Efendiler Efendisi’ne (aleyhissalâtü vesselâm) Salât ü Selâm

1.009

Yüce Yaratıcımız, insanlığın başlangıcıyla birlikte değişik dönemlerde yeryüzüne kendi mesajlarını ulaştıracak peygamberler göndermiş, rahmeti ve hikmeti gereği bu peygamberleri insanlar içinden seçmiştir. Ancak bu seçim alelâde bir seçim olmayıp, inceden inceye araştırma, süzme ve titizce ayıklama anlamına gelen bir seçmedir. Dolayısıyla bu göreve seçilen peygamberlerin, insanlardan farklı bir konumda olmaları garipsenmemelidir. Hattâ yeryüzünün bu değerli görevlileri, kendi aralarında bile Cenâb-ı Hakk tarafından farklı derecelerde kılınmışlardır. “İşte şimdiye kadar zikrettiğimiz resullerden kimini kimine üstün kıldık. Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti…”(1), “..Biz nebîlerden bazısını bazısına üstün kıldık…”(2) beyanları da bu gerçeği göstermektedir.

Peygamber Efendimiz’e (aleyhissalâtü vesselâm) Has Hususiyetler

Yeryüzüne gönderilen son peygamberin, üstünlük bakımından farklı bir konumda olduğunu, Kur’ân’ın ifadelerinden anlıyoruz. Ona, diğer hiçbir peygambere verilmeyen birtakım özellikler verilmiştir. Son peygamber olması,(3) risâletinin evrenselliği,(4) risâletinin cinleri de kapsaması,(5) hanımlarının mü’minlerin anneleri olması,(6) geçmiş”gelecek günahlarının affedilmesi,(7) kendisine inanılması noktasında peygamberlerden söz alınması,(8) Kevser’in verilmesi,(9) ganimetlerin helal kılınması,(10) âlemlere rahmet olması,(11) özelliklerinin ehl”i kitap tarafından bilinmesi,(12) getirdiği dinin korunması teminatının verilmesi,(13) İsrâ ve Mi’rac‘ın ona has olması,(14) çeşitli zamanlarda meleklerin yardım etmesi,(15) ismiyle hitap edilmemesi,(16) kendisine soru sorma kasdıyla görüşmeden önce sadaka verilmesi,(17) kendisine itaatın aynı zamanda Allah’a itaat olması,(18) âhirette şahit olması,(19) kendisine Makam’ı Mahmûd’un verilmesi,(20) ümmetinin en hayırlı ümmet olması,(21) hayatına ve beldesine yemin edilmesi,(22) bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi‘nin lutfedilmesi, (23) gibi hususlar bunlardan bazılarıdır.

Âlemlere rahmet olarak yeryüzünü şereflendiren Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm), insanî niteliklerin yanısıra, aynı zamanda kendisine vahiy gelen bir elçidir. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk ona Kendisi ve ümmetiyle olan ilişkilerinde farklı bir konum takdir buyurmuştur. Kur’ân da bu gerçeği beyan etmiştir. Buna göre, inananların söz ve davranışlarında ileri gidip de onun önüne geçmemeleri,(24) seslerini Resûlullâh’ın sesinden fazlaca yükseltmemeleri ve insanların birbirlerine hitap ettikleri gibi ona hitapta bulunmamaları,(25) aksi takdirde bütün amellerinin zâyi olacağı(26) belirtilmiş, Efendimiz’in huzurunda seslerini ayarlamak suretiyle, gerekli saygıyı gösterenlerin, takva noktasında imtihanı başardıkları, dolayısıyla mağfiret ve büyük bir mükafata nâil olacakları(27) vurgulanmıştır. Hattâ o kadar ki, Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’de diğer peygamberlere kendi isimleriyle hitap etmesine mukabil, Hz. Muhammed’e (aleyhissalâtü vesselâm) “Ey Resûl!.. Ey Nebi!” gibi sıfatlarla hitapta bulunmuştur. Böylece inananların, birbirlerine seslendikleri gibi Resûlullâh’a seslenmemeleri, “Ey Muhammed!.. Ey Ebe’l-Kâsım!” gibi isim zikrederek hitapta bulunmamaları, ancak Yâ Resûlallah! Yâ Nebiyyallâh! gibi saygı ifade eden kelimeler kullanmaları gerektiği belirtilmiştir. Aynı zamanda böyle bir davranış, İlâhî ahlâk gereğidir. Allah’ın ona verdiği değeri ümmetinin de vermesi, yerine getirilmesi gerekli olan bir vecîbe olsa gerektir.

