“Bu insanların, Beytullah’a girmelerine engel olunamaz!” (17 Zilkâde 6 Hicrî)

340

Mekkeliler, Urve İbn-i Mes’ûd’u elçi olarak Hudeybiye’ye göndermiş fakat zihinleri, onun dönüp anlattıklarıyla iyice karışmış ve Kureyş arasında tam bir belirsizlik hüküm sürmeye başlamıştı. Her giden, aynı duygularla geri dönüyordu ve bunu gören Ahâbîş kabilelerinin reisi Huleys İbn Alkame:

– Bana müsaade edin; bir de ben gidip bakayım, diyerek Ku­reyş’ten müsaade istedi.

– Olur, bir de sen git, diyorlardı. O da kalktı ve Resûlullah’ın bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladı.

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), muhataplarını çok iyi tanıyordu ve ufkuna Huleys’in doğduğunu görünce ashâbına dönerek:

– Şu gelen, filân kavimden falandır ve o, Allah’a saygılı ve kurbanlık develeri de önemseyen biridir; onun için kurbanlıkları öne çıkarın, buyurdu.

Yine denilenler yapılmış ve anında kurbanlık develer, telbiye ve tekbirlerle Huleys’in geldiği tarafa doğru sürülmüştü.

Yanlarına yaklaşıp da boyunlarında kurbanlık olduklarını gösteren işaretleri ve on beş gün gibi uzun bir süredir bağlanıp da hapsedilmekten dolayı tüylerinin döküldüğünü, inleyerek perişan ve dağınık hâlde develerin kendilerine doğru geldiğini gören Huleys, farkına bile varmadan:

– Sübhanallah, diye çığlık kopardı. “Bu insanların Beytullah’a gitmelerine engel olmak hiç de doğru değil; Lahm, Cüzâm, Kinde ve Hımyer halkı gelip de haccedebildikleri hâlde Abdulmuttalib’in oğluna engel olmaya Allah razı olmaz! Bu insanların, Beytullah’a girmelerine engel olunamaz! Kâbe’nin Rabbi’ne yemin olsun ki Kureyş helâk olmuştur; baksanıza, adamlar sadece umre için geliyorlar!”

Gördükleri karşısında kendini tutamayıp da bunları dile getiren Huleys’i uzaktan takip eden Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de:

– Evet, aynen dediğin gibi ey Kinâneoğullarının kardeşi, diye mukabelede bulunuyordu.

Huleys, ilerleyip Resûlullah ile konuşmaya bile gerek duymadan geri dönüyordu. Kureyş’in yanına gelir gelmez de:

– Ey Kureyş, diye seslendi onlara. Sesinin tonunda, “Bu kadarı da olmaz” dercesine bir tını vardı. İnsaflı ve kadirşinas bir tutumla şöyle devam etti:

– Ben öyle şeyler gördüm ki, onları yolundan alıkoymanın imkânı yoktur; kurbanlık develer, uzun zamandır bağlanıp hapsedildiği için tüylerini yemişler ve uzun zamandır Beytullah’ı tavaf için ihrama girmiş oldukları için de insanlara haşerat musallat olmuş! Vallahi de sizinle biz, ne hakkını verip de ona olan hürmetlerini sunmak için Kâbe’ye gelenleri Beytullah’ı tavaftan alıkoymak ne de kurbanlıkların yerine ulaştırılıp da orada salınmasına engel çıkarmak maksadıyla anlaşma yapmıştık!

Allah’a yemin olsun ki, ya O’nunla geliş gayesi arasına girmekten vazgeçersiniz ya da ben Ahâbîş kabilelerinin tamamını yanıma alarak dağıtır ve geri dönerim!

Huleys’in söyledikleri de Kureyşlilerin hoşlarına gitmemişti:

– Hele bir dur, diyorlardı. “Kendi aramızda, bizim de hoşumuza gidecek bir konuda ittifak edeceğimiz âna kadar biraz bekle! Hem sen, bâdiyede yaşayan bir adamsın; bu türlü şeylerden anlamazsın! Muhammed tarafından gördüklerinin hepsi de bir tuzaktır!”

Küfür aynı küfürdü; onun zemininde mantık ve muhakeme olmadığı gibi muhatabını mesnetsiz karalama da, onun için her zaman başvurulan bir yoldu ve Kureyş bugün onu yapıyordu. Ancak, ardı ardına yaşanan bu gelişmeler de, adım adım takip ediliyordu. Bu sefer, insanların anlatılanlardan etkilendiğini gören ve daha farklı bir sonuç bekleyen Mikrez İbn Hafs ileri atıldı ve:

– Bırakın, bir de ben gideyim, dedi. Ona da ‘olur’ demişlerdi. Bu sefer de Mikrez’in gelişini gören Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Bu adam hain ve facir birisidir, diyerek ashâbını uyaracak ve benzeri konumda bulunanların muhataplarını ne kadar yakından tanımaları gerektiği hususunda fiilen ashâbına ders verecekti. Zira Mikrez, Bedir Savaşı’nın devam ettiği sıralarda Benî Bekir kabilesinin efendisi Âmir İbn Yezîd’in üzerine ani bir baskın yapıp onu öldürmüş ve ondan sonra da hep bu türlü hıyanetleriyle tanınır olmuştu.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.