Aile İçi Şiddete Son: “Bunu yapanlar, sizin hayırlılarınız olamaz!”
Düne kadar toplumda aile içi şiddet ve kadın dövmek, âdiyattan bir meseleydi; hatta bazıları tarafından bu, bir nevi güç göstergesi olarak görülüyordu. Câhiliyye dönemini görüp de kocasından, kayınpeder veya babasından, hatta erkek kardeşinden şiddet görmeyen, hırpalanıp dövülmeyen kadın yok gibiydi. Hakkın hatırını her şeyin önünde tutan Hazreti Ömer (radıyallahu anh) gibi hakperest bir mü’min, bu süreci şu cümlesiyle çok net bir şekilde özetlemektedir:
– Câhiliyye döneminde biz, kadınlara itibar etmez, onları insan yerine bile koymazdık! İslâm gelip de Allah (celle celâlühü) onları zikretmeye başlayınca, onların da bizim üzerimizde haklarının olduğunu anladık!1
Şu var ki bu da çözülecekti!
Kadına Şiddet
Kadına şiddet konusunu çözerken de hem annelerimiz hem de Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) kızları, meseleyi çözme biçim ve yöntemiyle ilgili olarak yine merkezi bir yerde duruyordu. Âdeta, yer yer o gün bu türlü problemlerin, Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) yakınında da yaşanıyor olması, çözüm yollarının bilinebilmesi ve yarınlarda da uygulanmak suretiyle meselenin problem olmaktan çıkarılabilmesi için bir fırsat gibi duruyordu; işte bir örnek:
Hazreti Ali de bir gün ölçüyü kaçırmış, Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kızı Hazreti Fâtıma’ya sert davranmış, hatta vurmuştu. Hayber kalesini kalkan gibi kullanan bir elin ağırlığı müsellemdi ve hem gönlü hem de bedeni incinen Hazreti Fâtıma (radıyallahu anhâ):
– ”Vallahi de seni Resûlullah’a şikayet edeceğim”
dedi ve soluğu Allah Resûlü’nün yanında aldı.
Yaptığına bin pişman olan Hazreti Ali de peşinden geliyordu! Konuşmalarını duyabileceği bir yere kadar gelen Hazreti Ali, orada durdu ve gelişmeleri uzaktan takip etmeye başladı.
”Zalime de Mazluma da Yardım Edin”
Fahr-i Âlem’in huzuruna girer girmez Hazreti Fâtıma (radıyallahu anhâ), Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) damadı ve yeğeni, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’in de babası, kendisinin de kocası Hazreti Ali’nin sertliğinden dert yanmaya başlamıştı; “Bir çare!” dercesine boynunu bükmüş, babasından “medet” bekliyordu.
Dikkatle kızını dinleyen Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yine temkinliydi; ne Hazreti Fâtıma’nın anlattıklarını mutlak doğru olarak bir yere koyup damadına fatura kesmiş ne de hâdiseyi görmezden gelmişti! Evet, ortada bir problemin varlığı âşikârdı; ancak bu problemin temelden çözülebilmesi için yol, mağdur ve mazlum bile olsa kendi kızının yanında durmak değildi! Bir daha tekerrür etmemesi için problemin kaynağına ulaşmak ve meseleyi kökünden çözmek gerekiyordu. Bunun için O (sallallahu aleyhi ve sellem):Zâlime de mazlûma da yardım edin
buyurunca ashâbı:
– Yâ Resûlallah! Mazlûmu anladık; peki zâlime nasıl yardım edeceğiz diye sormuşlardı da O (sallallahu aleyhi ve sellem): Yanında durup zulmünden vazgeçirmek suretiyle,2
cevabını vermişti. İşte şimdi, bunun bir uygulamasını yapacaktı. Bir farkla ki asla perdeyi yırtmayacak, ne zâlime “sen zâlimsin” diyecek ne de mazlûma “mağdur” olduğunu söyleyecekti! Önce, derdini arz eden kızı Fâtıma’ya döndü ve kucaklayan bir ses tonuyla:
Biricik kızım, buyurdu. “Beni iyi dinle, kulak ve aklını kullan! Kocasının isteklerini yerine getirmeyen kadını idare etmek mümkün değildir!”
