Nebevî Eğitimin İlkeleri: “ÖDÜLLENDİRME” 1
Çocukların ya da gençlerin talim ve terbiyesinde güzel/makbul davranışları oluşturmak ve pekiştirmek, istenmeyen davranışlara karşı ise onları korumak ya da varsa bu tür şeylerden onları uzaklaştırmak için sıkça baş vurulan yöntemlerden birisi de ödüllendirme ve cezalandırmadır. Eğitim ve öğretimde olumlu sonuçlar almak ve olumsuz tutum ve davranışlardan çocukları/gençleri korumak ve istenilen davranışları onlarda pekiştirmek için her iki yöntem ne kadar ve nasıl kullanılmalı? Ya da ceza yöntemine gidilmeli mi gidilmemeli mi? Ödüllendirme ya da cezalandırmanın eğitim değeri nedir? Her iki yöntemin uygulanmasında dikkat edilmesi gerekli hususlar nelerdir? Ödül, şımartır mı eğitir mi? Gibi pek çok sorunun cevabını bu makale serisinde bulmaya çalışacağız.
İlahî Ahlak Açısından Ödüllendirme ve Cezalandırma
Genel anlamda ödüllendirme ve cezalandırma Allah’ın kullarına uyguladığı bir yöntemdir. Kur’ân-ı Kerîm’de iman edenlere ve salih amel işleyenlere ve son nefesine kadar ahdinde vefalı olanlara cennet va’d edilir. Cennet kelimesi Kur’ân’da çoğulu “cennât” ile birlikte toplam 135 defa geçer. O’na iman edip emrini yerine getirmeyen kimseler için ceza olarak va’d edilen cehennem ise 77 kez kullanılır.1 O’na iman etmeyenlerin dolayısıyla emirlerini dinlemeyen ve nehiylerinden sakınmayanların azaba maruz kalacaklarını bildiren toplam 264 ayette ise cezanın ağırlığı farklı sıfatlarla ifade edilir: “Elem verici azap, büyük azap, şiddetli azap, aşağılayan zelil kılan bir azap, yakıcı azap, ebedi azap, en kötü azap, çok zor çetin bir azap, ağır bir azap, geri çevrilemeyecek, baştan savılamayacak bir azap.” Zaten “derin kuyu” anlamına gelen cehennem kelimesi, ebedi olan ahiret hayatında inkâr edenlerin sürekli, mücrim mü’minlerin ise günahlarına göre farklı şekillerde ve farklı oranlarda cezalandırılacakları azap yurdudur.
Dolayısıyla Allah (celle celaluhu) kullarını imana ve salih amel işlemeye davet ederken onlara cennet ve orada ihsan edeceği nimetlerden/ödüllerden bahseder. Mesela bir ayette “Ebrâr” yani “iyi ve kâmil mü’minler” olarak nitelendirdiği ebedi kurtuluşu hak eden kimselere vereceği ödülleri şöyle açıklar:
“Gerçekten ebrar kimseler (iyilik ehli olan salih ve sadık mü’minler) artık nimet/ebedi saadet içindedirler. (Taht gibi konforlu) koltuklar üzerinde oturup etraflarını hayranlık ve mutlulukla) seyrederler. (Onlara baktığında) yüzlerinde ebedi cennet nimetine ermenin sevinç parıltılarını fark edip sezersin. Onlara (mü’minler için özel ambalajlanıp) mühürlenmiş halis cennet şarabından içirilir. Hitamı misktir, içildiğinde sonu mis gibi kokar. İşte yarışacaklarsa insanlar, bu cennet ödülüne konmak için yarışsınlar!”2
İman etmeyip inkâr edenlere, münafıklara ve zalimlere va’d edilen cezayla ilgili de yer yer tafsilat verilir: “Onlar için cehennem ateşinden döşekler ve üstlerinde de yine ateşten örtüler vardır. İşte biz zâlimleri böyle cezalandırırız.”3 “Kıyâmet gününde, biriktirilen o altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanacak ve onlara: “İşte bunlar, kendiniz için biriktirdiğiniz altın ve gümüşlerdir. Şimdi tadın bakalım o durmadan yığıp biriktirdiğiniz şeylerin cezasını!” denilecek.”4 Bu örnekleri pekâlâ çoğaltmak mümkündür.
