Kaybolan Deve ve Sahabenin Hayat Anlayışı (28 Zilkâde 10 Hicrî)
Hac yolculuğuna devam eden Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Arc’a ulaştığında konaklamak için durmuştu. Öğle vakti girmek üzereydi. Bu sırada Resûlullah’ın yanına, kızları Esmâ ve Âişe ile birlikte Hazreti Ebû Bekir de gelmişti. Zira acıkmışlar ve yola çıkmadan önce birşeyler yemek istemişlerdi! Bunun için Hazreti Ebû Bekir (radıyallahu anh), hizmetçisine seslenir ve azık yüklü devenin üzerinden yiyecekleri alıp getirmesini emreder. Ancak ortada, yeni bir durum vardır. Azık yüklü deve kaybolmuştur!
Maiyyet makamının serveri Hazreti Ebû Bekir (radıyallahu anh), Medine’den hareket etmeden önce Resûlullah’a gelerek kendisininki yanında O’nun da azığını taşımayı teklif etmiş ve kabul gören bu teklif sonrası onları bir deveye yükleyerek hizmetçisine teslim etmişti. Hizmetçi yol boyunca deveye belli mesafe biniyor belli mesafe ise yürüyordu.
Hizmetçi Üsâye’de istirahat ederken uyuyakalmış ve deve kalkıp yüküyle birlikte gitmiş, gözlerden kaybolmuştu. Uyandığında emanet deveyi yanında görememiş, arayıp taramış, önüne gelen herkese sormuş ama azık olarak un ve sevîk yüklü deveyi bir türlü bulamamıştı. Perişan haldeydi. Ancak yapacak birşey gözükmüyordu. Devenin kafilenin peşinden gitmiş olabileceğini düşünerek henüz bulamamış olsa da az sonra deveye kavuşacağını tahmin ederek buraya kadar gelmişti. Hâlâ sorup soruşturuyor ve aramaya devam ediyordu! Belki de sormadığı, bir efendisi Hazreti Ebû Bekir kalmıştı. Ancak devenin nerede olduğunu şimdi o (radıyallahu anh), ona soruyordu! Gerçeği söylemekten başka çaresi yoktu:
“Deve kayboldu!”
Binbir ihtimamla ve Allah Resûlü’nü de düşünerek hazırlık yapmış olan Hazreti Ebû Bekir (radıyallahu anh), deli-divane olmuştu. Başından kaynar sular dökülmüşcesine bir hâli vardı! Hizmetçisine dönmüş, ateş püskürüyor, hatta “Yiyecekler sadece bana ait olsaydı neyse! Onda Resûlullah ile ev halkının azığı da vardı!” deyip vuruyordu.
Allah Resûlü ile Hazreti Ebû Bekir’in azığının yüklü olduğu devenin kaybolduğunu duyan herkes, harekete geçmişti. Kimisi onu aramaya başlamış kimisi de elinde-avucunda ne varsa Allah Resûlü’ne getirme yarışına girişmişti. Benî Nadle de yiyecek getirenler arasındaydı.
Bu arada dikkatsizliği sebebiyle hizmetcisine kızmaya devam eden Hazreti Ebu Bekir’e dönen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Sakin ol! Bu iş ne sana ne de seninle birlikte bize aittir! Baksana, senin deveni kaybetmeme konusunda köle son derece istekli!” dedikten sonra ona, “İyisi mi sen gel de Allah’ın sana onun yerine gönderdiği bu yiyeceklerden ye!” buyurdu. Nebevî davete icabet etmemek olmazdı ve bu sözler karşısında yeniden hilm ü silm gömleğini giyen Hazreti Ebû Bekir de gelmiş, Benî Nadle’nin ikram ettiği azıkla karınlarını doyurmuşlardı.
Ashâbın getirdikleriyle herkesin karnı doyduğu bu sıralarda, hac kafilesini arkadan kontrol ederek gelen Safvân İbn-i Muattal’ın, kaybolan deve ile birlikte çıkageldiği görüldü. O âna kadar ölüp ölüp dirilen ve az önceki muameleye muhatap olan kölenin sevincine diyecek yoktu. Koşarak devesinin yanına gitti ve yularından tutarak onu huzura getirdi. Bir taraftan da Hazreti Ebû Bekir’e, “Bak! Kaybolan herhangi bir eşya var mıdır?” diye soruyordu.