Beri tarafta itâb bekleyen Hazreti Ali (radıyallahu anh), Resûlullah’ın bu beyanı karşısında irkilmiş, utancından yerin dibine girecek gibi olmuştu; Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), kabahati kendisinde gördüğü halde gönlünü kırıp canını yaktığı hanımına nasihat ediyor, yine de damadının aleyhinde bir kelime etmiyordu!
3Bu âlicenaplık, Hazreti Ali’yi eritmişti; Hazreti Fâtıma’yı kastederek kendi kendine şu sözü veriyordu:
– Allah’a yemin olsun ki ona, hoşuna gitmeyen bir şeyi bir daha asla yapmayacağım!4
Babasının nasihatini dinleyen ve aradığı desteği bulamayan Hazreti Fâtıma’nın gidebileceği tek yer vardı; Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanından ayrıldı ve doğruca evinin yolunu tuttu.
Oradan hızla ayrılan Hazreti Ali’nin adresi ise Mescid-i Nebevî idi; Resûlullah’tan daha önce de duyduğu şekliyle tavır değişikliğine gidecek ve yaşadığı olumsuzluğun çözümünü secde ve evrâd ü ezkârda arayacaktı! Derken yoruluncaya kadar ibâdet ü tâatla meşgul olmuş ve neticede bitkin düşüp Mescid’in toprak zeminine uzanmıştı; kaylûle yapıyordu! Uyku esnasında üstündeki ridâsı açılmış, sırtı da toprağa değmişti. Bir aralık gözünü açtığında başında Allah Resûlü’nün beklediğini gördü ve hemen kalkmak istedi. Habîb-i Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona: – Otur, yâ Ebâ Türâb,5 diyordu; bedeninin toprağa değen kısmına yapışan toprakları görmüş ve damadına “toprağın babası” anlamında bir latifeyle böyle hitap etmişti! Aynı zamanda mübarek eliyle Hazreti Ali’nin sırtına yapışan o toprağı temizliyor, damadına iltifat ediyordu! Beklediğinin aksine bir durum söz konusuydu; itâb beklediği yerden iltifat üstüne iltifat alıyor, Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sıcaklığını iliklerine kadar hissediyordu!
Hazreti Fâtıma ile yaşadıklarını hatırlatacak en küçük bir îmâ bile olmadan o gün öylece geçip gitti.
Akşamın ilerleyen saatlerinde yatmışlardı ki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), kızı ile damadının evine çıkageldi! O’nun gelişiyle birlikte kalkıp istikbâl etmek istediler; ancak yerlerinden kalkmamalarını söylüyordu! Sonra da gelip ikisinin ortasına, yatağa oturdu; bir eliyle damadı Hazreti Ali’nin elinden tutup göğsüne koymuş, diğer eliyle de kızı Hazreti Fâtıma’nın elini alıp onun eli üzerine koymuştu. Sonra da mübarek ellerini bu iki elin üzerine koydu ve her ikisine nasihat etmeye başladı. Öylesine bir sıcaklık vardı ki bu sıcaklığa hiçbir kırgınlık dayanamaz, eriyip giderdi ve öyle de oldu; ne dargınlık kalmıştı ne de bundan böyle küs durabilirlerdi!
Hâne-i saâdetlerine gitmek için dışarıya çıktığında Resûlullah’ın hâline şâhit olanlar O’nu (sallallahu aleyhi ve sellem), giderkenki duruşundan çok daha farklı görmüşlerdi ve hemen:
– Yâ Resûlallah, dediler. “İçeri girerken başka bir hâl üzereydiniz; şimdi ise yüzünüzde bir beşâşet ve tebessüm görüyoruz! Sebebi ne ola ki?”
