Ebû Leheb’lik Yapanların, Elleri Kurusun!
Allah Resûlü, “Önce en yakın akrabalarını uyar!”1 ayeti nazil olunca Abdulmuttaliboğullarını toplar ve onlara bir ziyafet verir. Ziyafette amcaları Ebû Talib, Abbas, Hamza ve Ebû Leheb de vardır. Ebû Leheb, risaletin başlangıcından itibaren kendisini inad, ilhad ve inkara saldığı için hem kendi ailesini baskı altına alır hem de bu toplantıda O’na konuşma imkânı vermez. Allah Resûlü ertesi gün tekrar yemekli bir program düzenler ve yine tebliğde bulunmak ister. Fakat Ebû Leheb, ilk içtimada olduğu gibi burada da “Arkadaşınız sizi büyülemesin!” diye O’nun davetini sabote eder. Bundan sonra Allah Resûlü daireyi biraz daha genişletmeye karar verir. Safâ tepesine çıkar ve olağanüstü hallerde kullanılan “Ya sabahah!” çağrısıyla şehre seslenir. Sesi duyanlar, “Bu seslenen de kim?” diye merakla sorar ve aldıkları “O, Muhammedü’l-Emin!” cevabı üzerine Safa tepesine koşarlar. Bu arada Allah Resûlü, hiç kimsenin geri kalmasını istemez ve tek tek Kureyş’in bütün boylarının isimlerini sayar. Çok geçmeden kabilelerin büyük bir çoğunluğu etrafında toplanır. Hatta meşguliyetlerinden dolayı katılamayanlar da haber almak için bir temsilci gönderir.
Allah Resûlü, etrafında toplanan meraklı kalabalığa şöyle hitap eder: “Size, şu dağın arkasından bir düşman ordusu geliyor ve sabah ya da akşam baskın yapacak desem, bana inanır mısınız?” Onlar hep bir ağızdan “Evet! İnanırız. Zira bugüne kadar Senin hiç yalan söylediğine şahit olmadık!” cevabını verirler. Bunun üzerine O, “İşte benimle sizin durumunuz, kavmini düşmana karşı uyaran bir kimse gibidir. Ben, içinde bulunduğunuz şirk, küfür ve kötülüklerden dolayı, şiddetli bir azap gelip sizi yakalamadan önce size uyarıcı olarak gönderilmiş bir Peygamberim. Allah bana, sizi uyarmamı emretti. Siz, ‘Allah’tan başka ilah yoktur!’ demedikçe sizin için ne dünyada ne de ahirette hiçbir şey yapamam.” buyurur ve Kureyş’e mensup kabileleri İslam’a davet eder. Fakat O’nu adım adım takip eden amcası Ebû Leheb burada da ortaya çıkar. Allah Resûlü’nün bu etkili çıkışıyla yakaladığı tebliğ atmosferini sabote etmek için hemen öne atılır ve “Hay kahrolası! Soyun sopun kurusun! Bunun için mi bizi buraya çağırdın?” diye hakarette bulunur ve herkesin zihnini dağıtır.2 Sözlü sataşmasının arkasından bir de eline taş alır ve Efendimiz’e onunla vurmak ister.3
Amca Ebû Leheb’in sahip çıkması gereken yerde bu düşmanca ve alaycı tavrı, yüzlerce insanın dinlemesine ve iman etmesine mâni olur. Öyle ki insanlar “Allah’ın elçi olarak gönderdiği de bu mu?” diye alay etmeye başlarlar. Ardından da yaptıkları işin ne kadar isabetli olduğunu anlatma ve birbirlerini motive etme adına, “Eğer biz sebat etmeseydik/direnmeseydik, nerdeyse bizi tanrılarımızdan vazgeçirecekti…” derler.4 Allah Resûlü, bin umut insanları topladığı Safa tepesinde büyük bir üzüntü yaşar. Ancak amcasının davet ortamını baltalayan bu çıkışı ve hakaretleri karşısında genel üslûbunu bozmaz; “Cahiller kendilerine laf atarsa/sataşırsa ‘kalın selametle!’ der geçer giderler.”5 emrine imtisal eder ve Safa’dan ayrılır.
Fakat Cenâb-ı Hak, bir sûre indirir ve hem Ebû Leheb’e hem de onun gibi hareket edip Allah’a daveti baltalama adına Ebû Leheb’lik yapanlara gerekli karşılığı verir:
Ebû Leheb’in Elleri Kurusun!
