Aldatan Bizden Değildir! (2)
Allah Resûlü, Medine’ye hicretten kısa bir süre sonra kurduğu pazarını zaman zaman kontrol için gezer; ticarî hayatın, adalet, doğruluk ve güven üzerine şekillenmesi için denetlemelerde bulunurdu. Çarşı-pazar kontrollerinden birisinde buğday satan bir adamın tezgahına uğradı. Elini buğday dolu çuvalın içine daldırdı ve buğdayın alt kısmının biraz ıslak olduğunu hissetti. Bir avuç aldı ve satıcıya “Niçin, bunun altı biraz yaş?” diye sordu. Satıcı “Akşam yağmur yağdı. Onun için biraz ıslandı.” diye mazeret beyan edince Efendimiz “O zaman ıslak olanla olmayanı birbirinden ayrı pazarlamalı değil miydin?” dedi ve ardından kıyamete kadar gelecek bütün inananlara şu temel ölçüyü verdi: “Aldatan bizden değildir!”1
Dolayısıyla ticari hayatta yalan ve aldatma; bu yollarla elde edilecek her çeşit kazanç haramdır. Çoğu zaman bu ölçüyü muhafaza etmek zor olacağı için her hâlükârda doğruluğa teşvik adına Allah Resûlü “Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tüccar, nebiler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.”2 buyurur ve ticarette verilen “doğruluk mücadelesinin”, insanı ulaştıracağı makama işaret eder. Yine bir başka nurlu beyanlarında “Doğru tüccar, kıyamet günü arşın gölgesi altında ağırlanacaktır.”3 buyurur ve doğru tüccarları bekleyen özel ihsana dikkat çeker. Bu ilkelere riayet etmeyip müşterilerini bir şekilde kandırıp kazanç elde edenler ise “…Müslümanın canı, malı ve onuru/şahsiyeti Müslümana haramdır.”4 hükmüne göre hem haram işler ve kul hakkına girerler hem de Allah Resûlü’nün müjdesini verdiği bu büyük lütuflardan mahrum kalırlar. Bunun içindir ki O, insanlığa, ticari hayatlarında uydukları takdirde hem dünyada hem de hem de ahirette kazanabilecekleri belli ölçüler vermiştir.
Ne Zarar Gör Ne de Zarar Ver!
İslam hukuk ve ahlakında insanları aldatmama ve aldanmama adına tüccarlara verilen ölçülerden biri “Ne zarar gör ne de zarar ver!”5 ilkesidir. Hatta bu ölçünün içinde “zarara, zararla karşılık vermeme” manası da vardır. Bu yönleriyle ilke aslında hem alıcıyı hem satıcıyı hem de sonuçta toplumu koruyan bir ilkedir. Allah Resûlü, bu prensibe riayet etmeyen kimselerin ise kesinlikle zarar edeceklerine şöyle dikkat çeker:
“Kim ticarî olarak birine zarar verirse Allah da onu zarara uğratır. Kim başkasına zorluk çıkarır düşmanlık yaparsa Allah da ona misliyle mukabele eder.”6
Dolayısıyla ticaretle uğraşan bir kimse sadece şahsî menfaatlerini düşünerek hareket etmemelidir. Ticaretini meşru kanunlar çerçevesinde yaparken alış-veriş yaptığı kimselerin de hukukunu gözetmelidir. Bunun için hak ettiğinden fazlasını kazanmaya/almaya talip olmamalı, helal-haram sınırlarına riayet etmeli ve çalıştırdığı işçilerin emeklerinin karşılığını alın terleri kurumadan vermelidir.7
Pazarlığı, Kızıştırma; Kardeşinin Satışı Üzerine Satış Yapma!
Yukarıdaki ticarî kuralların yanında Allah Resûlü aynı zamanda bir takım yasal düzenlemeler de yapar. Mesela, pazarlık sırasında satıcıyla alıcı arasına girip sunî fiyat artışı yapmak suretiyle alıcının zarara uğratılmasını yasaklar: “Sakın, satın almayacağınız bir malın fiyatını, onu alacak kimseyi mağdur etmek için artırmaya kalkışmayın…” Yine bu hadislerinin devamında “Bir de sizden hiç bir kimse, kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın…”8 buyurur ve böylece hem başkalarının ticaretinin zarar görmesini hem de kardeşlik atmosferinin bundan menfi manada etkilenmesinin önüne geçer.
Yemin Ederek, Malına Revaç Kazandırma!