Bunun üzerine Habîb-i Kibriyâ Hazretleri, sürûrunun sebebini merak eden ashâbına günü şöyle özetledi:
Sevdiğim iki kişinin arasını bulunca, beni sevinmekten hangi şey alıkoyabilir ki!6
Kadına Şiddetin Köküne Kezzap
Fıtrat itibariyle farklı olan her bir insanın, beklenti, kaygı, huy ve karakterlerinin de farklı olduğu müsellemdir. Diğer taraftan aile, iki farklı yapıdaki insanın yan yana gelerek yeni bir yuva kurması anlamına geliyordu ki bu yuvadaki her bir ferdin, bir diğerinin hoşlanacağı veya hoşlanmayacağı tarafının olması çok tabii idi. Önemli olan, olumsuzlukları öne çıkararak ayrışmak değil, güzellikleri fark ederek kaynaşabilmekti. Bunu ifade ederken Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), şiddetin fâili konumundaki erkekleri muhatap alarak şöyle seslenmişti:
Hiçbir mü’min, hanımına buğz edip ondan uzak durmasın; şayet hoşlanmadığı bir huyu varsa, onda mutlaka hoşlanacağı başka huyları da vardır!7
Evet, Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) beyanlarına göre de kurulan yuvanın birinci dereceden sorumlusu, erkek idi8 ve bu sorumluluk, incelik ve nezaketiyle öne çıkan kadına, yine nezaket ve mülayemetle yaklaşmayı gerektiriyordu ki sözünü ettiği beyanlarını annelerimizle bire bir yaşayan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), eğe kemiğine benzettiği kadına yaklaşımı ifade ederken de şu tavsiyelerde bulunmuştu:
Şayet doğrultmak üzere zorlayıp üzerine gidersen onu kırarsın; ancak kendi haline de bırakırsan o haliyle eğri kalır; kadınlara hayır nasihatte bulunun!9
Aynı zamanda Fahr-i Âlem (sallallahu aleyhi ve sellem), şiddetin son bulabilmesi için her fırsatı değerlendiriyor,10 diğer konularda olduğu gibi aile hususunda da insanların akıl ve muhakemelerine hitap ediyor, herkesi muhakemeye davet ediyordu. Bunun için bir gün ashâbına dönmüş ve onlara:
Sizden birisi, günün sonunda kendisiyle aynı yastığa baş koyup aynı yatağa girecek olan hanımını, bir köle gibi nasıl dövebilir ki,11
diye seslenmişti. Kadınlara iyi davranmayı Allah’ın emrettiğini; onların, Allah’ın teslim ettiği emânetler olarak bilinmesi gerektiğini; kadınların, anne, teyze ve kızlarımız olduğunun farkında olunması gerektiğini hemen her fırsatta vurgulayan da yine O’ndan (sallallahu aleyhi ve sellem) başkası değildi.12 O’na göre kadınla erkek, birbirini tamamlayan iki unsurun birer parçasıydı ve aile içinde olması gereken sevgi ve saygı ile şiddetin, bu huzur ortamını birlikte paylaşması mümkün değildi.
Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) bu kadar tahşîdât yapmasının bir sebebi vardı; kadına şiddet konusu hâlâ toplumda bir problemdi ve henüz olması gereken noktaya gelememişti. Ashâbına seslenirken bir gün, sadece bir gecede 70 tane kadının kendisi ve aile fertlerine geldiğini ve kocalarının kendilerini dövdüğü, şiddete maruz kaldıkları için şikayette bulunduklarını beyan etmiş ve eklemişti:
Bunu yapanlar, sizin hayırlılarınız olamaz!13 Sizin en hayırlınız, ailesine karşı hayırlı olanlarınızdır;14 ehline karşı hayırlılık konusunda sizin en hayırlınız da benim!”15 buyuran Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), kendisini ortaya koyarak annelerimizle birlikte yaşadığı aile hayatının örnek alınmasını talep etmiştir.