Bu bağlamda Cenâb-ı Hakk’a karşı birtakım görevlerimiz olduğu gibi, O’nun elçisi Hz. Muhammed’e karşı da bazı görevlerimiz vardır. Kur’ân-ı Kerîm bu görevleri, ona inanmak,(28) itaat etmek,(29) onu gereği gibi sevmek(30) ve ona salât u selâm getirmek(31) şeklinde ifade etmektedir.

salat ü selam

Salât u Selâm’ın Mânâsı

Bu yazıda, Hz. Peygamber’e karşı olan görevlerimizden, salât u selâm getirme konusu üzerinde durulacaktır. “Salât” kelimesi; istîğfâr, mağfiret, duâ, bereket, övgü, namaz(32) gibi anlamlara gelmektedir. “Salât”, Allah tarafından olunca rahmet,(33) meleklerden olunca Allah’ın mağfiretini istemek, mü’minler tarafından söylenince de ‘hayır duâ etmek’ mânâlarına gelmektedir(34)

“Selâm” kelimesi ise selâmet, esenlik, emniyet anlamlarınadır ki “selâmet ve emniyet senin üzerine olsun.” demektir. Selâm aynı zamanda Allah’ın bir ismidir. Selâm’ın Allah’tan olması ise “Allah seni korumayı, gözetmeyi üzerine almıştır, kefildir.” demektir. Selâmın bir de itâat etme ve sulh içerisinde bulunma anlamı vardır.(35)

Bu hususla ilgili olan âyet-i kerime meâlen şöyledir: “Muhakkak ki Allah ve melekleri, Peygambere hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin.”(36) Bu âyet, Efendimiz’e (aleyhissalâtü vesselâm) salavât getirmenin farz olduğunu göstermektedir.(37) Âyet-i kerîmenin bu sîga ile gelmesi, Resûlullâh’a salavâtın sürekli yenileneceğini ve devamlı tekrar edileceğini belirtmektedir. Âyetteki “salavât getirirler” ifadesi devamlılığa işâret etmektedir.(38)

Efendimiz’e salât ve selâm getirmenin önemini vurgulayan pek çok hadîs rivâyet edilmiştir. Bu cümleden olarak Resûlullah: “Yanında adım zikrolunup da bana salavât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün.”(39) buyurmuşlardır. “Burnu sürtülsün” ifadesi, bunu yerine getirmeyen kişinin böyle olacağını haber verme anlamına gelebileceği gibi, Efendimiz’in bu kişilere bir bedduası anlamına da gelebilir. Her iki durum da son derece tehlikelidir. Zira bu bir ihbarsa, zaten böyle bir durum olacaktır demektir. Şayet bir beddua ise, Peygamberin duası Cenâb-ı Hakk tarafından reddedilmeyeceğine göre, yine olacaktır demektir. Diğer bir rivâyette: “Allah benim için iki melek görevlendirmiştir. Ben bir Müslümanın yanında anıldım da bana salavât getirdi mi, mutlaka o iki melek ona: “Allah seni bağışlasın” derler. Allah Teâlâ ve diğer melekleri de o iki meleğe cevap olarak: “Amîn” derler. Bir Müslümanın yanında adım zikrolunduğunda da bana salavât getirmedi mi, mutlaka o iki melek: “Allah seni bağışlamasın.” der. Yüce Allah ve öteki melekler de o iki meleğe cevaben: “Amîn” derler.”(40) buyurmuşlardır.