Ticarette yasaklanan bir husus da yemin ederek malını satmaya çalışmaktır. Zira böylesi yemin, çoğu zaman içinde az-çok mübalağa, yalan, aldatma ve yanıltma barındıracağı için ticari faaliyete fayda değil zarar getirir. Tüccarlara olan güvenin sarsılmasına ve pazarda emniyetin yok olmasına sebebiyet verir. Bunun için Allah Resûlü, yalan yere yemin ederek malını satmaya çalışan kimseleri, kıyamet günü Allah’ın kendileriyle konuşmayacağı ve yüzlerine bakmayacağı üç zümreden biri olarak sayar.9 Bu konuyu gündeme getirdiği bir başka mecliste ise
“Kim, haksız bir şekilde bir Müslümanın malını almak için yemin ederse Allah, ona cenneti haram cehennemi ise vacip kılar.”10
buyurur ve ardından da şu ayetleri okur:
“Allah’a vermiş oldukları ahitleri ve yeminlerini az bir menfaat karşılığında satanlar var ya, onların ahirette nasipleri yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve kendilerini temize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir azap vardır.”11
Sahabeden Hz. Eş’as İbn-i Kays, “Bu ayetler, benim hakkımda nazil oldu!” der ve olayı şöyle anlatır: “Amcamın oğlunun bahçesinde bana ait bir su kuyusu vardı. O bunu inkâr ediyordu. Efendimiz’e geldim ve durumu anlattım. Bana ‘Delilin var mı yoksa ona yemin mi ettirelim?’ diye sordu. Ben ‘O zaman, o hemen yemin eder!’ dedim. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Kim, bir Müslümanın malını almak için yalan yere yemin ederse kıyamet günü Allah ile karşılaştığında O’nu kendisine gadaplı halde bulur!”12 buyurdu.
Dolayısıyla ticari hayatta birilerine otaklığa ikna etme, herhangi bir ürünün reklam, pazarlama ve satışı adına asla yalana başvurarak müşteriler aldatılmamalı ya da yeminle yanıltılmamalıdır. Kaldı ki yapılan yeminler, malın satışına zahiren katkı sunsa bile Allah Resûlü’nün beyanıyla kazancın bereketini alır götürür.13 Bununla birlikte müşteriyi yanıltmak ve aldatmak için değil de dil alışkanlığından dolayı yemine başvurulduysa kazancı temizlemek için mutlaka sadaka verilmelidir:
“Alışverişte bazen lüzumsuz sözler konuşulur ve yeminler yapılır; işe, insî-cinnî şeytanlar ve günah karışır. Onun için ticaretinizi/kazancınızı sadaka ile temizleyiniz.”14
Müşterinin ve Ortağının Bilgisizliğini İstismar Etme!
Müşteri ya da ortak, piyasayı, malın fiyatını, hakiki değerini ya da pazarda değişen şartları vs. bilemeyebilir, takip edemeyebilir. Bu durumda muhatabın cehaletini kullanarak fahiş kâr elde etmeye kalkışanlar meşru ticaretlerine haram karıştırırlar. Zira bu da bir çeşit hile ve aldatmadır. Aldatmayla elde edilen kazanç helal olmaz. Bunun için müşterinin ticarî sahadaki bilgisizliğini istismardan nehyeden Allah Resûlü, “Hile yapan, Benden değildir.”15 buyurur ve ticaretle meşgul olan herkesi böyle bir yanlışa düşmemeleri adına uyarır.
Ashâb-ı kiramdan Hz. Cerir İbn-i Abdullah, her ticaret yaptığı kimseye, “Senden aldığım, verdiğimden daha hayırlıdır/değerlidir, dolayısıyla nihai kararı sen ver!” der öyle alış-veriş yapardı. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda “Biz Allah Resûlü’ne itaat edeceğimize ve her müslümana samimi nasihat edip yol göstereceğimize dair söz verdik.” diye cevap verir. 16
Yine o, bir gün at satın aldırmak için hizmetçisini hayvan pazarına gönderir. Hizmetçi, bir at beğenir, sahibiyle üç yüz dirheme anlaşır ve Hz. Cerîr’den ödemeyi almak için yanına gelirler. Hz. Cerîr, atı inceler ve üç yüz dirhemi az bulur. Atın sahibine “Senin bu atın dört yüz dirhem yapar. Dört yüze verir misin? diye sorar. Adam, “Siz bilirsiniz efendim!” der. Hz. Cerîr, “Hatta bu beş yüz de yapar!” der ve yüzer yüzer artırarak ta fiyatı sekiz yüze kadar çıkarır. Sonra da o fiyatı verip satın alır. Kendisine “Niçin daha ucuz alma imkânın varken fiyatı bu kadar yükselttin?” diye sorulunca şöyle cevap verir: “Çünkü satıcı atın değerinin farkında değildi. Ben, atı dediği fiyattan almış olsaydım onun bilgisizliğini ve tecrübesizliğini istismar etmiş olurdum. Halbuki biz Allah Resûlü’ne beyat ederken alış-verişte hile yapmayacağımız hususunda söz verdik.”17
Bütün bunlara rağmen ticari alanda fazla tecrübesi olmayan kimseler bir şekilde aldanabilirler ya da aldatılabilirlerdi. Allah Resûlü bunun için de bir çözüm yolu getirmişti: Hz. Munkız İbn-i Amr kaza geçirmiş ve beyni zarar görmüştü. Muhakeme ve konuşmasında bozulmalar olmuştu. Bunun için ticari hayatında sıkıntılar oluşmuş; alış-verişlerinde aldanmaya başlamıştı. Bu durumu Efendimiz’e anlatınca kendisine “Alış-veriş yapacağın zaman satıcıya ‘Aldatma yok ve benim için üç günlük muhayyerlik yani vazgeçme hakkı vardır.’ diye söyle.“18 buyurdu ve malı geri iade edebilme şartıyla satın almasını tenbihledi. Kaldı ki Allah Resûlü, tüccarlara doğruluk adına şu ikazı da yapıyordu:
“Satıcı ve alıcı pazarlığı bitirdikten sonra birbirlerinden ayrılmadıkça alış-verişi bozup bozmamakta serbesttirler. Eğer onların her biri karşılıklı olarak doğru söylerse, alış-verişleri bereketli olur. Yok eğer gizler ve yalan beyanda bulunurlarsa, alış-verişlerinin bereketi kalmaz.”19
Şehre Mal Getireni Yolda Karşılayıp Aldatma!
