Efendimiz (sas) Hac Yolculuğunun Üçüncü Gününde (27 Zilkâde 10 Hicrî)

270

Hac yolculuğu boyunca sıcaktan etkilenmemek için geceleri de yol alınıyordu. Zira hac kafilesinde on binlerce insan vardı. Yatsı namazının ardından bir müddet dinlenildikten sonra yeniden yola düşülmüştü. Telbiyeler eşliğinde Medine’ye 68 kilometre uzaklıktaki Irku’z-Zubye’ye kadar gelinmişti. Demek ki Zü’l-Huleyfe’den bu tarafa 58 kilometre mesafe kat edilmişti! 

İnsanlar yorulmuş, fecir de yaklaşmıştı. Şimdi yolculuğa ara verilecek ve teheccüd için hazırlık yapılacaktı. Bilindiği gibi teheccüd namazı, Resûlullah için farz idi. Kabir sonrası hayatı aydınlatacak olan bu namazı kılmaları için ashâbını da teşvik ediyordu. İbadetle bütünleşen ve Resûlullah’ın her talebini yerine getiren cemaati, yolun sağ tarafındaki mescide koşmuş ve fecir vaktinin gireceği âna kadar namaz kılıyorlardı!  

Vaktin girmesiyle birlikte Irku’z-Zubye’de sabah ezanı yükselmeye başladı. Mahşeri kalabalık yek-vücud olmuş, bu çağrıya koşuyordu! Rehber-i Ekmel Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), şimdi de onlara sabah namazını kıldırıyordu! 

Namazın akabinde yolculuk yeniden başladı. Coşkulu kafile, tekbir ve telbiyeyi hiç bırakmadan yürüyordu. O kadar ki havanın sıcaklığı, çoğu zaman maruz kaldıkları toz ve yolun diğer meşakkatlerine rağmen ibadet coşkusundan taviz vermiyorlardı. Umumi koroya katılarak seslerini yükseltebildikleri kadar yükselttikleri için çoğunun ses telleri yıpranıp boğazları ağrımaya başlamış ve sesleri kısılmıştı!

Namaz sonrasında Irku’z-Zubye’den başlayan yolculuk, önceki gibi uzun olmadı. Yaklaşık 4 kilometre mesafedeki Ravhâ’ya gelindiğinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbına döndü ve burada istirahate çekilmeleri talimatını verdi.

Daha önce gelenler için Ravhâ, bilindik bir yerdi. Zira bir gazvelerinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte buraya uğramış ve o zaman da konakladıkları Ravhâ’da daha önce yaşananlar hakkında malumat sahibi olmuşlardı. Nitekim bundan yıllar önce o güne şahit olanlar, Resûlullah’tan dinlemiş oldukları bilgileri etraflarındakilere anlatmaya çoktan başlamışlardı: “Üstlerinde aba, yalınayak 70 peygamber Kabe’yi ziyarete giderken buraya uğramıştı.” 

Ayrıca Efendimiz Ebva gazvesine giderken Ravhâ’nın az berisinde bulunan Irku’z-Zubye mescidinde konaklamış ve orada ashabına dönerek “Bu dağın adı nedir? Biliyor musunuz?” diye sormuş, onlar da Allah ve Resûlü daha iyi bilir diye cevap vermişlerdi.  Bunun üzerine Allah Resûlü “Bu dağ ‘Hamt’ dağıdır. Cennet dağlarından bir dağdır. Allah’ım! Bu dağı hem sakinleri hem de bizim için bereketli kıl. Bu kez Ravhâ vadisini kastederek “Bu vadinin ismi nedir? biliyor musunuz, diye sordu. “Bu ‘Secasic’ vadisidir.” buyurdu ve şunları söyledi:

“Bu vadide benden önce 70 peygamber namaz kılmıştır. Nitekim Musa İbn-i İmran beraberinde Ben-i İsrail’den 70 bin kişiyle üzerinde Katavan bölgesine ait iki elbise ve kül rengi devesiyle buradan geçmişti. Ve yine Hazreti İsa ya hac için ya umre için ya da her ikisini eda için buradan geçmeden kıyamet kopmayacaktır.”

Efendimiz’in dedeleri arasında yer alan Mudar İbn-i Nizâr’ın kabri de burada bulunuyordu.

Bu arada sahabeden bazıları, yaralı bir zebra görmüş ve durumu gelip Resûlullah’a haber vermişti. Yalnız zebrayı kimin avladığı bilinmiyordu. Bunun için Habîb-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem), sahibi gelinceye kadar kimsenin ete dokunmamasını emir buyurdu. Çok geçmeden avın sahibi Zeyd İbn-i Ka’b de çıkageldi. 

Bu kadar kalabalık bir cemaatle bulunduğu yere gelen Habîbullah’ı görünce sevincinden uçacak gibi olmuştu. Ve “Yâ Resûlallah! Zebra sizindir! Dilediğinizi yapabilirsiniz.” diyerek avını hediye etti. Avı ihramlı birisinin kendisi veya ihramlı olmayan birinin ihramlı diğer insanlar için avlamadığı belli olunca zebrayı Hazreti Ebû Bekir’e teslim etti ve onu ashâbı arasında taksim etmesini emretti.  Sonra Fahr-i Kâinât Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) etrafındaki kalabalığa dönüp “İhramlı iken avlanmadığınız ve sizin için de avlanmadığı sürece kara hayvanları size helaldir!” buyurdu. 

Ravhâ’daki istirahat öğle namazına kadar devam etti. Ezanın okunmasıyla burada namazı kıldıran Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), etrafındaki ashâbıyla birlikte yeniden yola koyuldu. İstirahat sonrası yol yorgunluğunu atan ashâb, yine tekbir ve tehlil getirmeye başlamış, aynı iştiyakla Kâbe’ye yürüyordu!

Munsaraf denilen mevkiye gelindiğinde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ikindi namazının kılınması için mola verdi. Namaz kılındı kılınmasına ama yolculuk devam etmedi. Zira insanlar yorulmuş ve sıcaktan bunalmışlardı. Bu gece burada ârâm eyleyeceklerdi! Akşam ve yatsı namazlarının ardından istirahate çekildiler.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.