Görüldüğü üzere talim ve terbiyede mükafat ve ceza uygulaması ilahî bir metotdur. Allah kullarına çeşit çeşit ödüller vererek/verdiğini belirterek ve va’d ederek kullarında güzel davranışları rağbeti arttırır ve istenilen davranışları pekiştirir. Cezalandırma unsurunu da kullanarak, kötü fiili ve davranışlardan da vazgeçirir. Peygamberler de kavimlerine tebliğde bulunup onları eğitirken bu iki ilkeye müracat etmişlerdir. Onlar, Kur’ân’ın da beyanıyla hem “Beşîr” hem de “Nezîr”dirler.5 Beşîr, müjdeleyen yani bir manada sonsuz ödüller va’deden, nezîr ise uyaran, ikaz eden; kendilerine iman edilip itaat edilmezse varacakları cehennem azabına ve kötü sona karşı muhataplarını uyandıran demektir. Onun için müjde iyi ve güzel davranışa motive eder, inzar ise kötü ve istenmeyen davranışlardan sakındırır; doğru davranışa yönlendirir ve onu pekiştirir.
Ödül ve cezanın insan psikolojisi üzerindeki tesiri; tercih ve davranışlar üzerindeki belirleyiciliği, motive edici ve pekiştiriciliği müsellemdir. Nitekim bu gerçeklikten terğîb ve terhîb diye adlandırılan müstakil bir uslüp da ortaya çıkmıştır. Terğîb, iyiye, güzele teşvik, terhîb de kötülüklerden ve kötü davranışlardan sakındırma, uzaklaştırma demektir. Ödüllendirme de terğîb, cezalandırmada terhîb de bir yoldur.
Sünnette Ödüllendirme
Allah Resûlü, insan tabiatını bilir ve muhataplarına, sabır, hoşgörü ve hikmetle yaklaşır; gönlüne girmek ve hayatında bir değişim dönüşüm yaşamasını arzu ettiği kimseleri bazen maddi, bazen manevi bazan de hem maddi hem de manevi ödüllendirirdi. Bunun en bariz örneğini olayı bizzat yaşayan Ebu Mahzûra’dan dinleyelim:
“Peygamber Efendimiz Huneyn savaşından dönüyordu. Ben de Mekkeli on kişilik bir grup gençle birlikteydim. Henüz Müslüman olmamıştım, olmayı da düşünmüyordum. Derken namaz vakti gelmiş olacak ki müezzin ezan okumaya başlamıştı. Biz de beraber olduğumuz gençlerle bir kenara çekilmiş hem okunan ezanı dinliyor hem de alaylı bir şekilde tekrar edip dalga geçiyorduk. O esnada bizi gören ve çıkardığımız seslerden dolayı ezanla eğlendiğimizi anlayan Allah Resûlü, biraz sonra bizi yanına çağırttı ve içimizde hangimizin sesinin daha güzel olduğunu sordu. Arkadaşlarım beni gösterdi. Bunun üzerine O, ezanın cümlelerini bana öğretti ve benden okumamı istedi. Kendisinden hiç hoşlanmadığım halde başka bir alternatifim olmadığı için mecburen önünde ezan okumaya başladım. Ezanı bitirdiğimde bana bir miktar para da verdi. Daha sonra beni alnımdan öptü ve sırtımı sıvazladı. Bunun üzerine ben de onun bana bu yaklaşımından cesaret alarak ‘Ey Allah’ın Resûlü! Kâbe’de ezan okumama izin verir misin?’ diye talepte bulundum. O da izin verdiğini söyledi. İşte o andan itibaren içimde O’na karşı duyduğum nefretten eser kalmadı; kalbim iman ve sevgiyle doldu. Mekke’ye geldim ve O’nun emriyle müezzinlik yapmaya başladım.”6
Örnekte de görüldüğü üzere Allah Resûlü, ezanı hafife alan ve onunla eğlenen genç yaştaki Ebu Mahzûra’yı “Sen nasıl ezanla alay edersin?” diye azarlamaz ya da cezalandırmaz bilakis onun bu hatasına karşı hoşgörüyle yaklaşır ve kendisine ezanı öğretir ve okumasını ister. Okuyuşunu da sonuna kadar dinler ve kendisini hem maddi hem de manevi olarak ödüllendirir. O da azarlanmayı hatta cezalandırılmayı beklerken aldığı bu ödüller karşısında yumuşar ve o ana kadar nefret ettiği Efendimiz’i sevmeye başlar ve tavrını/davranışını değiştirerek Müslüman olur. Üstelik Allah Resûlü bu yaptıklarıyla yetinmez onu Mescid-i Harama müezzin olarak tayin edip makam vererek de taltif eder; hidayetini daha da pekiştirir.