Konuyla ilgili diğer bir hadîslerinde de şöyle der:

“Kim bana bir defa salât getirirse, Allah da ona on salât getirir ve on günahını affeder; on derece yükseltir.”(41) Hadîsin devamında: Bir gün Resûlullah sevinçli olarak geldi. Kendisine: “Sizi sevinçli görüyoruz!” denilince, şöyle buyurmuşlardır: “Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: “Ey Muhammed! Rabb’in diyor ki: “Sana salât eden herkese benim on rahmette bulunmam, selâm eden herkese de benim on selâm etmem sana (ikram olarak) yetmez mi?”(42)

“Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavât edendir.”(43)

“Gerçek cimri, yanında anıldığım hâlde bana salavât etmeyendir.”(44)

“Yeryüzünde Allah’ın seyyah melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (anında) bana ulaştırırlar.”(45)

İbn Ebî Leylâ‘nın rivayet ettiğine göre bir defasında Ka’b b. Aceze ile karşılaşmıştık. Bana şöyle dedi: Sana bir hediye vereyim mi? Bir gün Efendimiz yanımıza geldi ve ona sorduk: Ey Allâh’ın Resûlü, size nasıl selâm vereceğimizi bize öğrettiniz. Peki ama size sana nasıl salavât getireceğiz, bunu da öğret.” Buyurdular ki: şöyle deyin:

“Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ İbrâhîm’e ve alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd. Allâhümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ İbrâhime ve alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd.”(46)

İslâm âlimlerine göre Resûlullâh’ın ismi zikredilince bir defa salât ve selâm getirmek vâcip,(47) isminin tekrar edilişi sayısınca getirmek ise müstehap sayılmıştır.(48) Keza namazda, tahiyyattan sonra onun isminin geçtiği ve yazıldığı yerlerde, ezan okunduğunda, cuma günlerinde, camiye girildiğinde, cenaze namazı kılınırken, kabri ziyaret edildiğinde salâ u selâm okumak müstehap olarak kabul edilmiştir.(49)

Salât u selâm‘ın iki yönü vardır: Mü’minlerin Resûlullâh (aleyhissalâtü vesselâm) için getirdiği salavât, Allah Teâlâ’nın, peygamberinin kendi katındaki değerini artırması içîn bir duâ niteliği taşımaktadır. Salavatın mü’minlere bakan yönü de kulu Allah’a yakınlaştıran vesilelerden birisi olmasıdır.

Resûlullâh’a yapılan salât, onun aslında salâta olan ihtiyacından dolayı değildir. Aksi halde, peygambere Allah salât-selâm edince, meleklerin de salâtına ihtiyaç kalmazdı. Bu, ancak ona duyulan saygıyı ifade etmek içindir. Nitekim Yüce Yaratıcı da, kendisinin aslâ ihtiyacı olmadığı hâlde bize, kendini anmamızı farz kılmıştır. Bu, ancak Cenâb-ı Hakk’ın bize bundan dolayı mükâfat vermesi, bize şefkat ve merhamet göstermesi ve bizlerden Hz. Peygamber’e saygımızı ortaya koymamız içindir.(50) İşte bundan dolayıdır ki, Hz. Peygamber de: “Kim bana tek bir defa salât u selâm getirirse, Allâh da ona on defa salât eder.”(51) buyurmuşlardır. Allah Teâlâ, Peygamberini, ümmetinin kendisine getirmiş olduğu salât u selâmın minneti altında bırakmamıştır. Çünkü buna bedel, Peygamber’in de ümmetine salâtta bulunmasını emrederek, mukâbele etmesini sağlamıştır:(52) Nitekim bu husus Kur’ân-ı Kerîm’in âyetiyle beyan edilmiştir: “..Onlara duâ et. Çünkü senin salâtın (duân), onların kalplerini yatıştırır.”(53)

Yukarıda geçtiği üzere ‘salavât’ın bir mânâsı, rahmettir. Rahmet duası olan salavât ise, Rahmetenlil-Âlemîn’in vusûlüne vesiledir. Öyle ise salavâtı kendimiz için Âlemlere rahmet Hz. Muhammed’e (aleyhissalâtu vesselâm) ulaşmaya bir vesile yapmalı ve o Zâtı da rahmet”i Rahman’a nâil olmaya vesile kılmalıyız.

Teşehhüdde Efendimiz’e bütün mahlukatın salavât ve selâmlarını kendi hesabına Yüce Rabb’imize hediye edip, Resûlü Ekrem’e selâm etmekle, ona karşı olan bağlılığımızı yenilemiş ve aynı zamanda onun bize olan emirlerine itaatımızı izhar etmiş oluyoruz. Yine Asr-ı Saâdet’ten günümüze kadar bütün ümmetin salâtları, Resûlullâh’ın duasına devamlı surette bir âmîn demektir ve bir umumî iştiraktir. Hattâ ona getirilen her bir salavât dahi, onun duasına birer âmîndir ve ümmetinin her bir ferdinin, namazlarında ona salât ve selâm getirmeleri, onun ebedi saâdet hususundaki duasına gayet kuvvetli ve umumî bir âmîndir. Yani bir yönüyle Hz. Peygamber dua ediyor, diğer insanlar da bu duaya âmîn diyorlar. Bu da, onun duasının ne derece makbul olduğunu gösterir.