Medineli bazı tüccarlar, köyden ürün getiren kimseleri yolda karşılar, “Piyasada senin getirdiğin malın değeri şudur. Bu günlerde fiyatlar düştü. Pazara kadar gidip uğraşsan bile ancak şu fiyata satabilirsin.” vs. gibi ifadelerle elindeki malı ucuza alırlardı. Köylünün çarşıya gelmesine ve mallarının gerçek bedelini öğrenip satmalarına, daha fazla kar elde etmelerine engel olurlardı.20 Allah Resûlü, “Mal getiren binitlileri yolda karşılamayınız!”21 buyurarak, içinde yalan ve aldatma olan bu ticaret şeklini yasaklamıştır. Bununla O, üreticinin aldatılmasının önüne geçmiş, İslam’ın ticaret anlayışında fırsatçılığa yer olmadığını ilan etmiş ve bu vb. uygulamalarla pazardaki ürünlerin fiyatlarının oluşumunda spekülatif müdahalelere izin vermemiştir.
Yardımcı Oluyorum Diye Aldatma!
Allah Resûlü, “Şehirli, köylü adına satış yapamaz, ona simsar olamaz!”22 buyurur ve şehirlinin, köylünün malının satışına aracılık yapmasını da yasaklar. Zira böyle bir durumda üretici köylünün ya da şehre yeni gelmiş ve çeşitli sebeplerden dolayı pazara girmeye endişe eden bir kimsenin piyasayı tam bilmeyişi vs. istismar edilebilir. Ashâb-ı kiram da bu yasağa hassasiyetle riayet ve dikkat etmiştir. Mesela bir köylü pazara getirdiği süt sığırını satması için Hz. Talha İbn-i Ubeydullah’tan aracılık yapmasını ister. Hz. Talha, Allah Resûlü’nün bu konuda koyduğu yasağı hatırlatır ve ardından da şunu tavsiye eder: “Sen hayvan pazarına git, ineği satışa çıkar ve pazarlık yap. Alış-verişi bitirmeden önce nihai olarak da bana danışmak için gelirsen, “O fiyata sat ya da satma diye sana bilgi verebilirim.”23
Dindar Zannettim Deyip Aldanma!
İnsanoğlu doyma nedir bilmez. Onun hırslarını dizginleyebilmek ve emellerini tatmin edebilmek adeta mümkün değildir. Allah Resûlü, bu yönüyle insanı şöyle anlatır:
“Ademoğlunun iki vadi dolusu altını olsa bir üçüncüsünü de ister. Onun içini/karnını topraktan başka bir şey dolduramaz.”24
Dolayısıyla mal sevgisi ve düşkünlüğünden dolayı Rabbine karşı bile nankörlük yapabilme hırs ve potansiyeline sahip insanoğlunun25 pekâlâ ortaklarına ya da müşterilerine karşı nankörlük yapabileceği gerçeği asla göz ardı edilmemelidir. Bu konuda müminleri, zahire bakarak aldanmamaları için uyaran Rehber-i Ekmel,
“Allah, sizin namazlarınıza, oruçlarınıza değil, ticari münasebetlerinize bakar.”26
buyurur ve Müslümanların, para ve ticaretle tabi tutulacakları imtihanda hem kaybetmemeleri hem de kardeşlerine kaybettirmemeleri adına ikaz bulunur.