Ebu Leheb’in, Allah Resûlü’nün bütün gayretlerini boşa çıkarmaya çalışması ve etrafındaki insanların hidayetine giden yoldan alıkoyması ilahî laneti celbeder. Bu sebeple gelen vahiyde hem kendisi hem de onun en büyük destekçisi ve teşvikçisi karısı Ümmü Cemil de lanetlenir:
“Ebû Leheb’in elleri kurusun ve zaten kendisi de kahroldu/kahrolacak! Ne o çok güvendiği malı ve serveti kurtarabilecek onu helak olmaktan ne de diğer kazandıkları. İşlediği günahlardan ve yaptığı bu düşmanlıklardan dolayı alev alev yanan bir ateşe atılacaktır o! Bir zamanlar lâf getirip-götüren ve Peygamberin yoluna dikenli çalılar taşıyan karısı da, –yaptıklarına uygun bir ceza olarak- onun ateşine odun hammallığı yapacak. Hem de gerdanında, -dillere destan kolyesi yerine- hurma liflerinden örülmüş kalın bir halat olduğu halde.”6
Ebû Leheb (أبو لهب) Kimdir?
Asıl adı Abdul’uzzâ olan Ebû Leheb, Peygamber Efendimiz’in amcasıdır. Utbe isimli büyük oğlundan dolayı künyesi Ebû Utbe olduğu halde babası onu, güzelliği sebebiyle ateş gibi parladığı ya da öfkelendiği vakit yanakları kızardığı için “alevin babası” anlamına gelen bu künye ile adlandırmıştır. Mekke’nin ileri gelen isimlerinden olan Ebû Leheb, yeğeni Muhammed’i hem yakını olması hem de Mekkeliler arasındaki saygın kişiliği itibarıyla sever ve O’na yakınlık gösterir. Ancak Allah Resûlü kendisine indirilen vahyi ve peygamberliğini tebliğ etmeye başlayınca tavrı tamamen değişir; sıla-i rahim bağlarını koparıp atar ve Efendimiz’e azılı bir düşman kesilir.
Ebu Leheb, ismiyle müsemma olur (Abdu’luzzâ) ve Uzza’ya kulluktan vazgeçmez. Hatta bu puta nezaret eden Eflah İbn-i Nadr eş-Şeybânî ölürken kendisinden sonra Uzza’nın ihmal edileceğinden endişe ettiğini belirtince ona, bu görevi kendisinin hakkıyla yerine getireceğinden emin olabileceğini söyler ve onu teskin eder. 7 Yine lakabı gibi “ateşin babası” olur; Allah Resûlü’ne öfkesi ve İslam’a düşmanlığı ile başı çeker, sonunda dünya hayatını mahveder, ahiret hayatını da ateşlere dönüştürür.
Hayatını Allah Resûlü’ne düşmanlığa adayan bu kömür ruh, hakkında nazil olan bu lanete rağmen yine vazgeçmez, Peygamberimiz’e, elinden gelen her türlü eziyeti yapmaya devam eder. Evi, Allah Resûlü’nün evine yakın olduğu için sık sık evini taşa tutar ve başkalarına da taşlatır. Kapısının önüne çöp ve pislikler atar/attırır. Ebû Leheb, bunlarla da yetinmez bir de gece gündüz tebliğ çalışmalarına devam eden Allah Resûlü’nü yakın takibe alır. O’nun tebliğ için tertip edip düzenlediği özel davetlere mutlaka katılır ve orada Efendimiz’e konuşma fırsatı vermez, engeller.8 İnsanlarla görüşüp konuştuğu için O’nu taşlar ve ayaklarını kanatır; uyguladığı bu şiddetle Efendimiz’i tebliğden vazgeçmeye/alıkoymaya ve insanlara ulaşmasına engel olmaya çalışır.
Dîloğullarından Rebîa İbn-i Abbâd daha henüz Müslüman olmadan önce gördüğü bir tabloyu şöyle anlatır: “Allah Resûlü’nün bir gün Zülmecaz panayırında görmüştüm. O, insanlara ‘Lailaheillellah deyin, kurtulun!’ diye tebliğde bulunuyordu. İnsanlar etrafında toplanmış pürdikkat O’nu dinliyordu. Fakat arkasında parlak yüzlü bir adam vardı. Başına dikilmiş ‘Bu dinimizden çıkmış bir sabiidir, yalancıdır, ona uymayın! Dikkat edin! Bunun anlattıkları sizi atalarınızın dininden alıkoymasın. Bu sizi Lât ve Uzza’ya ibadetten uzaklaştırmak istiyor.” diye telkinde bulunuyordu. Ben bu adam kimdir diye sordum. Bana amcası Ebû Leheb olduğunu söylediler.” 9
Ebû Leheb bunlarla yetinmez bir şekilde Efendimiz’in ulaştığı kimseleri tespit eder onlarla birebir de görüşür/konuşur; O’nun, yalancı, kâhin, sihirbaz ve kavmini birbirine düşüren bir fitneci olduğunu söyler. Muhataplarına sözlerine asla itibar etmemeleri gerektiğini telkin eder. O, uydurduğu bu tür yalan ve iftiralarla zihinlere şüphe tohumları eker, İslam’a yakınlık duyanları Resûl-ü Ekrem’den uzaklaştır.10
Ebû Leheb, bu azılı düşmanlığının bir sonucudur ki yine Haşimoğullarına karşı uygulanan boykotta kendi kabilesinin yanında durmaz, müşrik ve düşman kabilelerin arasında yer alır. Bu tavırlarıyla inen surenin doğruluğunu ve hakkaniyetini tasdik eder. Üç yıl süren bu zor dönemde de Ebû Cehil’le birlikte hareket eder; insaf ve vicdanını tamamen devre dışı bırakır. Ambargoyu öngören karar alınıp Kâbe’de ilan edildikten sonra Haşimoğulları’nın toplandığı mahallenin giriş ve çıkışlarını kontrol altına alır. İçeriye sokulmaya çalışılan bütün yiyeceklere el koyar, dışarıdan gelebilecek/gönderilecek her türlü yardıma engel olur.
