Aile Hayatında Temel Bir Ölçü: “MA’RUF”
Arapça bir kelime olan “örf/ma’rûf”, (عرف) a-r-f kökünden türetilmiş bir terimdir. Lügatte örf, bilinmeyen şeyin zıddı yani “bilinen şey” yani “maruf“; atın yelesi, horozun ibiği, yüksek mekan, dağın zirvesi ve peşi peşine gitmek gibi farklı anlamlara gelir.1 Istılahî anlamda ise örf/ma’rûf, “akılla ya da vahiyle iyi olduğu bilinen fiil”2 ve “Allah’a kulluk ve insanlara muamele hususunda herkes tarafından tasvip gören, iyi/güzel söz ve davranışlardır.3 Cürcâni de örfü, “akılların şahadetiyle nefislerin karar kıldığı, selim tabiatların da kabul ettiği şeylerdir. Ma’rûf da İslâm’ın güzel gördüğü her şeydir.” diye tarif eder.4
Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) veda hutbesinde kadınların bazı haklarını dile getirir ve onlara karşı daima hayırla güzel muamele edilmesini ders verir: “Mü’minlerin iman cihetiyle en kâmili, ahlakı en güzel olanıdır. Ahlakı güzel olanlar içinde de en hayırlınız kadınlarına/erkeklerine karşı en hayırlı şekilde davrananlarınızdır.”5
Yine bir başka hadislerinde bu konuyu gündeme getirir, kendi duruşunu ve konumunu seslendirir: “Sizin en hayırlınız ailesine en hayırlı şekilde davrananızdır. Ve ben de sizin aranızda ehlime en hayırlı şekilde davrananların en hayırlısıyım.” Bu sözlerinden sonra Allah Resûlü sadece hayatta iken değil öldükten sonra bile eşlerin dile dolanmasını yasaklar: “Eşiniz öldüğünde arkasından olumsuz bir şekilde konuşmayın onu rahat bırakın.”6 Evlilikte, Allah Resûlü’nün gösterdiği bu “en hayırlı olma ya da en hayırlı davranışı” gösterebilme adına Kur’ân’ın eşlere verdiği temel kriterlerden birisi de birbirlerine karşı “örf ya da ma’rûf” ölçülerine göre hareket etmeleridir.
Dikkat edilirse lügat ve ıstılahî anlamların ortak noktası olarak ma’rûf, insana hep zirveleri gösterir; en üstün ve en güzel davranışa yönlendirir. Aynı zamanda tanımlar akıl ile din arasındaki uyumu; vahiy ile aklın insanın dünyevî uhrevî saadeti için birlikte hareket etmesini ve böylece ikisi arasındaki tamamlayıcı özelliği ve ilişkiyi de ortaya koyar. Ma’rûfun zıddı olan “münker” kavramına gelince o da “akıl, din, ahlak ve hukukun kötü olduğu hususunda ittifak ettiği şeydir.”
Örf ve Ma’rûfun Kur’ân’daki Kullanımı
Kur’ân’da iki ayette “örf”, otuz dokuz ayette ise “ma’rûf” şeklinde geçen bu kelime, on yedi ayette aile hukuku ve aile içi davranışlarla ilgili zikredilir. Kavramın yarı yarıya ailevî muamelelerle ilgili kullanılması özellikle üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Zira maruf çizgisine oturtulamayan ailevi ve içtimaî ilişkilerde ahlak gözetilemeyeceği gibi hukuk ve adalet temin edilemez; yuvada sağlıklı iletişim de kurulamaz. Dolayısıyla gerek içtimai ilişkilerde gerekse aile içi iletişimde, inancın ve dini değerlerin yanında kültürün tesiriyle oluşan örfün/ma’rûfun da büyük bir payı olduğu gerçeği inkâr edilemez.