Hz. Peygamber’e getirilen salât ü selâmda, ümmetinin ona karşı bir teşekkür borcunu yerine getirmesi anlamı da vardır. Zira ümmetine karşı son derece düşkün olan ve onlara dünya ukbâ saâdetinin yolunu gösteren o Zât’a karşı salât ü selâm getirmek hem bir vefa ve sadakat borcu olmanın ötesinde bir İlahî emirdir.

Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) ahirette ümmetine daha çok şefaat edebilmesi için ümmetinin sınırsız dualarına ve salavâtına ihtiyaç duymaktadır.

Efendimiz’e salavât getirmede şu hususlar düşünülebilir: O, ümmetine her noktada örnek olma durumundadır. Bu durumda da örnek olmuştur. Nasıl mü’minler namaz kılarken Resûlullâh’ın namaz kılışını örnek alıp namaz kılıyor, oruç, hac gibi ibadetlerde Ona bakarak eda ediyorsa, salavâtta da O’nun uygulamalarına uymaktadırlar ve uymalıdırlar.

Netice itibariyle, salât selâm getirme, mü’minlerin Resûlullâh’a karşı yapmaları gereken en önemli görevlerden birisidir. Çünkü âyetin ifadesine göre hem Yüce Allah, hem de melekler Efendimiz’e salât-selâm getirmektedir. İnananların bundan geri durması, doğru bir davranış değildir Bu davranış, Hz. Peygamber’e karşı olan saygı ve sevginin alâmeti olarak kabul edilmekte ve aynı zamanda böyle bir davranışla mümin, bu konuda Allah’a ve meleklere ittibâ etmiş olmaktadır..


