Hakkı Haykıran Rahibe ve Zulme Sessizlik
İslam’a ilk gönül verenler, kendilerini en temel hak ve hürriyetlerinden mahrum bırakan Mekkelilerin baskı, işkence, zulüm ve haksızlıklarından kurtulmak için Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Arada dönenler olsa da büyük çoğunluğu, on beş yıl orada kalmış; hicretin yedinci yılında Efendimiz’in (aleyhissalâtu vesselâm) Necâşî’ye yazdığı bir mektup üzerine Medine’ye dönmüşlerdi. Tam Hayber’in fethedildiği sırada gelmiş ve O’nunla buluşmuşlardı.
Onların gelişi, Allah Resûlü’nü fetih kadar sevindirmişti. On beş yıldır çift taraflı bir hasret yaşanıyordu; onlar canlarından çok sevdikleri Habibullah’ı özlemiş, O da en zor zamanlarda davetini kabul eden, bin bir haksızlığa maruz kaldığı halde iman ve Kur’ân davasından dönmeyen ve dinlerini yaşamak için memleketlerini terk etmek zorunda kalan başta amcaoğlu Hz. Ca’fer (radıyallahu anh) olmak üzere Habeşistan muhacirlerini çok özlemişti.
Medine muhacirleri ile Habeş muhacirleri, deniz muhacirleri ile kara muhacirleri buluşmuş ve nihayet on beş yıllık özlem dinmişti. Sıra orada yaşanan acı tatlı hadiseleri, önemli olayları dostlarla paylaşmaya gelmişti ki Allah Resûlü, huzurunda bulunan muhacirlere, “Habeş diyarında gördüğünüz ilginç şeyleri anlatmaz mısınız?” buyurmuştu. Dile kolay on beş yıl neler yaşanmamıştı ki…
Aralarından bir grup genç, “Tamam yâ Resûlallah!” diyerek başladılar anlatmaya: “Bir gün oturuyorduk. O esnada Habeşli ihtiyar bir rahibe, başı üzerinde büyük bir su testisi olduğu halde önce bizim yanımızdan ardından da Habeşli gençlerden birinin yanından geçti. Bu genç, bir elini kadının iki omuzu arasına koyarak onu itti. Bunun üzerine yaşlı rahibe, dengesini kaybetti ve dizleri üstüne düştü. Bu esnada başından düşen su testisi de kırıldı. Rahibe, derlenip ayağa kalktı, o gence döndü ve şunları söyledi:
“Ey zalim! Allah’ın kürsüyü kurup gelmiş geçmiş bütün insanları topladığı, eller ile ayaklar sahiplerinin işlemiş oldukları şeyleri anlattıkları zaman sen ne büyük suç işlediğini bileceksin! Yarın Allah’ın huzurunda benim durumum ile senin durumunun nasıl olacağını öğreneceksin!”1
Hadiseyi dikkatle dinleyen Allah Resûlü, önce iki defa: “Kadın doğru söylemiş, kadın doğru söylemiş.” buyurmuş ve söylediklerinin hak olduğu noktasında rahibe kadını tasdik etmişti. Peşinden ashâb-ı kirama dönmüş ve dinlediklerinin kendisinde tedai ettirdiği düşüncelerden hareketle şu hayati hatırlatmayı yapmıştı:
“Allah, zayıfların hakkını güçlülerden/mazlumların hakkını zalimlerden almayan bir ümmeti/milleti günahlardan ve pisliklerden arındırmaz!”2
Allah’ın bir millete yaptığı ihsanda ve isabet ettirdiği iyiliklerde o milletin ahlakî kıvamının, hak hassasiyetinin ve adalet seviyesinin büyük yeri vardır. Nitekim daha önce bu konularda haddi aşıp iyice azgınlaştıkları, ilahî uyarılara ve nebevî ikazlara kulak asmadıkları için nice kavimler helak edilmişti: “Halkı, zulümde artık onmaz derecede ileri gitmiş nice şehirleri yok ettik! Öyle ki şimdi hepsinin yerinde yeller esiyor; Üstü altına gelmiş binalar, körelmiş kuyular, yerle bir olmuş muhteşem saraylar…”3
Her milletin içerisinden zalim ve zorba insanlar ve idareciler çıkabilir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Fakat bütün bir milletin, bu zalim insanların ve zorba idarecilerin yaptıkları karşısında sessiz ve seyirci kalması, zayıfa ve mazluma sahip çıkmaması, hakkı tutup kaldırmaması, o milletin baştan ayağa çürümüşlüğüne işaret eder ki çürüyen ağaçların bir rüzgarla veya çürük binaların bir zelzele ile devrilip gitmesi gibi yıkılıp gider: “Biz zaten, ahalisi zulmü meslek edinmiş olandan başkasını imha etmeyiz.”4