Bundan dolayıdır ki Hz. Ömer, “Bir insanın şöhretine, görünüşüne aldanma, namaz ve niyazına da bakma. Daha çok aklına/tecrübesine ve doğruluğuna bak.” der ve yanında bir kimse methedildiği zaman, onu övene de üç şey sorardı: “Hiç sen onunla, komşuluk, yolculuk ya da ticaret yaptın mı?” Bir gün muhatabı, üçünü de yapmadığını söyleyince ona “Tahminim sen onu camide Kur’ân okurken başını salladığını gördün!” der. Adam, “Evet, ya Ömer! Benim gördüğüm öyleydi.” Aldığı bu cevap üzerine Hz. Ömer, “O zaman fazla medihte bulunma! Zira ihlas ve samimiyet, kulun boynunda değil!” buyurur27ve insanların dış görünüşüne bakıp aldanılmaması gerektiğini ders verir.
Netice
Kur’ân’ın beyanıyla mümin; ferdî, ailevî ve içtimaî sorumluluklarını yerine getiren, emanete, ahitlerine, taahhütlerine ve sözlerine riayet eden ve her alandaki örnek yaşantısıyla toplumda güven ortamının oluşmasına öncülük yapan kimsedir.28 Ticari ilişkilerde hem güven kaybına sebebiyet veren hem de insanı nifaka sürükleme tehlikesi bulunan yalan, aldatma ve sözünde durmama gibi büyük günahlar, çoğu kimsenin önemsemediği ya da fazla dikkate almadığı hususlardır. Bu açıdan, Allah Resûlü’nün münafığın alametlerini saydığı hadis, ticari işlemlerde de temel ölçü alınmalıdır:
“Münafığın alameti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, vaat ettiğinde sözünde durmaz ve kendisine güvenilip bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”29
Müslümanlık muameledir; yani her meselede hak ve hukuku bilhassa alış-verişte helal ve haramı gözetmektir. Bu hususta gevşeklik ve zaaf gösterenlerle ticaret ve ortaklık yapılmamalı, başkaları da bu tür kimselerden zarar görmemesi için uyarılmalıdır. Aksi takdirde, “Bana ne! Beni ne ilgilendirir?” gibi sorumsuzca yaklaşımlar, fert ve topluma verilen maddî-manevî zararın daha da büyümesine sebebiyet verir. Bu yönüyle İslam’da fertler, kendi can, mal ve şahsiyetlerini koruyup gözetmekle sorumlu olduğu kadar kardeşlerini de korumakla mükelleftir.
Yazar: Dr. Selim Koç
Dipnot:
- Müslim, İman 164 (102); Ebu Davud, (3452); İbn-i Mâce, (2225); İbn-i Hibban, Sahîh, (4905)
- Tirmizî, Buyu’ 4
- İbn-i Mâce, Ticârât 1
- Müslim, Birr 32
- Muvatta, Akziye 31; İbn-i Mâce, Ahkam 17; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, I/313
- Ebû Dâvud, Akziye 31; Tirmizî, Birr 27; İbn-i Mâce, Ahkam 17
- İbn-i Mâce, Rehin 4
- Buharî, (2140); Müslim, Buyu’ 6 (1413/52)
- Bkz. Müslim, İman 171 (106)); Ebû Dâvud, Libas 28; Tirmizî, Buyu’ 5
- Müslim, İman 61/218, 220
- Âl-i İmran Sûresi, 3/77
- Buharî, Eyman 17
- Bkz. Müslim, Müsakât 27
- Ebû Dûvud, Buyu’ 1; Tirmizî, Buyu’ 4; Nesaî, Eyman 7
- Müslim, İman 164; Ebû Dâvud, Buyu’ 50; Tirmizî, Buyu’ 72
- Bkz. Müslim, İman 23/97 (56); Buhari, (2157); İbn-i Hibban, Sahih, (4546); Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, VIII/289
- Taberânî, II/334; Nevevî, Şerhu’n-Nevevî, I/286
- Buharî, Buyu’ 48; Husûmet, 3; Müslim, Buyu’ 48; Bu sahabinin adının Hıbban İbn Munkız olduğu da söylenmektedir. Bkz. İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, IV/481
- Buharî, Buyu’ 19; Müslim, Buyu’ 47; Ebu Davud, Buyu’ 1
- Bkz. İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, IV/531-535
- Buharî, Buyu’ 71 (2162)
- Bu konuda bkz. Buharî, Buyu’ 68, 69,70, 71; Müslim, Buyu’ 6/18 (1520-1523)
- İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, IV/528
- Buharî, Rikâk 10; Müslim, Zekât 116
- Bkz. Âdiyât Sûresi, 100/6-8
- Ali el-Muttakî, Kenzu’l-Ummal, (8435, 8436)
- Haraitî, Mekârimu’l-Ahlak I/185
- Bkz. Müminûn Sûresi, 23/8
- Buharî, İman 24; Müslim, İman 107