Ashâbla istişare ve kararlılık

297

Mekke ordusu Uhud yakınlarına kadar gelmişti. Uhud demek Medine demekti; büyük bir debdebe ve ihtişamla buraya gelen Mekke ordusu Medine’yi yerle bir etme hırsıyla Uhud’da bekliyordu.

Ashâbdan ileri gelenler bir araya gelmişti. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) onlarla istişare ediyordu. Zira bu, Bedir’den daha farklı bir gelişmeydi. Gerçi Bedir’e giderken de benzeri bir istişare gerçekleşmiş ve, herkesin kabullendiği müşterek bir karar çıkmıştı. Bugün de öyle olmalıydı. Çünkü Cibril’in getirdiği âyet, Efendimiz’in ashâbıyla istişare yapması gerektiğini emrediyor ve meseleyi topluma mâl etmenin en etkin yolunun bu olduğunu söylüyordu.

Önce Mekke ordusunun haberleri konuldu ortaya. Bir realiteydi ve üç binlik bir kuvvet geliyordu üzerlerine. Ancak bilhassa Bedir’e katılıp da orada zafer yaşayamayan veya Bedir’den sonra Müslüman olan heyecan dolu sahabe, onlarla yeniden çarpışıp haklarından geleceklerini söylüyorlardı.

O (sallallahu aleyhi ve sellem), ise, Medine dışına çıkmamak gerektiğini ve şehri, içeride kalarak korumanın daha uygun olduğunu düşürüyordu. Zira bir rüya görmüş ve gördüğü bu rüyayı da cuma sabahı ashâbıyla şöyle paylaşmıştı:

– Vallahi Ben, bazı şeyler gördüm ki, inşâallah hayırlı olur; bazı hayvanların boğazlandığını, kılıcımın kabzasında bir gedik ve elimi sağlam bir zırhın içine soktuğumu gördüm!

O’nun her hâlini hayatına rehber yapmak isteyenler bu rüyanın tevilini sorduklarında da Efendimiz, boğazlanan hayvanların ashâbından bazılarının şehit olacakları; kılıcının kabzasındaki gediğin, kendi başına gelecek bir musibet ve en yakınlarından birisinin şehadeti; sağlam zırhı da Medine’ye sığınmak gerektiği şeklinde yorumlamıştı. Onun için reyini de, Medine’de kalıp müdafaa yapmaları gerektiği şeklinde izhar etmişti. Belki de, düşman şehre girdiğinde onları sokak aralarında düşmanı yakalar, kuvvetlerini sokaklar arasında bölerek daha kolay teslim alırız ve kadınlar da en azından çatılardan bize yardım ederler, diye düşünüyordu. Sahabe ise;

– Yâ Resûlallah! Bizler zaten böyle bir günü bekliyor ve Allah’a dua ediyorduk. Şimdi O bize, böyle bir fırsat verdi ve kendimizi ortaya koyma imkânını ayağımıza getirdi. Düşmanla vuruşmak için dışarı çıkalım yâ Resûlallah! Dışarı çıkıp vuruşalım ki, bizim kendilerinden korktuğumuzu sanıp da cesaretlenmesinler, diyordu.

Ensâr ve Muhâcirlerin ileri gelenleri bu heyecanlı çıkışa katılmadıklarını ve Resûlullah ne derse onun yapılmasının daha iyi olacağını söylüyorlardı. Ancak galip düşünce, gençlerle Bedir’de savaşma fırsatını kaçıranların oluşturduğu hava üzerinde yoğunlaşıyordu. Bilhassa Abdullah İbn Übeyy, gidişattan oldukça rahatsızdı ve her hâlükârda savaşılmaması gerektiği konusunda ısrar ediyordu.

Bu bir istişareydi ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de, Al­lah’ın emri olan istişareyi ashâbı arasında yerleştirmek istiyordu. İnsanlar arasında istişare gibi temel bir meselenin yerleşmesi bugün için her şeyden önemliydi ve bunun için herkes fikrini açıkça söyleyebiliyordu. O (sallallahu aleyhi ve sellem) bir peygamberdi ama ağırlıklı görüş, savaşı Medine dışında yapma şeklinde tecelli edince ashâbın genelinin fikrine riâyet ederek Mekke ordusunu şehrin dışında karşılama kararı aldı.