Özellikle bunu kendisine özel vazife edinir ve acımasızca takip eder. Mekke’ye dışarıdan gelen ticaret kervanlarının sahipleriyle konuşur, onlara Haşimîlere mal satmamalarını tenbihler, kendisinin isterlerse mallarına daha yüksek fiyat verip satın alacağını da belirtir. Hatta bir gün Utbe İbn-i Rebîa’nın kızı Hind ile karşılaştığında ona “Ey Hind! Ne dersin? Lât ve Uzza’ya yeteri kadar destek olabildim mi?” diye sorar. Kendisini yakından gözetleyen Hind de ona “Evet! Allah seni hayırla mükafatlandırsın ey Ebâ Utbe!” der ve yaptıklarıyla onu takdir eder.11
Yine bazen o, toplumun önüne çıkar, hem Peygamber Efendimiz ile alay etmek hem de insanların kafasında şüpheler oluşturmak için şaklabanlık yapar ve şöyle der: “Muhammed bana görmediğim birtakım şeyler va’d ediyor ve bunların ölümden sonra gerçekleşeceğini iddia ediyor. Ölümden sonra bana ne hayır/ne fayda gelebilir ki?” Ardından da ellerine üfleyip, bütün Müslümanlara “Yuh size! Muhammed’in bu saçmalıklarına mı inanıyorsunuz?” diye hakaret eder.12 Hatta o, bu düşmanlığını o kadar ileriye taşır ki Allah Resûlü’nün öldürülme kararının altında onun da imzası olduğu gibi, hicret edeceği gece Peygamber Efendimiz’e su-i kast düzenlemek için evini ablukaya alan çete içerisinde o da yer alır.
O’nu Yok Etmek İçin Yola Çıkan Orduya Desteği
Hastalığından dolayı Bedir savaşına katılamaz fakat düşmanlık gözünü öylesine kör etmiştir ki yerine paralı asker tutar; Ebu Cehil’in kardeşi Âs İbn Hişâm’ı gönderir. Bedir’de müşriklerin büyük bir bozguna uğradığı haberini alınca da fazla dayanamaz ve hem yakalandığı çiçek hastalığı hem de kahrından dolayı birkaç gün sonra aleme ibret şekilde ölür. Oğulları, o gün için ölümcül tehlikesi olan virüsün kendilerine de bulaşacağı endişesiyle babalarına yaklaşamaz ve defnedemezler. Ücretle tuttukları Sudanlı işçilere onu gömdürürler. Kur’ân’ın buyurduğu gibi bu kötü akıbete karşı kendisine düşmanlıkta destek olan yakınlarının, konumunun ve zenginliğinin hiçbir faydası dokunmaz:
“Ona, ne malı, ne kazandıkları ne de evlad u ıyali bir fayda vermez. Bir de ahirette, işlediği günahlardan, Allah Resûlü’ne düşmanlık yapmaktan ve insanların imanına mani olmaktan dolayı alev alev yanan bir ateşe de atılacaktır o!”13
Değerlendirme ve Sonuç
Ebû Leheb, her ne kadar belli bir şahsı gösteren künye olsa da terkibin “alevin babası” anlamına gelmesi, Allah’a, Resûlü’ne ve İslâm’a karşı kıyamete kadar ateş püskürüp de kendini cehenneme atacak olan bütün müşrikleri/kafirleri/münafıkları temsilen seçilmiş bir prototiptir. Onun hem dünya hem de ahirette hüsrana uğratılması, farklı asırlarda gelecek bütün Ebû Leheb’lere misal yapılır. Böylece “Allah’ın nurunu söndürmeye çalışanların bütün gayretlerinin boşa çıkacağı ve kafirler/müşrikler istemese de eninde-sonunda Allah’ın nurunu tamamlayacağı hakikati”14 ‘sünnetullah’ olarak bu sûrede ortaya konulur.
