Ahde Vefa
O (sallallahu aleyhi ve sellem), Cibril-i Emîn’le de tanışmadan önce öyle bir hayat yaşamıştı ki, zamanın belli bir anını O’nunla birlikte yaşama imkânı bulanlar, insanlık adına her türlü fazileti ilk defa O’nda tanıyacak ve bunları, unutulmaz birer hatıra olarak zihinlerine nakşedeceklerdi.
Efendimiz, Abdullah İbn Ebî Hamsâ adındaki bir genç ile alışveriş yapmış ve bu zat, Efendimiz’e borçlanmıştı. Borcun ne zaman ve nerede ödeneceği konusunda da anlaşmış ve birbirlerinden ayrılmışlardı. Gün gelip de sözleştikleri zaman gelince Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), buluşacakları mekana gelip beklemeye başladı.
O gün, akşama kadar orada bekleyecekti, ama Abdullah verdiği sözü unutmuş ve zikredilen yere gelmemişti. İkinci gün yeniden beklemeye başladı. Ancak, genç Abdullah, o gün de gelmeyecekti. Derken, üçüncü gün Abdullah’ın aklına, Muhammedü’l-Emîn’le olan anlaşma gelecek ve gecikmiş olmanın heyecanıyla sözleşme mahalline koşacaktı. Üzerinde, O’nun gibi bir insana karşı sözünde duramamış olmanın mahcubiyeti vardı.
Anlaşma mahalline geldiğinde ise, tahmin ettiği gibi İnsanlığın Emîni orada bekliyordu. Gözünü, genç Abdullah’ın geleceği mekana çevirmiş ve “Belki biraz sonra gelir.” diye üç gündür orada beklemeye durmuştu.
Genç Abdullah’ın telaşla kendisine doğru gelişini görünce O da sevinecekti. Ancak, tarihe not düşme adına şunları da söylemekten kendini alamayacaktı:
– Ey genç! Beni zor durumda bırakıp epeyce meşakkat verdin; üç gündür Ben, burada seni bekliyorum.1
Abdullah İbn Ebî Hamsâ, yıllar sonra Müslüman olduğunda Mekke dönemine ait bu olayı, tatlı bir hatırası olarak yâd edecek ve böylelikle Efendimiz’in nübüvvet öncesi ahlakını anlama adına tarihe önemli bir not düşmüş olacaktı.