Tarihten ve toplumsal alışkanlıklardan/gelenekten gelen ve toplumun ekserisinin iyi ve güzel kabul ettiği örfe ait uygulamalar, Kur’ân ve Sünnet’e zıt değilse geçerlidir. Yaşana yaşana örf ve ma’rûf haline gelmiş bu adetler ferdî, ailevî ve içtimaî münasebetlerde mutlaka nazara alınmalıdır. Bu açıdan İslâm hukukunda “Örf muhakkemdir.”7 yani “Dinî hükümleri tespit ve ispat için örf delil olarak kullanılabilir.” prensibinin vazedilmesi, dinin yaşanmasını kolaylaştıran ve onu her toplumla buluşturan evrensel bir yaklaşımdır. Yine bu anlamda “Örf ile tayin, nass ile tayin gibidir.”8 kaidesi de aynı gerçeğe vurgu yapar; örfün ya da ma’rûfun kaynak değerine dikkat çeker.
Bu açıdan İslam, sosyal realitelere karşı çıkmaz; iyiye iyi yani “Ma’rûf” der, onaylar, kötüye kötü yani “Münker” der ve yasaklar. Her ikisi arasında duran örf ve adetlere ise yeni bir şekil verir iyiye/ma’rûfa dönüştürür. Kur’ân’ın açık naslarına ve sahih Sünnet’e ters olmayan ve kötülüğü celbetmeyen sahih örfü, ma’rûf kategorisinde değerlendiririr. Mesela evlilikte kadına verilecek mehirin tehir edilmesi, nişanlıyken takılan yüzük, bilezik ve alınan elbise, tatlı vb. şeylerin mehir değil de hediye olarak kabul edilmesi gibi örf ve adetler buna örnek gösterilebilir.9
Örf ya da Kur’ân’ın daha çok kullanımıyla ma’rûf, herhangi bir değer sisteminin ya da toplumun bünyesini oluşturan temel davranış kalıplarını da temsil eder. Bundan dolayıdır ki örflerin, ferdin ailesiyle, komşusuyla, akrabasıyla ve içinde yaşadığı toplumla ilişkilerini, tavır ve davranışlarını belirleyen fonksiyonları vardır. Bu zaviyeden örfe/ma’rufa ailenin ve toplumun ortak aklı ve vicdanı denilebilir.
Toplumun Ortak Aklı/Vicdanı: Ma’rûf
Kur’ân’ın ma’rûfa bu vurgusu, onun toplumun ortak aklını/mantığını ve vicdanını yansıtmasından kaynaklanır. Allah Resûlü’nün “…Hakiki Müslümanların güzel/iyi gördüğü şey, Allah katında da güzeldir/iyidir. Kötü gördükleri de Allah katında kötüdür.”10 buyurması da bunu açıkça ortaya koyar. “Allah, ümmetimin gerçek alimlerini ve ümmet-i Muhammed’i -itikadî, kavlî, fiilî ve amelî konularda- dalalet/yanlış üzerinde ittifak ettirmez…”11 hadisi de bunu teyit eder. Hadislerde, mü’minlerin bir ma’rûfta ittifakına bu kadar önem verilmesi, inanan fert ve toplumların ortak akıl ve iyi niyetle ortaya koyacakları birçok davranışın/uygulamanın Allah’ın rızasına da uygun olacağını ders verir. İnsanın bu potansiyelde yaratıldığına dikkat çeken Kur’ân da “… Andolsun, nefse ve onu yetenekli bir varlık olarak biçimlendirene/şekillendirene! Sonra da ona kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu ilham eden/öğreten Rabb’e.”12 buyurur.
Bu ayet-i kerimede Allah, insana iyi (ma’rûf) ile kötüyü (münker) birbirinden ayırt etme yeteneği verdiğine; onu pek çok zaaflardan mürekkep yaratmış olmasına rağmen, meseleleri selim bir akıl ve vicdan ile ele aldığında iyi ve güzeli bulabileceğine açıkça dikkat çeker. O, insana verdiği bu donanımın yanında hakikati tebliğ ve temsil eden peygamberler göndererek; onlara kitap ve suhuflar indirerek onun gerçekleri idrak etme ve yaşamasına; gizli-açık bütün kötülüklerden arınarak hidayete ermesine; ma’rûfu yani doğruyu/iyiyi/güzeli bulmasına yardımcı ve destek olduğunu da belirtir. Ayetlerde çok detaylı hukuk kurallarının bile verildiği bazı yerlerde sıkça ma’rûf kavramının da zikredilmesi, Kur’ân’ın hukuka verdiği değer kadar örf ve ma’rûfa da değer verdiğini; hukuka uyma zorunluluğu ile ma’rûfu gözetme sorumluluğunun birlikte ele alınmasını ders verir.