Bu lakab kendisine yüzünün parlaklığı, yanaklarının kırmızılığı, hiddet ve şiddeti itibarıyla övgü manası düşünülüp ateşe benzetilerek verilmiş olsa da, bu vasfın hakikatinde “ateş kaynağı olmak” veya “ateşi sevmek” manasının bulunması ve en şiddetli ateşin de cehennem ateşi olması sebebiyle Ebû Leheb, “cehennemlik” ünvanına dönüştürülür. Artık ayetteki kullanımıyla lakab, fiil ve hareketleri itibarıyla “Cehennemin babası” manasına darb-ı mesel haline getirilir. “O, alevli ateşe girecektir.” ayeti de açıkça bu nükteyi teyid eder.15
Ebû Leheb, Allah Resûlü’nün baba bir amcası olarak, âli bir neseb, soy ve şerefe sahip olduğu halde, iman etmeyip de ona düşmanlık ve küfürde ısrar ettiğinden dolayı aleme ibret olacak şekilde helak edilir. Onun soyu ve yakınlığının kendisine bir fayda vermeyip onu kurtaramaması, Peygamber Efendimiz’e buğzedip düşmanlık yapanların da -kim olursa olsun tevbe edip yaptıklarından vezgeçmezlerse- dünya-ahiret hüsrana uğrayacakları, bu aile üzerinden ifade edilir. Allah Resûlü’nün külli bir kaide halinde verdiği şu ölçü de bunun apacık bir ifadesidir: “… Kimi ameli geri bırakırsa onu nesebi/soyu kurtaramaz.”16 Dolayısıyla Rabb’e yakınlığı olmayan kimselerin salih zatlara yakınlığı onlara bir fayda sağlayamaz. Allah katında değerli olan salihlere neseben yakınlık değil samimi niyet ve salih amelle Allah’a yakınlıktır.
Ebû Leheb, Peygamberimiz’in amcası olması itibarıyla akrabalığın ve komşuluğun hakkını da vermez bilakis düşmanlık yapar ve başkalarını da düşmanlığa ve kötülüğe teşvik eder. Halbuki “Kişinin amcası, baba yerindedir.”17 O, yeğeni Allah Resûlü’nün haklarını gözetip ona sahip çıkarak insanlığa numûne bir “Ebu’l-Hayr” yani “hayrın/iyiliğin babası” olabilecek iken, düşmanlığı tercih edip kötülükte başı çektiği için, Kur’ân da onu “Ebu’ş-Şer” yani “şerrin/kötülüğün babası” anlamında “Ebû Leheb” olarak isimlendirir. Bundan dolayı “O, alev alev yükselen bir ateşe atılacak.”18 ayetinin fermanıyla dünyada düşmanlık ateşiyle yandığı için “ceza amelin cinsindendir.” fehvasınca ahirette ebedi cehennem ateşiyle karşılanacaktır. Kıyamete kadar aynı çizgiyi takip eden, zulüm ve düşmanlığın babaları Neo-Ebu Lehebler de zulümleri ve nice yüreklere ateş düşürdükleri için “Allah’ın tutuşturduğu ve gönüllere işleyen bir ateş içinde.”19 cezalarını çekeceklerdir.
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Şu’arâ Sûresi, 26/214
- Buharî, Tefsîr 26/2 (4770); Tefsîr 111/2 (4972); Müslim, İman 89/208 (355); İbn Sa’d, Tabakât, I/146
- Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I/529
- Bkz. Furkan Sûresi, 25/41,42
- Furkan Sûresi, 25/63
- Leheb Sûresi, 111/1-5
- Cevad Ali, Tarîhu’l-Arap, XII/242
- Bkz. İbn Kesîr, es-Sîretu’un-Nebeviyye, III/479-482
- Beyhakî, Delâilu’n-Nübüvve, II/185, 186; Ahmet İbn Hanbel, Müsned, III/492; İbn Kesîr, es-Sîretu’n-Nebeviyye, III/483, 484
- Bkz. Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, I/530
- Bkz. İbn Kesîr, es-Sîretu’n-Nebeviyye, III/564, 565
- İbn Kesîr, es-Sîretu’n-Nebeviyye, III/565
- Tebbet, 111/2; Bu husus bir çok ayette dikkat çekilen bir noktadır. Bkz. Âl-iİmran, 3/10
- Bkz. Tevbe Sûresi, 9/32
- Elmalılı Hamdi Yazır’dan özetle
- Müslim, Zikir 11/38 (2699)
- Bkz. Tirmizî, Menâkıb 81 (3758)
- Tebbet Sûresi, 111/3
- Hümeze Sûresi, 104/6, 7