Artık Medine’de hummalı bir süreç başlamış oluyordu. Zira cuma günü sabah namazı kılındığı andan itibaren Medine’deki tek konu, nefeslerini bile duymaya başladıkları Mekke ordusu karşısında nasıl bir mukabelede bulunulacağı idi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de her fırsatı değerlendiriyor ve ashâbı Medine’yi savunma konusunda teşvik ediyordu.

Tabii olarak cuma namazının da konusu bu karşılaşmaydı. Efendimiz, hutbelerinde iman konusu üzerinde duruyor, sabır ve temkinle hareket ettikleri takdirde Allah’ın nusretinin yine kendileriyle birlikte olacağını anlatıp ashâbını, vicdanlarına seslenerek vatanlarını koruma konusunda teşvik ediyordu.

Bir taraftan da hazırlıklar devam ediyordu. Ashâbda bayram havası vardı; Uhud’da düğüne gidercesine bir heyecan içine girmişler ve Allah davasına isyan bayrağı çekip de Uhud’a kadar gelen kin tüccarlarına hadlerini bildirmek için can atıyorlardı.

Kararlılık

İkindi namazını kıldırtan sonra Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yanında Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer olduğu hâlde hücre-i saadetlerine girdi. Belli ki, zırhını giyip kılıcını da alarak ashâbı arasına çıkacak ve Uhud’a gidecek ordunun önündeki yerini alacaktı. İnsanlar, hücre-i saadetleri ile minber-i şerifleri arasında toplanmış bekleşiyorlardı.

O’nun ifadelerindeki teenniyi, mübarek yüzlerindeki manzarayı, gördüğü rüyayı ve ashâbın ısrarını değerlendiren Sa’d İbn Muâz ve Üseyd İbn Hudayr gibi sahabîler:

– O’nun üzerine semadan vahiy inip durduğu hâlde sizler, Resûlullah’ı savaşı dışarıya çıkarak yapma konusunda zorladınız! Gelin, bu ısrarınızdan vazgeçin ve işi O’na bırakın; O size ne emrederse onu yapın, diyorlardı.

Onlar dışarıda bunları konuşurken üzerine zırh üstüne zırh giymiş, sarığını sarmış ve bir eline kalkanını alıp kılıcını da kuşanmış olarak Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) kapıda beliriverdi. Sa’d İbn Muâz ve Üseyd İbn Hudayr’ın ikazları neticesinde meseleyi yeniden düşünmeye başlayan sahabede büyük bir pişmanlık hâkimdi. Başlarındaki peygamberin dediklerine muhalefet etmek, O’na bu kadar yakın olanlar açısından arkası gelmez başka sıkıntıları da beraberinde getirirdi. Zira ‘mukarrabîn’ konumundaki şahısların atacağı her bir yanlış adım, başka yanlışlara davetiye çıkarmak anlamına gelmekteydi. Boyunlarını bükmüş şöyle diyorlardı:

– Yâ Resûlallah! Seni bizler zorladık; hâlbuki Sana muhalefet edip bunu yapmak bize yakışmazdı. Medine’de kalmak dâhil Sen dilediğini yap yâ Resûlallah!

Ashâbının pişmanlığını gören Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bekledikleri gibi geri dönme yerine onlara şunu söyleyecekti:

– Daha önce bunu Ben isterken sizler ‘hayır’ diyordunuz. Zırhını giydikten sonra artık, düşmanıyla arasındaki hükmü Allah verinceye kadar bir Nebi’ye onu çıkarmak yakışmaz! Artık Allah’ın sizin için takdir ettiği şeye bakın ve O’nun buyruklarına tâbi olun. Haydi, Allah’ın adıyla düşün yola! Sabrettiğiniz sürece zafer sizin olacaktır!1

Anlaşılan, işin başında bulunanların böylesine kritik noktalarda kararlı olması, bu noktadan sonra elde edilmesi muhtemel faydalardan daha önemliydi ve Efendimiz de ashâbına bunu fiilen göstermek istiyordu. Çünkü Allah (celle celâluhû) O’na:

– İstişare ile karar verip azmettiğinde, Allah’a güven ve O’na tevekkül et, buyurmuştu.2 Aynı zamanda istişare kararını yine istişare meclisinde almak gerekiyordu. Şimdi ise, kararlılığın gösterilmesi gerektiği bir zeminde bulunuyorlardı.


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz

Dipnot:

  1. Buhârî, Sahîh, 6/2682; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 3/351; Hâkim, Müstedrek, 2/141 (2588)
  2. Âl-i İmrân, 3/159
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.