Spor Karşılaşmalarında Ödüllendirme
Allah Resûlü, spor karşılaşmalarında da çocukları harekete geçirmede ödül unsurunu kullanırdı. Bazen tek sıra halinde dizdiği çocuklara: “Kim geçerse, benden ona şu şu var.” derdi. Yarışı başlatmadan belli bir yere kadar ilerler sonra da yarışı başlatırdı. Çocuklar da ona doğru koşar ve göğsüne asılır; o da onları kucağına alır ve öperdi.7 O yetişkin ashabını da iyi işler/salih ameller yaptıklarında medh u sena eder, manevi olarak ödüllendirirdi. O’nun bu yaklaşımı sahabenin gönlünde maddi ödüllerden daha fazla etkili olur; onları motive eder ve hayırda yarışa yöneltirdi.
Yine Allah Resûlü döneminde, oruç tutmaya gücü yeten çocukların teşvik edilmesi ve iftara doğru mescide götürülmeleri, açlığa tahammül edebilmeleri için orada çeşitli oyuncakların bulundurulması ve onlara yönelik eğlencelerin tertip edilmesi manevi ödüller olarak önemlidir.8
Kız Çocuklarına Özel Ödülleri
Ümeyye bint-i Kays’ın yaşadığı şu vaka da Allah Resûlü’nün istenilen davranışları gösteren kimseleri ödüllendirdiğine dair güzel bir örnektir: “Hz. Ümeyme, Ğıfar oymağına mensup henüz buluğa ermemiş bir kız çocuğuydu. Hicretin yedinci yılı başlarında Ğıfaroğullarından bir grup kadınla birlikte Allah Resûlü’nü ziyaret edip beyat etmişlerdi. Olayın gerisini Hz. Ümeyme’nin bizatihi kendisinden dinleyelim: ‘Allah Resûlü Hayber seferine çıkmak için hazırlık yapıyordu. Ben de bir kadın grubunun içerisinde bulunuyordum. Birlikte huzuruna vardık ve -yaralıları tedavi etmek, yemek yapmak ve su dağıtmak gibi- geri hizmetlerde bulunmak için müsaade istedik. O da bize onay verdi ve onunla beraber yola çıktık. Allah Resûlü beni redifine alarak onurlandırdı. Hayber’in fethinden sonra bize ganimetten pay vermedi ancak bazı mükafatlar dağıttı. İşte şu boynumda gördüğünüz gerdanlığı bizatihi kendisi elleriyle taktı. Vallahi onu o günden bugüne kadar hiç çıkarmadım.”9
Görüldüğü üzere Allah Resûlü, Hz. Ümeyme (radıyallahu anha)’nın o yaşında hizmet etme heyecanını çok takdir ediyor ve onu redifine alarak manen ödüllendiriyor. Harbin sonunda kendisini bir gerdanlıkla maddi olarak da mükafatlandırıyor. O da hem maddi hem de bu manevi ödüllendirmeden çok ciddi etkileniyor ve bir ömür bu ödülü ve hatırayı unutmuyor. Hatta öldükten sonra da bu gerdanlığın boynundan çıkarılmamasını vasiyet ediyor ve onunla birlikte defnediliyor.
Teşvik İçin Ödül/Hediye Duyurulabilir
Ödülle hediye arasında çok yakın bir ilişki söz konusudur. Çoğu zaman ödüller hediye olarak da takdim edilir. Allah Resûlü, bazen de hem sevgisini kazanmak hem de gönlüne sevgisini yerleştirmek istediği kimseyi ödüllendireceğini/ona özel bir hediye vereceğini ifade eder, bununla muhataplarının dikkatini çekerdi. Bir gün kendisine hediye olarak gelen bir gerdanlığı ailesinden en çok sevdiğine vereceğini söylemiş, orada bulunan herkes de gerdanlığı Hz. Âişe’ye vereceğini düşünmüştü. Ancak Allah Resûlü torunu Ümâme’yi (Hz. Zeyneb’in kızı) çağırmış ve gerdanlığı bizatihi onun boynuna takmıştı.10
Yine bir başka seferinde Habeş kralı Necâşi Ashame’den hediye olarak gelen zinet eşyaları arasında bulunan Habeş işi, taşlı altın bir yüzüğü ona takdim edip “Ey kızcağızım! Bunu tak, bununla süslen.” buyurmuştu.11 O, Ümâme’yi çok sever, bazen onu omuzuna alır ve mescide giderdi. O haldeyken namaza başlar, rüku’ ve secdeye varacağı zaman onu yere bırakarak namazı kıldırırdı.12 Allah Resûlü’nün bu özel ilgi ve davranışlarının her biri maddi ödüllerle kıyas edilemeyecek ayrı ayrı manevi ödüllerdir.