Bugüne kadar Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) aile hayatına şahit olanlar O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem), annelerimize ait bir olumsuzluk gördüğünde hemen müdâhil olmadığını, meseleye teenni ve vakarla yaklaştığını, eksik ve kusurunu fark edebilmesi için muhatabına zaman verdiğini, hatta yeri geldiğinde geri adım attığını, bazen konuyu tebessüm veya latife ile geçiştirdiğini, ancak bütün bunları yaparken gerek hâliyle gerekse beyanlarıyla nasihatten de dûr olmadığını zaten görüp duruyorlardı. Ömr-ü hayatında ne annelerimiz ve ne de kızlarından hiç birisine, bir fiske bile vurmamıştı!16
Habîb-i Kibriyâ Hazretleri, cemaatini sahada terbiye ediyordu; konuyu o kadar canlı tutmuş, o kadar sıklıkla gündeme getirmişti ki Abdullah İbn-i Ömer gibi önemli bir sahâbî, o günlerde taşıdığı bir endişesini bize şu cümlelerle nakledecekti:
– Resûlullah zamanında kadınlarımız konusunda biz erkekler, ne bir söz ne de herhangi bir muameleden o kadar sakındırılmıştık ki neredeyse hakkımızda bir âyet gelip de bizi te’dip edeceğinden çekinir olmuştuk!17
Hayatını kulluk eksenli götüren Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ibâdet ü tâat ve kulluğu bile ailenin ihmali için geçerli bir mazeret olarak kabul etmiyordu; onlara:
Ailenin de senin üzerinde hakkı var,18
diye sesleniyor ve kendi aile hayatını örnek göstererek, aksi davrananlar için çok net bir duruş sergiliyordu:
Benim sünnetimden yüz çeviren, benden değildir!19
Bu kararlı ve net duruş toplumda karşılık bulmuş ve şimdi mevsim, semere devşirme mevsimiydi; zira bir gün geldi, Resûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) “Peygamberi” bilen her bir mü’min, hazmede hazmede ve uygulamalı olarak geçtiği bu sürecin sonunda, düne ait ne kadar yanlışlık varsa hepsini mâzinin çöplüğüne atıverdi! O kadar ki canlarını sıkan bir fiil irtikâb ettiklerinde veya yapmamaları gereken bir harekete tevessül ettiklerinde bile erkeklerin eli-kolu bağlanmış, hiç kimsenin görmediği kendi harîminde bile hanımına en küçük bir “fiske” vuramaz hâle gelmişti!
Şimdi muhataplar değişmiş, eşlerini şikayet için Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına, bundan böyle erkekler gelmeye başlamıştı! Hatta bunlar arasında Hazreti Ömer (radıyallahu anh) gibi azâmet sahibi, heybetli ve sert olanlar da vardı:20
– Onlara el kaldırmayı yasakladığın günden bu yana, kocalarına karşı kadınların ahlakı kötüleşti,22 Demek ki mesele çözülmüş ve âdeta köküne kezzap dökülen kadına şiddet de bundan böyle tarihe olmuştu!