Bunun üzerine devenin yükünü kontrol etmeye başlayan Hazreti Ebû Bekir (radıyallahu anh), bir su tasından başka herşeyin yerli yerinde olduğunu söyledi! Hizmetçi, su tasının da kendisinde olduğunu haber verdi! Onun bu sözünü duyan Hazreti Ebû Bekir (radıyallahu anh), kendisine dönerek, latifevârî bir edâ ile “Allah (celle celâlühü), emaneti sana teslim etti!” dedi. Böylelikle az önceki gerginlik ortadan kaybolmuş ve kaybolan azık yüklü deve hâdisesi de kapanmıştı.
Ancak artçıları devam etmekteydi; azık yüklü devenin kaybolduğu haberini alır almaz Benî Nadle gibi harekete geçenlerden birisi de Hazrec Kabilesi’nin lideri Sa’d İb-i Ubâde idi. Oğlu Kays ile birlikte develerinden birisine yiyecek yükleyen Hazreti Sa’d’ın, devenin bulunduğundan haberi yoktu. Oğluyla birlikte çadırın önüne gelmiş ve “Yâ Resûlallah!” diyordu. “Azık yüklü devenizin kaybolduğunu duyduk. İşte bu yiyecek yüklü deve onun yerinedir!”
Medine’ye hicret ettiği günden bu yana cömertliğiyle göz dolduran Hazreti Sa’d ve oğlu Kays’a dönen istiğna insanı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Allah (celle celâlühü) bize, yiyecek yüklü devemizi geri verdi! Allah (celle celâlühü), ikinize de onu mübarek kılsın; azığıyla birlikte devenizi götürebilirsiniz!” buyurdu. Ancak onun bu hassasiyete mukabil kendisine dua ettiği görülüyordu. Ardından da künyesiyle seslenip bugüne kadar yapageldikleri cömertliği özetler mahiyette, “Ey Ebâ Sâbit!” dedi. “Medine’ye geldiğimiz günden beri, bizi ağırlamak için verdiğiniz ziyafetler yetmez mi!”
Bir sahâbî olarak Resûlullah’ın duasına mazhariyet elbette çok önemliydi. Bunun için minnet ve şükürle iki büklüm olan Hazreti Sa’d’ın, Allah’a hamd ettikten sonra, “Allah’a yemin olsun ki yâ Resûlallah! Mallarımızdan sizin aldıklarınız, bizim için geriye bıraktıklarınızdan daha sevimlidir!” dediği duyuldu.
İçten gelen, gönlün sesi bir karşılıktı bu. Candan ve sıcacıktı! Ancak arkası da gelecek, Resûlullah da bunu mukabelesiz bırakmayacaktı. Bir farkla ki artık muhatap sadece Hazreti Sa’d değil, Kıyâmet’e kadar gelecek herkesti:
“Doğruyu söylediniz Yâ Ebâ Sâbit! Müjde ile felaha erdiniz; şüphesiz ki güzel ahlak, Allah’ın (azze ve celle) eliyledir. Allah, salih ahlakı kime ihsan etmeyi isterse onu ona verir! Şu da bir gerçek ki Allah, sana salih ahlakı ihsan etmiştir!”
Ortaya çıkan hayır işleme fırsatını iyi değerlendiren ve attığı bu isabetli adımın arkasından bu kadar iltifata mazhar olan Hazreti Sa’d (radıyallahu anh), hamd ü şükürle iki büklümdü. Büyük bir sevinçle “Bana bunu ihsan eden Allah’a hamd olsun!” dediği duyuluyordu.
Bu arada Sâbit İbn-i Kays Hazretleri devreye girmiş ve “Yâ Resûlallah! Muhakkak ki Sa’d İbn-i Ubâde’nin hâne halkı, Câhiliyye devrinde bizim büyüğümüzdü. Onlar kıtlık zamanlarında da bizi yedirip içirirlerdi!” demişti.
Hakikatı tespit ve tescil manasına gelen bir ifadeydi bu! Ortada, zaman ve zemine göre değişkenlik gösteren değil şartlar ne olursa olsun başından beri aynı vasfın sahibi bir karakter vardı. İşte Sâbit İbn-i Kays, Resûlullah’a bunu haber vermek istemişti. Muhtemelen bununla da niyeti, Hazreti Sa’d’ın geçmişte yaptığı iyiliklerinin de kendisine bir faydasının olup olmadığını öğrenmekti.
Bu asil insanın yaptıklarını gören ve mazisi hakkında da malumat sahibi olan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yerinde ve zamanında ifade edilen bu hakikata karşılık şunları söyledi:
“İnsanlar, maden cevherlerleri gibidir. Câhiliyye döneminde hayırlı olanı İslam’da da hayırlılarıdır! İslam’ı anlamada ve yaşamada derinleştikleri sürece şüphesiz onlara, Hakk’a teslimiyetlerinin karşılığı vardır!”