Yine Allah Resûlü’nün “Ameller niyetlere bağlıdır…”13 hadisi aynı zamanda iyi niyet ve güzel düşüncenin örfü/ma’rufu tespitte önemli bir kriter olduğunu da belirler. Zira halis niyet, amellerin salih/makbul hale gelmesinde temel bir dinamik olduğu gibi, ma’rufu/iyiliği teşhis ve tespitte de aynı değere sahiptir. Nitekim toplumlarda iyi ve güzel niyetlere dayalı oluşan/oluşturulan ve her toplumun adeta manevi genetik yapısını meydana getiren örfe/ma’rûfa karşı çıkma bazı toplumlarda hukuka ya da topluma karşı çıkma olarak yorumlanır ve gerekirse birey bunun için cezalandırılır. Bu hassasiyettir ki ma’rûfun toplumlarda nesiller boyu yaşanmasını temin eder.
Marûfun/Hayrın Başı: Af
Kur’ân’ın ikili ilişkilerde Allah Resûlü’ne ve mü’minlere verdiği temel öğütlerden/ilkelerden birisi örfü/iyiliği/güzelliği emretmek diğeri ise affı esas almaktır: (خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ) “Affetmeyi esas al! örfü (iyiğili/güzelliği) emret ve cahillerden yüz çevir.”14 Bu ayet Rehber-i Ekmel (aleyhissaltü vesselam)’a ilk önce söz ve davranışlarında, örfün/ma’rûfun başı olan affı, ilke olarak benimsemesini emreder.
Allah, bu genel emriyle O’na adeta şöyle hitap eder: “Ey Resûlüm! İnsanlarla ilişkilerinde kin, nefret ve intikam duygularını değil af, müsamaha ve kolaylık tarafını gözet; sertlik ve zorluk taraftarı olma. Affedici ol, kimsenin eksiğine kusuruna takılıp kalma! Ferdî, ailevî ve içtimaî münasebetlerinde insanları bağışlama ve kolaylaştırma ahlakını esas al! Muhataplarından her şart ve zeminde tam bir olgunluk bekleme. Bir beşer olarak onların yanlışları, eksikleri, sana karşı hatalı söz ve davranışları vs. olabilir; onları bağışla. Afla, tevbe kapısını aç ve onlara zaaflarını aşma imkanlarını sun! Zira ilişkiler karşılıklı aff u safh ile yürür; düzeltilir ya da sönmeye yüz tutmuş dostluklar yeniden canlandırılır.”
Mü’minlerin, en yakın aile üyelerinden başlayarak en uzağında bulunan muhataplarına kadar davranışlarında af ve müsamahayı esas alması sadece bir iyilik/ma’rûf değil aynı zamanda önemli bir sorumluluktur.
Allah Resûlü, bütün bir insanlığa gönderilmiş en güzel ahlakın sahibi ve temsilcisi son peygamber olarak muhataplarına karşı affedici ve müsamahakâr olmasaydı rehberlik vazifesini hakkıyla eda edemezdi. Zira insanları doğru yola iletebilmenin ve onları eğitebilmenin ilk şartı, ihtiyaç duyulduğunda affa dönüşen derin bir sevgi ve engin bir merhametin yanında, şartlar ne olursa olsun muhataplarını şefkatle kucaklayan vicdan genişliğine sahip olmaktır.