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz
Dipnot:
- Buhârî, Libâs 31; Tefsîr 66
- Buhârî, Mezâlim 4; İkrâh 7; Ebû Ubeyd, Emsâl 142
- Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bu duruşu, günümüz kayınpeder ve kayınvalidelerine ne güzel bir derstir! Çocuklarının saâdetini isteyen her anne ve baba, onlardan kendilerine akseden her problemlerinde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi gelin veya damatlarının yanında yer alıverseler, inanın bugünkü aile problemlerinin büyük çoğunluğu kendiliğinden çözülecektir! Zira bugünkü problemleri, daha da içinden çıkılmaz hâle getiren en önemli unsur, anne-baba bile olsa üçüncü şahısların alelacele meseleye dâhil olmaları, üstelik karşı tarafı dinlemeden kendi çocuğunun anlattıklarını mutlak doğru kabul edip gelin veya damadına fatura kesmeleridir! Bağışıklık sistemleri yerli yerine oturuncaya kadar her ailede küçük-büyük problem olabilir; önemli olan yeni evli çiftlere, karşılaştıkları problemleri kendi aralarında çözme kabiliyeti kazandırmaktır! Unutmamak lazımdır ki anne babasını her şartta yanında ve arkasında bilen genç, en küçük engelle karşılaştığında meseleyi hemen onlara taşıyacak ve kendiliğinden çözülebilecek problemler bile böylelikle çözümsüz bir hâl alacaktır!
İşte, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), damadını dinleme lüzumu bile duymadan ve hâdisenin içine girmemeksizin meseleye, kökünden çözme niyetiyle müdâhil olmuş ve netice de böyle tecelli etmiştir. O’nu rehber bilenlerin, farklı davranmaları düşünülemez ki Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) tavrı böyle olduğu gibi, “tahrîm” ve “îlâ” hâdiselerinden de hatırlanacağı üzere başta Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer (radıyallahu anhümâ) olmak üzere ashâb-ı kirâmın gelen hâli de bu istikamette değil midir? - İbn-i Sa’d, Tabakât 8/21
-
Bu beyanını o gün Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), iki defa tekrarladığı ifade edilmektedir. Bkz. Buhârî, İsti’zân 40; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 4
- İbn-i Sa’d, Tabakât 8/21; Buhârî, Edeb 113; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 4
- Müslim, Radâ’ 18
- Buhârî, Nikâh 81, 90; Müslim, Radâ’ 18
- Bkz. Buhârî, Nikâh 79; Müslim, Radâ’ 18
- Mesela, kendisine gelip de kadınlar konusunda nasihat isteyen bir sahâbîye Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), yeme-içme, giyim-kuşam ihtiyaçlarını karşılama yanında aynı zamanda ona kötü söz söylememe ve asla dövmeme tavsiyesinde bulunmuştur. Ebû Dâvûd, Nikâh 42
- Buhârî, Nikâh 93; İbn-i Mâce, Nikâh 51
- Bkz. İbn-i Mâce, 1/646; Dârimî 2/82; İbn-i Hacer, Metâlibu’l-Âliye 2/21
- Ebû Dâvûd, Nikâh 44; İbn-i Mâce, Nikâh 51; Dârimî, Nikâh 34; Abdürrezzâk, Musannef 9/442 (17945).
Efendimiz’in bu beyanından hareketle ulemâ, söz konusu şikâyete sebebiyet veren hususlardan kaçınan, yani hanımına müşfik davranan ve ona el kaldırmayan ümmetin hayırlı ümmet olduğu yorumunu yapmışlardır. Zira kadınlardan haddi aşan davranışlar sâdır olsa bile onlara el kaldırmamak, ahlaka muğayir tavırları ve huysuzluklarına tahammül gösterip sabretmek daha güzel ve daha faziletli olandır. Bkz. Azîmâbâdî, Avnü’l-Ma’bûd 6/129, 130
-
Bu beyanda Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), “Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı en hayırlı davrananızdır!” (İbn-i Mâce, Nikâh 50; Tirmizî, Radâ’ 11; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 2/250, 472) ve “İmân yönüyle mü’minlerin en mükemmel olanı, ahlâk yönüyle de en güzel olanı, aynı zamanda ailesine karşı da en lütufkâr olanıdır!” (Tirmizî, Radâ’ 11; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 2/472 (10110); İbn-i Ebî Şeybe, Musannef 5/210 (25318)) gibi başka hadisleri de vardır.