Kaynaklar

1- Bakara 2/253.
2- İsrâ 17/55.
3- Ahzâb 33/40
4- A’râf 7/158; Enbiyâ 21/107; Sebe’ 34/28; Bakara 2/21; Nisâ 4/179…
5-Ahkâf 46/29; Cinn 72/113.
6-Ahzâb 33/6.
7- Fetih 48/12.
8-Âli İmrân 3/81.
9-Kevser 108/1.
10- Enfâl 8/1.
11- Enbiyâ 21/107.
12- Bakara 2/89,146; A’râf 7/157.
13-Tevbe 9/33; Mâide 5/3; İbrahim
14/9. 14-İsrâ 17/1; Necm 53/118.
15-Âli İmrân 3/13, 122123; Enfâl 8/912, 4344…
16-Mâide 5/67; Enfal 8/64; Müddessir 74/1; Nûr 24/63.
17- Mücâdele 58/1213.
18-Âli İmrân 3/31, 32, 132; Nisâ 4/80; A’râf 7/158.
19- Bakara 2/143; Nisâ 4/4142; Nahl 16/89; Ahzâb 33/45.
20-İsrâ 17/79.
21-Âli İmrân 3/110.
22- Hicr 15/72; Beled 90/12.
23-Kadr 97/15.
24-Hucurât 49/1. Bunun anlamı: Hz. Peygambere inanan kimselerin, karşı karşıya kaldıkları konularda, Allah ve Resûlü’nün bir hükmünün olup olmadığını araştırmaları ve ona uymaları gereklidir.
25-Nûr 24/63; Hucurât 49/2. Bu âyette o dönemde yaşayan kimselerin, onunla konuşurken dikkatli davranmaları, seslerini ayarlamaları ve sadece ona duyuracak kadar bir ses tonuyla konuşmaları istenmektedir. Daha sonra gelecek olanlar gelince, onlar da bu saygıyı, onun sünnetine karşı göstermeli, hadîsleri sükûnet ve saygıyla dinlemeli ve gereklerini tam anlamıyla uygulamalıdırlar.
26-Hucurât 49/2.
27-Hucurât 49/3.
28-Bakara 2/136; 137; 285; Nisâ 4/152; A’râf 7/158; Teğâbun 64/8…
29-Âli İmrân 3/3132; Nisâ 4/1314; 6465; 69; Tevbe 9/71…
30-Âli İmrân 3/31; Tevbe 9/24.
31-Ahzâb 33/56.
32-Dâmeğânî, Hüseyn b. Muhammed, Kâmûsu’l-Kur’ân, Dâru’l-İlm Li’1-Melâyîn Beyrut 1985, s. 284285; Râğıb, el İsfehânî, el Müfredât, Dâru’1-Ma’rife, Beyrut ts; s. 285286; İbn Fâris, Ebu’1-Hüseyn Ahmed b. Fâris b. Zekeriyya, Mu’cemu’l Mekâyîs fi’l Lüğa, (Neşr: Şihâbuddîn Ebû Amr), Dâru’1-Fikr, Beyrut 1994, s. 572573.
33- Râğıb, a.g.e, s. 285; İbn Fâris, a.g.e, s.573.
34-Dâmeğânî, a.g.e, s. 284; Râğıb, a.g.e, s. 285; Cessâs, Ebûbekr Ahmed b. Ali er-Râzî, Ahkâmu’l-Kur’ân, Dâru İhyâi’t-Turâsi’1-Arabî, Beyrut 1985, 5/231, 243; Kâdı Iyaz, Ebu’1-Fadl el-Yehsubî, eş-Şifâ Bi Ta’rifi Hukûki’l-Mustafâ, Dâru’1-Fikr, Beyrut 1988, 2/60; İbn Kesîr, Ebu’1Fidâ İsmâîl ed-Dımeşki, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru Kahraman, İst.1992, 6/447 vd.
35-Kâdı Iyaz, a.g.e, 2/6061.
36-Ahzâb 33/56.
37-Cessâs, a.g.e, 5/243; İbnü’1-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 3/623; Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1985, 14/232233; Sâbûnî, M. Ali, Revâiu’l-Beyân Tefsîru Ayâti’l-Ahkâm Mine’l-Kur’ân, Dersaadet Kitabevi, İst.ts. 2/366; Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, Feza Gazetecilik A.Ş, ts; 6/333.
38-Sâbûnî, a.g.e, 2/367.
39-Tirmizî. Daavât 110; Ahmed b. Hanbel, 2/254.
40-Heysemî, Nûreddîn Ali b. Ebûbekr, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, Dâru’r-Reyyân, Kâhire 1987, 10/164166; Kurtubî, a.g.e, 14/233; İbn Kesîr, a.g.e, 6/465466.
41-Nesâî Sehv 55.
42-Nesâî Sehv 55.
43-Tirmizî Salât 357.
44-Tirmizî Daavât 110.
45-Nesâî Sehv 46.
46-Buhârî, Enbiyâ 10; Tefsîru Sûreti (33) 10: Daavât 31, 32; Müslim, Salât 65, 66, 68, 69; Ebû Dâvûd, Salât 179; Tirmizî, Vitr 20; Tefsîru Sûreti (33) 23; Nesâî, Sehv 49, 54; İbn Mâce, İkâme 25; Dârimî, Salât 85; Muvatta, Sefer 66, 67; Ahmed b. Hanbel, 1/162, 199; 3/47; 4/118, 119, 241, 243, 244; 5/274. 374, 424.
47-Cessâs. a.g.e, 5/243; Kurtubî, a.g.e, 14/233; Elmalılı, a.g.e, 6/333.
48-Zuhaylî, Vehbe, et-Tefsîru’l-Munîr, Dâru’1-Fikr, Beyrut 1991, 22/102; Sâbûnî, a.g.e, 2/367 vd.
49-Kâdı Iyaz, a.g.e, 2/6468: Zuhaylî, a.g.e, 22/99.
50-Râzî, Fahruddin Muhammed b. Ömer b. Huseyn b. Hasan b. Ali et-Teymî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru’1-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1990, 25/196.
51-Ebû Dâvud, Vitr 26; Dârimî, Rikâk 58; Ahmed b. Hanbel, 2/172, 187; 3/102, 261.
52-Râzî, a.g.e, 25/196.
53-Tevbe 9/103.

Yazar: Yeni Ümit dergisinden alınmıştır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.