Sonuç
Ödül, bir şarta bağlı olarak verilen ve muhatap tarafından cazip görülen bir obje ya da bir sosyal etkinliktir. Ödül verilerek bir çocuk ya da bir genç istenilen hedefe, işe ve davranışa motive edilebilir. Mükafat, çoğu zaman çocukların/gençlerin niyetlerini/iradelerini güçlendirir azimlerini biler ve sorumluluklarına odaklanmalarına büyük katkı yapar. Ancak çoğu zaman bu yöntem yanlış uygulanırsa istenmeyen sonuçlar da ortaya çıkarır.
Mesela bir kimseye sorumluluk alanında olan ve yapması gerekli bir işi/ödevini yaptığı için ya da yapması gerekli güzel/ahlakî bir davranışı sergilediği için mükafat vermek doğru değildir. Zira bu durumda çocuk, ödevini zamanında ve en iyi şekilde yapmasının kendi sorumluluğunda olmadığını düşünebilir; vazifelerini sorumluluk bilinciyle değil annesinin ve babasının sevgisini kazanmak ya da onlardan bir ödül koparmak için yapar. Onun için çocuğa her defasında “ödevlerini yapar ya da odanı toparlarsan sana şu ödülü veririm.” Veya bir gence “Sorumluluklarını yerine getirir ve şöyle davranırsan harçlığın her zaman benden!” diye bir çeşit rüşvet teklif etmek onu zamanla ödül bağımlısı haline getirebilir. Mükafata bağımlı hale getirilen çocuklar/gençler ise ödüle doyurulamaz; beklediği ödülü bulmadığında ise mesuliyetlerini yerine getirmezler.
Dolayısıyla çocuklara/gençlere ödül vadetmek/vermek sorumluluklarını yerine getirmede etkili olabilir. Hatta ödülleri verildiğinde heyecanları daha da artabilir. Fakat ödül kaldırılınca vazifelerini yerine getirmeyi bırakıyorlarsa o işi faydalı olduğuna inandıkları için değil ödül almak için yapıyorlar demektir. Bu durumda ödül yöntemi isabetli kullanılmadığı için faydası değil zararı olmuştur. Burada suç ise ödüllendirmede değil yanlış kullanımdadır. Onun için ne kadar sık ödüle başvurulursa ödüllendirme dinamiği o ölçüde değersizleşir ve olumlu tesirini/fonksiyonunu kaybeder. Buna bağlı olarak ödüllerin boğduğu/şımarttığı çocukları disipline etmek ve onları sorumluluk bilinciyle davranmaya/yaşamaya yöneltmek de çok zor olur.
Mesuliyet duygusuna sahip bireyler yetiştirmek için ödüllendirme yöntemine başvurulacaksa ödül ön şart olarak koşulmamalıdır. Önce muhataba kazandırılmak istenen güzel davranışın faydaları ve gerekliliği seviyesine uygun bir şekilde iyice anlatılmalı; aklı ikna, kalbi tatmin edilmelidir. Akıl, kalp ve duygularıyla birlikte ele alınan çocuklar/gençler daha hızlı olumlu davranışlar sergilemeye başlayacaklardır. Böylece muhataplara bir iç aydınlanma yaşayıp bu bilgiye göre hareket ettiğinde maddî ya da manevî ödül ya da hediye verildiğinde iç disiplin kazanmasında çok daha etkili olacaktır.
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Bkz. Muhammed Fuad Abdulbaki, el-Mu’cemu’l-Müfehres, Cennet ve Cehennem maddeleri.
- Mutaffifîn Sûresi, 86/22-26
- A’râf, 7/41
- Tevbe, 9/35
- Bkz. Bakara, 2/213; Nisa, 4/165; En’am, 6/48; Kehf, 18/56
- Nesâî, Ezan 5,6; İbn Mâce, Ezan 2
- Müsned, 3/248 (1836); Heysemî, Zevâid, 5/266, 9/20, 288
- Buhâri, Savm 47 (1960); Müslim, Siyam, 21/136, 137 (1136)
- İbn Sa’d, Tabakât, 10/229 (5075)
- Bkz. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 6/101, 260
- Bkz. Ebû Dâvud, Hatem 8 (4235); İbn Mâce, Libas 40 (3644)
- Bk. Buhârî, Salât 106; Müslim, Mesâcid 41