Aksi taktirde yine Kur’ân’ın beyanıyla, muallim/rehber peygamber de olsa muhatapları üzerinde tesirli olamaz:
Dolayısıyla bu ayetlerden çıkarılacak önemli bir sonuç ferdî, ailevî ve içtimâî ilişkilerinde affı esas almayanların ma’rûfu yakalayamacağı ve hem kendisine hem de çevresine hayırlı olamayacağı gerçeğidir. Bu yönüyle ayetin afla başlaması sanki muhatabına şöyle demektedir: “Affet ki ma’rûfa, iyiliğe ulaşabilesin!”
Ma’ruf İle Muamele Et!
Bu ayette affa bağlı olarak getirilen ikinci emir/tavsiye (وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ) yani “Örfü/ma’rûfu emret! Hakkaniyete uy! İyilikten ayrılma!” ilkesidir.15 Elmalı Hamdi Yazır ayette geçen af ve örf emrini birbirine en güzel şekilde şöyle bir nükteyle bağlar: “Örfe uygun olanla emreyle yani affedici olayım derken, örf ile emretmeyi de terk etme. Emrettiğin iş mâkbul örfe uygun olsun. Allah’ın kitabında veya kendini bilen akıl sahipleri yanında ma’rûf yani yapılması ve yerine getirilmesi gerekli, varlığı yokluğundan daha hayırlı, olması olmamasından daha faydalı kabul edilen, güzel ve yararlı bir şey olsun.”16
Fert, iradesinin hakkını vererek örfü/ma’rûfu tabiatının bir parçası haline getirdiğinde onları kolaylıkla eda eder; zorlanmaz. Onun için insanları eğitmenin yolu, işin başında onlara herkes tarafından kabul edilen örfü/iyiliği öğretmek ve yaşayarak örnek olmak/alıştırmak ve ailede/toplumda onu canlı tutarak yaşanmasını temin etmektir.
Burada üzerinde durulması gerekli bir diğer mesele de ayette “örf ile emret!” demek, her örf, her âdet emredilmesi gerekli olan şey demek değildir. Zira insanlar arasında yayılmış her âdet ve gelenek makbul örf kapsamında değerlendirilemez. Mesela, bilgisizlik ve dalalet sayesinde veya zorba yöneticilerin zoruyla halka kabul ettirilmiş ve alışılmış bazı kötü alışkanlıklar ve gelenekler vardır ki bunların çoğu batıl ya da ahlak dışı olduğundan örf haline gelmiş olsa bile emredilmesi değil, yasaklanması ve ortadan kaldırılması gereken uygulamalardır.17
Onun için inanan fertler, Kur’ân ve Sünnet’e ters düşmeyen örf ve adetlere dikkat eder, onları ferdî, ailevî ve içtimaî hayatlarında yaşar, farklı örfleri de çatışma sebebine dönüştürmezler. Onlar kendi iradelerini daima iyilikten/ma’ruftan yana kullandıkları gibi, örfün/ma’rûfun yaşanması adına da güzel örnek olur; hem hayırlı bir eş hem de hayırlı birer yurttaş olurlar.
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Bkz. İbn Manzûr, Lisanu’Arab, “a-r-f” md.
- Bkz. Râgıb el-İsfahânî, Müfredât “a-r-f” md.
- Bkz. Lisânu’l-Arab, “a-r-f” md.
- Bkz. Cürcânî, Örf ve ma’rûf md.
- Tirmizî, Reada’ 11
- Tirmizî, Menâkıb 122
- Mecelle, md. 36
- Mecelle, md. 45
- Daha geniş bilgi için bkz. Hallaf Abdulvahab, Masâdıru’t-teşrii’l-İslâmî, s. 146
- Ahmet İbn Hanbel, Müsned, (3600); Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, (3602); Heysemî, Zevâid, I/182
- Tirmizi, Fiten 7
- Şems Sûresi, 91/7, 8
- Buhârî, Vahiy 1 (1), İman 41 (54); Müslim, İmâre 45/155 (1907)
- A’râf Sûresi, 7/199
- A’râf Sûresi, 7/199
- Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, İlgili ayetin tefsirinde
- Bkz. Elmalılı H. Yazır, İlgili ayetin tefsirinde