20
1 yorum
  1. Kaya diyor

    Tes.ederim.
    Çok güzel tesbitler…
    Allah razi olsun..
    Ders also Amel etmeyi nasib eylesin…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.