Adaletin olmadığı yerde önce sosyal bağlar kopar sonra dengeler bozulur ardından da bütün insanî değerler hasar görür. İçten içe çürüyen ve zelil bir hale gelen millet, merhamete liyakatini kaybeder ve Allah, o milleti bu hallerini ıslah etmedikleri müddetçe ayağa kaldırmaz: “… Hak sahiplerinin, haklarını kolayca alamadığı bir millette hayır yoktur ve o millet iflah olmaz!”5
Hicretten sonra Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’nin yerleşim planınında bazı değişiklikler yapıyor; buna göre insanlara ev/arsa tahsis ediyordu. Bu esnada Zühreoğullarının Abd koluna mensup kişiler Abdullah İbn-i Mes’ud’u kast ederek “Ümmü Abd’ın oğlunu bizden uzak tut!” dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü şöyle buyurdu: “Niçin? Öyleyse Allah beni niye gönderdi? İçlerinde zayıfın hakkı kendisine verilmeyen bir topluluğu, Allah kutlu/aziz kılmaz.”6
Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) bir hutbesinde, “Ey insanlar! Sizler şu ayeti okuyor ve yanlış anlıyorsunuz: ‘Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez.’7 der ve konuşmasına şöyle devam eder: “Biz, Allah Resûlü’nün: ‘İnsanlar, zalimi görüp zulmüne mâni olmazlarsa, Allah’ın, hepsine ulaşacak umumi bir bela göndermesi yakındır!’ dediğini işittik. Yine ben, O’nun: “İçlerinde kötülükler işlenen bir cemiyet, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde, seyirci kalır, müdahale etmezse, Allah’ın hepsini saran umumi bir bela göndermesi yakındır!” buyurduğunu işittim.”8
“Zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve layık da değildir!” Zulme seyirci kalan rıza gösteriyor demektir ki “Zulme rıza, zulümdür!” Zalime zemin açıp destek olmak, zulmüne ortak olmaktır. Allah’tan dilsiz şeytanlara merhamet etmesini beklemek ise apayrı bir aldanmışlıktır. Allah Resûlü, “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki ya her türlü iyiliği emreder ve her türlü kötülükten sakındırırsınız ya da Allah’ın, umumî bir belâ göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez.”9
Bir millet, Hak katında ve insanlık nezdinde yükselmek ve hüsran yaşamamak istiyorsa “hakkı” yüceltmelidir:
Hâlık’ın nâmütenahi adı var, en başı “Hak”,
Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak!
Hani Ashâb-ı Kirâm ayrılalım derlerken,
Mutlaka “Sûre-i ve’l- asr”ı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh,
Başta imanı hakiki geliyor, sonra salâh,
Sonra hak, sonra sebât. İşte kuzum insanlık,
Dördü birleşti mi, yoktur sana hüsran artık.10
Yazar: Yücel MEN
Dipnot:
- Aynı muhtevayı haber veren Kur’ân’daki ayetlerden biri mealen şu şekildedir: “Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan iş bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu adalet terazisine getiririz. Hesap gören olarak herkese yeteriz.” Enbiyâ Sûresi, 21/47
- İbn-i Mâce, Fiten 20; İbn-i Hibbân, Sahîh 5058; Ebû Ya’lâ, Müsned 2003; İbn-i Kesîr, Tefsîr 7/160
- Hac Sûresi 22/45
- Kasas Sûresi, 28/59
- İbn-i Mâce, Sadakât 17
- İbn-i Sa’d, Tabakât 3/112
- Maide Sûresi, 5/105
- Ebû Dâvud, Fiten ve Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 8; İbn-i Mâce, Fiten 20
- Tirmizî, Fiten 9
- Mehmet Akif Ersoy
[…] “Ey zalim! Allah’ın kürsüyü kurup gelmiş geçmiş bütün insanları topladığı, eller ile ayaklar sahiplerinin işlemiş oldukları şeyleri anlattıkları zaman sen ne büyük suç işlediğini bileceksin! Yarın Allah’ın huzurunda benim durumum ile senin durumunun nasıl olacağını öğreneceksin!”1 […]