- Tirmizî, Menâkıb 64; İbn-i Mâce, Nikâh 50; Dârimî, Nikâh 55; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid 4/302
-
Bunu ifade ederken Âişe Validemiz, “Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ne bir hizmetçiye ne de bir kadına asla el kaldırmadı, vurmadı! Hatta O (sallallahu aleyhi ve sellem), eliyle hiçbir şeye vurmadı!” diyecektir. Bkz. İbn-i Mâce, Nikâh 51; Dârimî, Nikâh 34.
Ayrıca, Hazreti Enes, “Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) ben on yıl hizmet ettim; ne yaptığım bir şeyden dolayı bana ‘Bunu niye böyle yaptın!’ ne de yapmadığım bir şeyden dolayı bana ‘Bunu niye yapmadın!’ demedi.” diyerek yine bize, O’nun bu müstesna yönünü resmetmektedir. Bkz. Buhârî, Edeb 39; Müslim, Fezâil 51, 52; Ebû Dâvûd, Edeb 1; Tirmizî, Birr 69; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 3/195, 197
-
Devamla Hazreti Abdullah (radıyallahu anh), “Ne zaman ki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ruhunun ufkuna yürüdü; ancak o zaman biz konuşabildik ve bir nebze nefes alabildik!” ifadesini kullanmaktadır. Bkz. Buhârî, Nikâh 80
- Buhârî, Nikâh 89
- Buhârî, Nikâh 1, 8. Tebettül için bkz. Tirmizî, Nikâh 2
- Hazreti Ömer bunu, Abdullah İbn-i Abbâs’ın bir sorusu üzerine ve îlâ hâdisesi münasebetiyle söylemiştir. O günlerde hanımının sözlerine hiddetlenen ve verdiği cevaplar karşısında sinirlenen Hazreti Ömer, hanımındaki bu hali garipseyip üzerine yürüyünce, kızı Hafsa’nın da Resûlullah’a benzeri bir muamele yaptığını öğrenmiş ve soluğu kızı Hafsa’nın yanında almıştı; niyeti, kızını ikaz etmek ve Resûlullah’ı incitecek bir tavırdan kaçınmasını söylemekti. Ancak “îlâ” hâdisesinden de hatırlanacağı üzere gördüğü manzara farklıydı ve bunu fark eden Hazreti Ömer, hiddetlenmiş ve kızı Hazreti Hafsa’nın üzerine yürümüştü. Ancak şimdi de aynı zamanda akrabası olan Ümmü Seleme Validemiz’in müdahalesi vardı: “Sana hayret ediyorm ey Ömer!” diyordu. “İşlerimize bu kadar dâhil olup müdahale ettin; anladık! Ancak, farkında mısın; Resûlullah ile zevceleri arasına da giriyorsun!” Hazreti Ömer’i olduğu yere mıhlayan cümlelerdi bunlar ve hemen geri adım attı. Daha sonra da Mescid’de bulunan Resûlullah’ın yanına gitti ve fısatını bulunca kızı Hafsa ve Ümmü Seleme’nin tavırlarıyla annemiz Ümmü Seleme’nin kendisine söylediklerini aktardı. Yaşadıklarını bizzat kendisinden dinleyen Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Hazreti Ömer’e tebessüm etmiştir. Bkz. Buhârî, Nikâh 83; Libâs 31; Tefsîr 66
- Beyhakî, Kübrâ 7/304 (14552)[/] diyor ve Allah Resûlü’nden (sallallahu aleyhi ve sellem) ruhsat istiyordu!21Açık hata işleyen ve kocalarına karşı serkeşlik yapan kadınlar için ısrarlı talepler karşısında bile Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), duruşunu değiştirmemiş, kadınların incitilmemesini, yüzlerine vurulmamasını ve hakarete kadar varan ağır sözler söylenmemesini tavsiye etmiştir. Bkz. Ebû Dâvûd, Nikâh 43; İbn-i Mâce, Nikâh 3; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 5/3