“Adımlarınızı dengeli atın…” (3 Zilhicce 10 Hicrî)
Hac için Medine’den çıkalı sekiz gün olmuştu. Hergün biraz daha kalabalıklaşan cemaatiyle birlikte Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), belli aralıklarla mola vere vere yolculuğuna devam ediyordu. Bugün gelinen yerin adı, Mekke’ye 120 km mesafede bulunan “Kudeyd” idi. Hacta kurban edilmek üzere buradan ilave hayvanlar satın aldı. Namazlarını da Mescid-i Müşellel ve Lefet’in aşağısında bulunan bir mescitte kıldı.
Önlerine gelen vadinin adını bu sefer, Sevr sultanlığının sırdaşı Hazreti Ebû Bekir’e sormuş ve “Usfân” cevabını almıştı. Yine tarihten bir sayfa açacak gibi duruyordu ve iki sâlih peygamberle ilgili bir tabloyu arz etti onlara. “Hazreti Hûd ve Hazreti Sâlih, ihram olarak giydikleri kalın peştemalları ve üstten giydikleri elbise de yünden olduğu halde yularları liften genç kızıl develer üstünde telbiye getirerek ve hac niyetiyle bu vadiye uğrayıp Beyt-i Atik’e doğru geçip gittiler!”
Usfân, Mekke’ye 80 kilometre mesafede bir yerin adıydı; Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), hicret başta olmak üzere Hudeybiye ve Kaza Umresi yolculuklarında da buraya uğramış ve konaklamıştı. Hudeybiye’ye giderken, cephede namazın nasıl kılınacağını bildiren âyetler burada inmişti. İlk tatbikatını da Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) burada yapmıştı. Zira 200 atlı ile birlikte Hâlid İbn-i Velîd buraya kadar gelmiş ve Allah Resûlü’nün önünü keserek, namaz esnasında saldırıp hepsini öldürmeyi planlamıştı. Kaderin güzel bir tecellisidir ki o gün Mekkeliler adına bunu düşünen Hâlid İbn-i Velîd, bugün ise bir haftadır hac için yürüyen yolcular arasındaydı!
Resûlullah’ı yakından takip edenlerin gözü, “Tefle” tabir edilen kuyunun üzerindeydi. Zira Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hudeybiye umresi yolculuğunda suyu acı ve oldukça az olan bu kuyunun başına gelmiş, dua ederek suyunun artması ve içilebilir bir tatta olması için Rabbine yalvarmıştı. Gerçekten de öyle oldu; o günden itibaren suyu artıp taşan Tefle kuyusunun suyu da tatlanmış, gelip geçenlerin istifade ettiği en önemli kaynaklardan birisi haline gelmişti.
Yaklaşık bir haftadır yüksek tempo ile yürüyen ashâb arasında bineği olmayanlar da vardı. Yürümekten ayakları şişmiş, ağrıdan adım atamaz olmuşlardı! Gamîm’e geldiklerinde soluğu Allah Resûlü’nün yanında aldılar. Hallerini arz ediyorlardı! Durumlarına muttali olan ve beyanlarına kulak veren Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Adımlarınızı dengeli atın. Ne yavaş ne hızlı, önceki adımınızın sonrakini kolaylaştıracağı tarzda seri ve ahenkli yürüyerek kuvvet kazanın!” buyurdu. Resûlullah’ın tavsiyesini hemen tatbik eden sahabe, ağrılardan kurtulmuş ve yürürken büyük rahatlık hissetmeye başlamışlardı.1